Gülü gül ile tartarlar
Şiirle şiir olmayanı ayırt etmekte ayağımıza takılacak en büyük engel onu, bütünüyle sanat-estetik dışındaki bilme biçimlerimizle kavramaya çalışmak ya da benzer anlamlara varacak şekilde aklımızdaki bir estetik şablona göre okuma çabamızdır.

Ferruh TUNÇ*
Edebiyat tarihine geçebilecek değerde olan hiçbir şiir (burada bir şairin genel anlamda bütün şiirlerinden oluşan şiirinden söz ediyorum) hiçbir zaman kesin ve belirleyici bir sıfat olarak “iyi” olmakla nitelenmemiştir.
Çünkü kötü şiir/şair olmaz.
İyi olmak, gerçek şiirin/şairin olmazsa olmazıdır.
O halde şiiri, ona yakışan nitelemelerle anlatmalıyız.
İyi, gerçek vb sıfatlarını kaldırdığımızda geriye şiir olanla olmayan kalır. Ardından da şiirleri kendi özgülükleri ile tanır ve mümkün olduğunca birbirleri ile ilişkilendirebiliriz...
Peki, ister önüne –iyi, gerçek gibi– sıfatlar koyalım isterse koymayalım, şiiri şiir olmayandan nasıl ayırırız?
∗∗∗
Ben, bir şiiri tartmak için okumam öncelikle... Onu, şiir olacağı beklentisiyle okurum… Beklentimin, okuduğum şiirde karşılık bulmaması veya bulması söz konusudur. Beklentilerim ise, bu okumam sırasındaki duygu ve sezgilerimin ilk elden bana söyledikleri ile sınanır. İlkinde beklentimin karşılık bulmadığı, şairinin bendeki geçmişe dayanan izlenimi nedeniyle başka bir zamanda –muhtemelen başka bir koşulda– yeniden okuduğum da olur aynı şiiri… Bu halde de ilk tartımın öne hiç çıkmadığı bir deneyim niyeti ile okumaya çalışırım şiiri.
∗∗∗
Şiiri okurken edindiğimiz kendiliğinden izlenime, hiç kuşkusuz, önceden edinilmiş kuramsal şiir bilgimiz, şiir okuma ve yazma deneyimlerimiz ve şiir ve şairi hakkında bilgi ve edinimlerimiz kuvvetle sızar. Okuduğumuz şiirde bu duygu, sezgi, beğeni ve bu ikisine sızmış bilme biçimleri ve ön deneyimler dengesi (yerine göre sentezi) okunmakta olan şiirde bir karşılık bulabiliyorsa, onunla etkileşime girebiliyorsa, o şiir gerçektir. Ama eğer şiirin biçimsel ya da plastik öğelerine aşırı bir dikkat göstermeye çalışırken ortaya çıkardığı metnin sözünü ettiğimiz sezme, duyma ve bilme biçimleri ile etkileşim gücünü zayıflatıyorsa bir şair, plastik boyutu da dahil olmak üzere okuruna sezgisel, duyumsal ve anlamsal bir deneyim sunamıyorsa, yazılan, bir şiir alıştırması olabilir en çok.
Limonla limon tuzu gibi zaman zaman...
Ekşidir ikisi de ama, limonu C vitaminsiz düşünebilir miyiz? O vitaminin o tada sızmadığını ve ona karakter katmadığını kim söyleyebilir?
Aslına bakarsanız, sözünü ettiğimiz bu denge olmaksızın bir “salt plastik” güzellik de yoktur…
Simülasyonu gerçeğinden, dublörü asıl aktöründen ayırt etme kapasitemizi sanatsal deneyim dediğimiz bu kuramsal, bilişsel boyutların tartışmasız bir biçimde ona sızdığı esere ait tat, koku, renk, çağrışım harmanı ile olan etkileşimimize dayanarak geliştirebiliriz.
Etkileşimi özgün ve güzel yapan denge ya da bireşimi bulmuş, değerli bir şairin/şiirin çözümleyici olarak ele alınması elbette mümkündür öte yandan... Hatta bunu yaparak ya da yapılmış olanı okuyarak somut bir şiir hakkında olduğu kadar, genel olarak şiire ilişkin nice ipuçları da elde edebiliriz...
Bütün bunlara rağmen, sahte ile gerçek şiirin çok belirgin bir sınır çizgisinin olmadığını da söylemeden geçemeyiz. Çünkü bu sınır çoğunlukla bir iklim geçişi gibidir. Şiirle şiir olmayanın bir sınır çizgisinden çok, iki iklim kuşağının ara bölgeleri gibi geçişlilikler, görecelikler taşıyan bir ara bölge olduğunu söylemek çok daha mümkündür.
Şiirle şiir olmayanın bir yerde ilerisinde, bir yerde biraz gerisinde, bazen yanında yöresinde olduğumuz duygusuyla bir şiiri okumamız söz konusu olabilir. Ama çok geçmeden hangi iklimde olduğunuzu fark eder, ilerler, durur ya da geri döneriz.
İlerlemek burada okuduğunuz bir şiirde ilerlemek kadar şairin başka şiirlerinde de ilerlemektir. Demek ki, bir şairin bu sınırın ötesinde, berisinde ve geçişli bölgelerinde şiirler yazmış olması çok mümkündür. Birinin, sınırın bir yakasındaki şiirlerinin öte yakasındaki ya da ara bölgede kalan şiirlerine oranı, yazanı şair sayıp saymayacağımıza bir ölçü olabileceği kadar varsa şiir olamamış, hatta şiir taklidi gibi gördüğümüz şiirlerinin de bağışlanmasını sağlayabilir.
Bir okuryazar olarak bu değerlendirme ve karar yetisini ya da yetkisini nasıl edineceğiz?
Doğrusu bu yeti ve yetki meselesi de tıpkı şair ve şiire ilişkin söylediklerimiz kadar kesinliksizdir. Ama gerçekteki sahteliği, sahtedeki gerçekliği ayırt etmek, yetiyi gereksinen fakat ondan daha çok, deneyim gerektiren bir durumdur. Bu da yeterince “gerçek şiir” okuyarak fark edebilir.
Şiirle şiir olmayanı ayırt etmekte ayağımıza takılacak en büyük engel onu, bütünüyle sanat-estetik dışındaki bilme biçimlerimizle kavramaya çalışmak ya da benzer anlamlara varacak şekilde aklımızdaki bir estetik şablona göre okumak çabamızdır.
Hayır, şiir kendisi dışındaki bilme biçimlerinin vaftiziyle ne olduğu belli olan bir şey değildir. Şiirin kendi kendini betimlemesinin önüne geçmemelidir öteki yardımcı bilişler. Ne demiş üstat: “Gülü gül ile tartarlar.”
“Şiirin böylesi bir beğeniyi kazanmış olma koşulu ile yöntemli bir tartıma ya da eleştiriye konu edilmesi başka bir şeydir.
Bu şiir eleştirisidir. Ama, şiirsel deneyime, eleştiriden yola çıkılarak varamayız genellikle.
Şiirden yola çıkılarak eleştiriye kapı açabiliriz.
Bunu unutmamalıyız.
*Şair, Yazar