Google Play Store
App Store

Geçen gün dijital dizi ve sinema platformlarından birinde -hem de bir gerilim filminin ortasında- istediği filmi çekmeye çalışan bir yönetmen,  arkadaşlarının tüm karşı çıkışlarına rağmen şöyle bir cümle kurdu. “Ben onların istediği değil hak ettikleri filmi çekeceğim.” Onlar diye söz ettiği izleyiciler de olabilir, iktidar da olabilir, meslektaşları da, gerici bir kesim de… Bilemiyorum ama ben bu söze bayıldım.

Tamamen olmasa da sanata bakışımı yansıtan bir cümle. Ben belki hak etmek yerine istediğim sıfat fiilini -bunu da yeni öğrendim- tercih ederdim ama “hak etmek” fikri bundan sonra “Sanat toplum için mi sanat için mi“ döngüsünden kurtarabilecek bir yaklaşım gibi geldi bana. Tabii ki benim için de sanat tartışmasız toplum içindir. Ama hangi toplum?

Ben şarkılarımı ilk önce kendime yapıyorum. Ve de şarkılarımın en güzel hali onu ilk kez çalıp söylediğim anlar. Hiçbir alkış almadığım, kimsenin fikrini belirtmediği o çıplak hal. O zaman yaptığım müziğin sanat olduğunu varsayarsak sanat ne toplum ne de sanat için. Sanat kendim için…

Müzik, beni sağaltan, değerli kılan, yaşamıma anlam katan, benim için hiçbir tanımla sınırlanamayacak bir sonsuzluk deryası. Ben önce kendimin seveceği şarkılar yapıyorum sonra da onu dinleyicilerle paylaşıyorum. Bir şarkı yazarken toplumda genel kabul gören hiçbir şeyin beni etkilemesine, sınırlandırmasına izin vermiyorum.

Küfür ve hakaret içermedikçe, gençleri olumsuz etkilemedikçe her türlü sözü yazabilirim, her türlü görüşümü yayabilirim. Bu suç mu diye bakmak aklımın ucundan geçmez. Zira düşünce suçu bana o kadar uzak ki.

Aynı şekilde estetikten, edebiyattan nasibini almamış, sadece mesaj vermek kaygısıyla yazılmış bayağı sözler de bana o kadar uzak. Benim dinleyiciden beklentim aslında görüneni değil, görünmeyeni duymaları. Tuhaf bir cümle değil mi?

Aslında  her sanat eserinin sırrı; saklı olanı bulmakta. Buradan şarkılarımı eser sınıfına soktuğum düşünülmesin. Ama her filmin karelerinde  bir yönetmenin, her kitabın satırlarında bir yazarın, her şarkının notalarında -şarkıdan söz ediyorum- bir bestecinin farklı bir anlaşılma beklentisi içinde olduğunu unutmayalım.

Bugün milyonları peşinden sürükleyen sanatçılar kendi izlerinin peşinden giden insanlar. Kimse onları bir yere sürükleyemez, yollarını değiştiremez düşüncelerinden vazgeçiremez. Ama onların yaptıkları, onların yol göstericiliği sayesinde milyonlarca insan onların peşinden gidebilir. İşin de sırrı ve gücü burada zaten.

Son zamanlarda bazı genç müzisyen kardeşlerim Mabel Matiz’in başına gelenlerden sonra oldukça tedirgin. Yazdıkları sözlerin, giydikleri kıyafetlerin, sahne gösterilerinin ve çektikleri video kliplerin başlarına bir iş açıp açmayacağını soruyorlar bana. İşte beni en çok üzen ve korkutan bu. Gözaltı, mahkeme, tutukluluk falan değil. Gençlerin kendilerine uygulayacakları bu otosansür. Bir sözü yazarken, bir kıyafet alırken, bir dans provasında kendilerine sordukları kocaman bir “acaba” sorusu. Bugün müzik yapan ve 30 yaş civarındaki genç müzisyenlerin hiç birisi AKP dışında bir iktidarı hatırlamıyor. Geçen dönem yerel yönetimlerde CHP’nin birinci parti çıkmasının getirdiği özgürlük hissi ise; yapılan soruşturmalar, ardından gelen tutuklamalar ve atanan kayyumlar neticesinde yerini yine umutsuzluğa bıraktı. Sakın ha gençler! Yazmaya, çizmeye, söylemeye devam. Hem de en yüksek perdeden. Bizim bir şarkımız var. Söz ve müziği amca İlhan Şeşen’e ait.

“Güneş Buluta Girdi” diye. Canınız sıkıldığında açın dinleyin. Size yol göstersin üstünüzden kara bulutları atsın.

“Bu demek değil her şey bitti bu demek değil güneş yok artık buluta girdi”…

*Söz-Müzik İlhan Şeşen - Grup Gündoğarken şarkısı