İsrail'in Filistin’deki politikalarını "apartheid" rejimi altındaki kendi tarihiyle karşılaştıran Güney Afrika'nın girişimiyle İsrail, Gazze'de yürüttüğü savaşta soykırım işlediği iddiasıyla Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) yargılandı. İki gün süren yargılamada Güney Afrika tarafı, İsrail'i bağlayıcı tedbirlerin alınmasını istedi.

İsrail'in 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki temel yükümlülüklerini ihlal ettiği suçlamasında bulunulan 84 sayfalık başvuruda saldırıların derhal durdurulması talep edildi.

1948 sözleşmesi, soykırımı "ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen fiiller" olarak tanımlıyor.

Duruşmada konuşan Güney Afrika Adalet Bakanı Ronald Lamola’ya göre, "Devlet topraklarına yönelik hiçbir silahlı saldırı, ne kadar ciddi olursa olsun, vahşet suçları içeren bir saldırı bile, sözleşmenin ihlali için herhangi bir gerekçe veya savunma sağlayamaz. İsrail'in 7 Ekim saldırısına verdiği karşılık bu çizgiyi aştı ve sözleşmenin ihlaline yol açtı."

Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa da mahkeme öncesinde yaptığı açıklamada "Bir zamanlar mülksüzleştirmenin, ayrımcılığın, ırkçılığın ve devlet destekli şiddetin acı meyvelerini tatmış bir halk olarak, tarihin doğru tarafında duracağımız konusunda netiz" dedi.

Tel Aviv yönetimi suçlamaları reddediyor. İsrail'e destek veren ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken duruşma öncesi gittiği Tel Aviv'de davayı "değersiz" olarak nitelendirdi. Savaşın sponsorlarından İngiltere de benzer bir tavır içinde.

∗∗

İsrail’in “sembolik” yargılanması AKP rejimi, İslamcılar ve yandaşlar tarafından “bayram havası”nda kutlandı. Gazetelerin manşetlerini “İsrail’in sanık sandalyesine” oturması süsledi. Aylardır İsrail’in ve Netanyahu’nun Lahey Adalet Divanı’nda yargılanacaklarını kürsülerden vaaz eden Erdoğan, dün de “Lahey Adalet Divanı'nın adaletine de inanıyoruz” dedi.

Filistin ile özel bir bağ kuran Güney Afrika’nın girişimiyle İsrail o sanık sandalyesine oturtuldu ancak buradan bir sonuç çıkması, Tel Aviv’e bir yaptırım uygulanması mümkün değil.

Uluslararası hukukun yok sayıldığı, gücün tek geçer akçe olduğu günümüz uluslararası denkleminde bu yargılamanın sadece “sembolik” bir anlamı var sadece.

Ne İsrail ne ABD ne Çin ne de Türkiye UCM’yi tanımazken, Ankara için “Adalet Divanı”nın kararları da yok hükmünde. Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinden aktarırsak; BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı (UAD/ICJ) Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmekteler. Ancak Türkiye, Lahey Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini kabul etmiyor. Yani “adalet divanı”nın karar yetkisini hali hazırda tanıyan bir ülke değil. Bunun nedenleri ise Ege Denizi’nde Yunanistan ile yaşanan anlaşmazlıklar ile TSK’nin sınır ötesi operasyonları. Her iki meselenin de Lahey’de karşısına çıkarılma tehlikesine karşı böylesi bir karar alınmış durumda.  

Uluslararası hukuk egemenlerin hukuku. Saray rejimi yargılama üzerinden iç kamuoyunu manipüle etmeye yönelik manevralar peşinde.

Günde sekiz geminin ticari sefer yaptığı İsrail’i “sanık sandalyesine oturttuk” algısı üzerinden yeni bir algı operasyonunun ve seçim kampanyasının startı verilmeye çalışılıyor. Hamas hamiliği dışında kendilerinin bir katkı sunamadığı bir yargılama üzerinden oy devşirmek istiyorlar.

∗∗

Çok genel bir özetle basitleştirecek olursak; UAD ülkelerle UCM kişilerle ilgili. Ne Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) ne de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) “adil” bir kararın çıkması beklenebilir. Amerikan emperyalizminin yönelimleri çerçevesinde kararlar alan bu mahkemelerin hemen her kararı siyasi ve şaibeli.

Fikret Başkaya Hoca’dan aktarırsak; “İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler (BM) emperyalist devletlerin örgütü. Misyonu ve varlık nedeni Amerikan emperyalizminin politikalarını meşrulaştırmak. BM bünyesinde iki türlü örgüt var: Münhasıran emperyalist çıkarları gözeten örgütler: Güvenlik Konseyi, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Dünya Ticaret Örgütü (WTO). Bir de BM’ye ‘meşruiyet’ kazandıran örgütler var: Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), BM Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) vb. (5 Aralık, Yeni Yaşam) Uluslararası bir anlaşmayla kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de benzer kuruluşlardan bir tanesidir.

Misyonu ve varlık nedeni ABD/Batı emperyalizminin politikalarını meşrulaştırmak olan BM’den ve bağlı kuruluşlardan/örgütlerden halklara bir yarar yok. Ancak yine de sembolik etkileri yok sayılamaz.

Jacobin’den Noura Erakat - John Reynolds şöyle yazıyor: “Her ne kadar mahkemenin devletleri kendi kararlarına uymaya zorlayacak bir yaptırım yetkisi olmasa da, kararları yine de devletlerin ve aktivistlerin siyasi ajitasyon ve eğitimlerinde taktiksel olarak kullanabilecekleri güçlü bir kaynak olabilir. ABD, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Güney Afrika'nın şikayetini “haksız, amacına aykırı ve herhangi bir aslına dayanmayan” olmakla suçlamış olsa da İsrail, UAD'nin Güney Afrika lehine bir kararının yarattığı artan riskleri kabul etti.

Uluslararası mahkemelerdeki adli bulgular ne olursa olsun, Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki soykırım iddiasının önemli bir faydası var. İsrail'in acımasız kampanyasının başlangıcından bu yana, Tokyo'dan Seul'e, Amman'dan Kahire'ye, Berlin'den Londra'ya, Sidney'den New York'a kadar dünya çapında milyonlarca insan İsrail'i soykırımla suçladı. Kitlesel bir zulmün halk tarafından tanınması hukukta bir bulguyla eşdeğer olmasa da, hesap verebilirliğin ahlaki ve siyasi temelinin oluşturulması açısından aynı derecede önemli. Güney Afrika'nın davası, Gazze'deki Filistinliler gözetim altında katledilmeye ve açlığa mahkum edilmeye devam ederken, tüm devletlerin anın aciliyetini dikkate almak zorunda kalacağı bir hukuki incelemeyi zorunlu kılıyor. Bu, Filistin halkını desteklemek ve son birkaç yıkıcı ayda küresel çapta yükselen çığlığa hukuki ifade kazandırmak için hayati bir müdahaledir.”

Egemenler uluslararası hukuku yok sayarken bu davanın sadece sembolik bir anlamı olacak, AKP’nin külhanbeyi çıkışlarının ise bir karşılığı olmayacak.