Habisleşen korkularımız

Duygu Ergün

Korku, gerçek bir tehlikenin ya da bir tehlike olasılığının, düşüncesinin uyandırdığı kaygı duygusu. Evrimsel açıdan ele alındığında, korkunun oldukça eski bir hayatta kalma mekanizması olduğunu söylenebilir. Herhangi bir hayvanın korkusuz kalma, korkusuzluğa sebep olabilecek genleri sonraki kuşaklara aktarma olasılığı düşüktür. Genlerimizin kölesi değiliz elbet ama nihayetinde onlardan etkileniriz, bu sebeple de korkarız. Korkunca vücudumuz birkaç saniye içinde donma, kaçma ya da savaşma durumuna uygun hale gelir. İşte burada bu üç eylemden birine karar vermemiz gerekiyor.

Patricia Polacco’nun şahane bir çocuk hikâyesi var: Fırtına Pastası. Bir kız çocuğunun büyükannesinin yardımıyla gök gürültüsü korkusunu nasıl yendiğinin hikâyesi bu. Gökte parlayan bir şimşek, evi sallayıp pencereleri titreten bir gürültü ve tüm bunlardan sonra yatağın altına saklanan bir kız çocuğu. Büyükannenin ise burada fırtına pastası yapmak gibi ilham verici bir planı var. Bunun için önce fırtınanın ne kadar uzakta olduğunu bilmeli -şimşek ışığından gök gürültüsüne kadar saymak yeterli- sonra da fırtına gelmeden pastayı bitirmeliler. Öyle de oluyor. Büyükanne, torununun tehlikenin eşiğinde ve korkular içindeki durumuna karşı ezber bozan bir taktikle ona nasıl mücadele edeceğini gösteriyor. Çünkü alçak fırtına bulutları, yere yakın uçan kuşlar ve her daim duyulabilen gök gürültüsü onların yaşadıkları çiftliğin doğalıdır. Mühim olan yatağın altına saklanmadan gelen fırtınayı cesurca karşılayıp fırtına pastası yapabilmek.

“Bu kadar şimşeksiz bir dünyada yaşamayacağız”

Korku karşısında savaşmayı seçen bu büyükanne torun hikâyesini hayatımızdaki birçok örneğe uyarlamak mümkün. Sait Faik’in dediği gibi “Bu kadar bulutsuz, bu kadar rüzgârsız, bu kadar şimşeksiz bir dünyada yaşamayacağız”, yaşamıyoruz da. Yaklaşan, gürleyen, savuran fırtınalar bizim de doğalımız. Korku da kuşkusuz en ilkel özellik olarak olağanımız. Ancak korkularımız ve korkular karşısındaki tepkilerimiz bir midir? Örneğin fillerin geneli için karşılarına aniden çıkan fareden korkar, fareler için de kediden korkar ve kaçar diyebilirken insanlar için genel geçer örnekler verebilir miyiz? Nitekim “toplumsal bir varlık” olan insanın öğrendiği korkular yaşadıkları coğrafyaya göre değişkenlik gösterebiliyor. Norveç’te doğup büyümüş biriyle Türkiye’de büyüyen ve hatta Türkiye’nin büyük şehrinde yaşayanla taşrasındakinin korkuları örneğin, kuşkusuz tıpatıp değildir; tabii korkuyla baş etme yöntemleri de…

Korku, evrimsel kökleri gereği anlaşılabilir. Mesele, genler kadar kültürün de aktarılabilir olduğunu unutmamak. Bu ölçüde örülen korku duvarına tuğlayı koyuyor muyuz yoksa çekiyor muyuz, bunu bilmek. Bir annenin cesedi bir hafta kaldırımda beklerken, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi yaşadığı şehrin insanınca darp edilerek ölürken, Aysel Tuğluk, saldırıya uğrayan annesinin cenazesini defnedildiği yerden çıkarmak zorunda kalırken, Kaz Dağları ranta açılır ormanlar birer birer yakılırken ve dahası deprem felaketi sonrası göçük altında kalan binlerce insanı kurtarabilmek varken o duvarı ne kadar aşabiliyoruz, bunu tartmak. Habisleşen korkularımız bizi teslim alırken her duvarın harcını sorgulayıp fırtına pastası yapmayı akıl etmekte fayda var.