İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yerel seçim çalışmaları için gittiği Sivas’ta Sinan Ateş suikastıyla ilgili konuştu. Dedi ki, “geçmişimizde siyasi cinayetlere şahit olduk ama mertçeydi. Onun için hiçbirimiz korkmadık ama o çocuğun babasını katledenler torbacı.” Akla gelen o ilk soru ardı ardına paylaşıldı sosyal medyada. Siyasi cinayetin mertçesi nasıl olur? Nedir bunun koşulu? Mesela tetikçi torbacı olunca namert de beyaz bereli olunca değil mi? Bir tuğla çekersek yıkılır denen duvarlar, kurşunlar, bombalar, suikastlar; Hrant Dink, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Metin Göktepe hepsi sadece bu ay içinde öldürülenler. Memleketçe güvende miydik ki korkmadınız onca yıl? 

***

Konuşmasının devamında oy istediği Sivaslıların ferasetine inandığını söylüyor Akşener. Çünkü diyor, Sivas manda ve himayeyi reddetti. Sivas kongresine atıfla Cumhuriyet’e geçişte Türkiye’nin nasıl hür ve bağımsız olmasını sağladıysanız, o iradenizle bizi güçlendirdiğiniz andan itibaren (…) Türkiye’yi biz asıl kuruluş ayarlarına sizinle el ele vererek döndürmek üzere (…) Ne var ki Akşener’in siyasi kariyeri ülkücülük ve İslamcılığın harman olduğu partiler içinde geçti. Sözünü ettiği bağımsızlık, bizzat mirasını devraldığı sağ iktidarların yönetimindeki Türkiye’nin 40’ların ortasından itibaren safını ABD ve NATO tarafında belirleyerek, kapitalist sisteme dahil olmak için antikomünist mücadeleyi kendine amaç edinmesiyle tahrip edildi. 

***

Solcular, komünistler, sendikal ve sivil örgütlenmeler Türkiye’nin siyasi ve iktisadi bağımsızlığına darbe vurulmasının önünde hep birer engel olarak görüldü. Türk-İslam sentezinin bir devlet ideolojisi haline getirildiği 12 Eylül’e kadar sol adım adım düşmanlaştırıldı işkence ve cinayetler cezasız bırakılarak adeta meşrulaştırıldı. Öyle ki, Susurluk skandalından sonra dönemin başbakanı Tansu Çiller, “devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyebilmişti. İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’dı, sonrasında görevi Meral Akşener devraldı. 

***

Türkiye’de siyasetin dilinden şeref ve mertlik hiç eksik olmazken atlanan tek bir kuşak yok ki anılarında en az bir katliam ve birden fazla siyasi cinayet yer etmesin. İşte bugün onlardan birinin, Hrant Dink’in öldürülüşünün 17’inci yılı. 2007’de genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesi önünde suikasta uğradı. Yıllarca tehdit edilmiş, Türklüğü aşağıladığı iddia edilerek hedef gösterilmişti. Tetikçi Ogün Samast’ın iki polisin yanında bayrak açtığı kamera görüntüleri ortaya çıktığında cinayet soruşturmasının uzanabileceği yer de belli olmuştu. Ve diğer siyasi cinayetlerde olduğu gibi suikastın organizasyonu içinde bazı devlet görevlilerinin yer aldığına dair kuvvetli şüpheler vardı. Samast örgüt üyeliğinden hüküm giymedi. Karar ailenin itirazıyla sonradan değişse de ceza maddesinin ‘basit üyeliği’ tarif etmesi nedeniyle zaman aşımına uğradı. 

***

Dink cinayetinden üç ay sonra Malatya’da, Zirve Yayınevi çalışanı üç Hıristiyan, 20’li yaşlardaki beş kişi tarafından boğazları kesilerek öldürüldü. Katiller, cinayeti işleme nedenlerinin Hıristiyanlık propagandası yapan yayınevine karşı duydukları tepki olduğunu söyledi. Yargıtay, 2019’da beş sanık hakkında verilen 39 yıl hapis cezasını onadı ancak cinayetleri, beş kişinin planlayarak işlemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu belirtmesine rağmen, sanıkları azmettiren fail ve örgüt ortaya çıkarılamadığı için terör eylemi kapsamında değerlendirmedi. Maktullerin aileleri tarafından İçişleri Bakanlığı ve Malatya valiliği aleyhine açılan tazminat davasında Malatya İdare Mahkemesi’nin verdiği karar Danıştay tarafından bozuldu. İkisinin de hizmet bakımından kusur işlemediğine hükmedildi. 

***

Art arda işlenen bu cinayetlerin ortak yönü belirli bir etnik köken ve inanca karşı duyulan açık nefretti. Hrant Dink, Ermeni olduğu için hedef gösterilerek ve Zirve Yayınevi çalışanları Hıristiyanlık inancına bağlı oldukları için öldürülmüştü. Yargı süreçlerinde ortaya konan deliller, iki cinayetin de planlı ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirildiğine dair şüpheleri doğrulamıştı. Tıpkı Sinan Ateş cinayetinde benzerine rastlandığı gibi. Akşener’in dünkü konuşmasında haklı olduğu bir yer var ki, o da “bir çocuğa bunu yaşatmaya kimsenin hakkı yok. Bu çocukların ahının yerde kalmaması için bizi seçin.” Seçerler mi orasını Sivaslılar bilir ama yerlerde çok ahımız kaldı bizim. Tanışmadan birbirine kardeş olan çok çocuk var bu ülkede. Ve fakat merak ediyorum, güvercinlerin bile tedirgin gezdiği yerde hangi ‘mert’ cinayetler korkutmadı sizi?