Google Play Store
App Store

‘Hafıza’nın kendi başına bir araştırma konusu olması, esas olarak modern zamanlara özgüdür. Aydınlanma fikriyatının beslediği siyasi ve kültürel pek çok başka alanda olduğu gibi geçmiş de özel bir politik-akademik ilgi konusu olmuştur. İmparatorlukların yerini alan ulus devletler kendi arşivlerini oluşturmaya ve kendi ulusal tarihlerini yazmaya bu süreçte yönelmişlerdir. Esasen ‘Düşünce Tarihi’ de dahil olmak, üzere bütün tarih yazımı da bu dönemin ürünüdür.

Bugün dünyada akademik kurum-ortamlarda resmi müfredata ve genel kabule konu olan pek çok tespit, bu tarih yazımıyla ilgilidir ve ‘aydınlanmacı’ insanın bakışını yansıtır. ‘Karanlık ortaçağ’ ve/veya ‘düşüncenin bir parlak dönemi olarak kabul edilen ‘Rönesans’ kabulleri bunun örneklerdir. Sonraları dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde yazılan ‘ulus tarihleri’ de bu geleneğin parçasıdır ve birbirine benzer şekilde ulusların kahramanlıklarını anlatır, durur.

Peki, sahici tarih böyle midir? Elbette hayır. Adına ‘karanlık çağ’ denilen sürecin yüzyıllarca sürmesi, her şeyden önce topluluk yaşamının doğasına aykırıdır. Aynı şekilde sürekli zaferlere konu edilen ulusal kahramanlıkların da genellikle öteki yüzü vardır. O görünmez yüzde büyük kıyımlar ve toplumsal gözyaşları bulunur. Ama resmi hafıza, öteki yüzün görünmediği şekilde kurulmuştur. Böyle olunca her yerde ‘öteki’ hafıza yok edilmiş ya da yok olmaya bırakılmıştır.

***

1960’lı yıllarda sosyal bilimler içinde eleştirel yeni yaklaşımlar ortaya çıktığında ‘hafıza’ da bu yeni yaklaşımların konusu olmaya başlamıştı. Bugün geniş bir literatüre konu olan bireysel hafıza, toplumsal hafıza, mekânsal hafıza gibi pek çok kavram bu yeni yaklaşımlarla ilgilidir. Aynı şekilde bir bilimsel araştırma yöntemi olarak ‘sözlü tarih’ de bu süreçte gelişti ve kabul gördü. Bu durum hem öteki hafızanın inşasına alan açtı, hem de resmi hafızanın kuruluşunda etkili olan dinamiklerin anlaşılmasını sağladı.

Modern dünyanın ötekileri, bu süreçte kendi bireysel/mekânsal/toplumsal hafıza örneklerini inşa ettiler. Mezar taşlarından, inanç mekânlarına ve türlü bellek nesnelerine kadar görünmez hafıza alanlarına ayna tuttular. Bireysel girişimlerle kendi öykülerini yazdılar, belgesellerini, filmlerini çektiler, anadillerini öğrenmek için dil kursları açtılar, folklorunu yeniden ürettiler, festivallerini tertip ettiler. Özetle modern dünyanın yok saydığı veya yok ettiği hafızanın mekânlarını inşa etmeye yöneldiler.

Bu eğilim yine aynı süreçte daha çok bir kamusal görev olarak bilhassa yerel yönetimlerin ilgi alanına da girdi. Bundan dolayı son yıllarda belediyeler, yerel hafızanın inşası ve üretimi için politika ve perspektif geliştirdiler. Beldelerindeki kültürel-mekânsal birikimi görünür kıldılar. Özellikle festivaller ve türlü diğer etkinlikler aracılığıyla görünmez alanlarını kamusallaşmak için çeşitli adımlar attılar. Böylece hafıza, modern devletlerin kayıtlarını tuttukları, belgelerini tasnif edip sakladıkları ve ulusal kahramanlıklarını anlattıkları bir belge-anlatı toplamı/alanı olmaktan çıktı. Bunlardan çok daha büyük ve derin bir alan olarak ‘öteki’ yüzlerin bir ölçüde görünür olduğu bir olgu haline geldi.

***

Türkiye’de de dünyadaki bu eğilimin yansımaları oldu. Bugüne kadar yerel ve/veya merkezi ölçekte öteki toplumsal/siyasal hafızanın bazı önemli ürünleri/mekânları ortaya çıktı. Resmi anlatı ve arşivlerin söylediklerinden daha farklı bir hafıza kısmen görünür hale geldi. Zaman zaman engellemelerle karşılaşsa da, öteki hafıza bugün çok çeşitli araçlarla kendini üretmeye devam ediyor. Bu durum bir bakıma hâkim politik sistemi, geçmişle topyekûn yüzleşmeye zorlayan bir imkân anlamına geliyor.

Son haftalarda Türkiye’nin politik gündeminde ilk sıralarda yer alan ve normal olarak umutla karşılanması gereken, ama tuhaf bir şekilde hemen hiç bir toplumsal kesimde beklenen sevinç halini bir türlü yaratamayan ‘barış süreci’ni anlamak için de, Türkiye’nin görünmez kalan siyasal hafızasına bakmak gerekir. Aktörlerin, örgütlerin, olayların ve sistemin hafızasına. Belirsizliğe konu soruların yanıtları büyük ölçüde o hafızada saklıdır. Belki de yüzleşmeye de tam olarak buradan başlamak gerekir.