Güneş sızıyor!
Rüyamda RTE'yi gördüm; “Bizim sayemizde, kapıları tavana kadar yükselen evlerde yaşıyorsunuz!” diyordu.
RTE'nin övünerek sözünü ettiği 'kapıları tavana kadar yükselen ev' imgesinin bilinçdışımda denk düşüyor olabileceği yeri buldum sonra: Franz Kafka'nın rahatsız edici romanı Dava ve Orson Welles'in bu romandan 1962'de aynı adla uyarladığı filmin özellikle açılış sahnesi.
Romanın konusunu anımsarsınız: Bir bankada çalışan Bay K, bir sabah odasına dalan son derece kaba iki polisçe uyandırılır. Tutuklanmıştır, ama polisler de, mahkemedekiler de Bay K'ye suçunun ne olduğunu söylemez. Bazen aslında onların da bilmediğini, “Önce tutuklayalım, elbet bir suç uydururuz!” diye düşündüklerini sanmamıza yol açacak tuhaf gelişmeler yaşanır. Bay K, sonunda acımasız bir idamla karşılaşacağı absürt bir dava sürecinin içinde bulur kendini.
***
Kafka'nın ölümünden bir yıl sonra -1926'da- yayımlanan romanda anlatılan öykü zaten kabus gibiyken, Welles'in filminde Dava evreni tam bir bürokratik cehenneme döner.
Orson Welles'in akıldışı bir 'cezalandırma' öyküsü olan Dava'yı yayımlanmasından 36 yıl sonra ve ABD dışında sinemaya uyarlaması da çok anlamlı. Film, 2. Savaş sonrası ABD'de başlayan sosyalizm korkusu ve McCarthy komisyonunun cadı avının hemen ardından, Fransa-İtalya-Batı Almanya ortak yapımı olarak Zagreb'de (o zamanın Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, bugünün Hırvatistanı) çekildi. ABD'de çekilemezdi, çünkü orada aynen yaşanıyordu.
Welles, erken dönem filmleri Citizen Kane/Yurttaş Kane (1941) ve Magnificent Ambersons/Muhteşem Ambersonlar'da (1942), 'sinema grameri'nin gelişmesini sağlayan görsel uygulamaların çok güzel örneklerini vermişti. Kane'in medya imparatoru olmasından sonraki dönemine dair sahne tasarımları, çocukluk ve gençlik çağına ilişkin sahnelerdeki 'darlık' duygusunu ortadan kaldıracak biçimde, Muhteşem Ambersonlar'ın iç mekan tasarımları da burjuva ihtişamını yansıtma amacıyla yüksek ve geniş düzenlenmişti örneğin.
Dava'da, özellikle tutuklama sahnesinde, bunun tam tersi bir uygulamayla karşılaşırız: Bay K'nin yaşadığı kiralık odanın tavanı o kadar alçak tasarlanmıştır ki, karakterler (polisler ve Bay K) kollarını dümdüz yukarı kaldırmaya kalkışsa ellerinin tavana çarpması kaçınılmazdır.
Odaya açılan kapıların pervazlarının üst kenarı neredeyse tavana bitişiktir. Ama bunun nedeni 'kapıların tavana kadar yükselmesi' değil, tavanın kapılara kadar alçalması'dır. Böylece, epey basık, klostrofobik, insanın (Bay K'den çok seyircinin!) üstüne üstüne gelen bir atmosfer yaratılır.
***
Bu sahneyi her izleyişimde, o odada zıplamanın olanaksızlığından nasıl rahatsız olduğumu anımsıyorum. Düşünün, boyum uzun bile değil!
Böylece gördüğüm rüyanın kodları hızla çözülüyor: “Bizim sayemizde, kapıları tavana kadar yükselen evlerde yaşıyorsunuz!” sözü, 'ileri demokrasi' tanımıyla çarpışıyor; AKP-RTE'nin yarattığı o daracık alanın dışından, uzaklardan “Zıpla! Zıpla! Zıplamayan Tayyiptir!” sloganı yankılanıyor.
Şimdi, başımız çarpacak diye korkmadan zıplamak lazım! Zıpladıkça, tavanın çatırdamaya başladığını, güneşin çatlaklardan sızdığını göreceğiz.
Zıplayın! Zıplayın! Zıplamayan zalimdir!