Google Play Store
App Store

‘Heykeltıraşın Kızı’, Jansson’un hem çocukluğunu hem de sanatçı kimliğini yansıtan yarı otobiyografik bir figür. Kitap, bağımsız hikâyelerden oluşsa da bütününde çocuğun gözünden görülen ama anlaşılmayan şeylerin ne kadar güçlü etkiler bıraktığını gösteriyor bize.

Hafızamın direnişini anlatan öyküler
Tove Jansson

İlke KAMAR

Tove Jansson edebiyatında, çocukluğun yalnızca geçmişte kalan bir zaman dilimini değil, hafızanın derin katmanlarından gelen düşün diliyle direnmeye ve özgürleşmeye çağıran bir varoluş hâlini ortaya koyar. Neredeyse tüm eserlerinde gördüğümüz çocuk bakışının biçim kazandığı kırılgan ve keskin anlatı ‘Heykeltıraşın Kızı’nda da, karşımıza çıkar. İçe dönük isyanla örülü bu metin, bir çocuğun dünyayı anlamlandırma çabasını hassasiyetle sunar. Anlatıcının iç sesi ile dış dünyanın karmaşası arasındaki gerilim, Jansson’un hem kişisel hem sanatsal belleğini açar okura. Tam da bu eşikte, Jansson’un çok daha bilinen Mumilerin dünyasına uzanan yollarından bahsetmemek olmaz. Çünkü Mumiler’in dünyası da benzer biçimde çocukların sorularını yanıtlamaktan çok, onlarla birlikte susmayı ve düşünmeyi önerir diyebiliriz.

Mumiler serisinde, çocuk ve yetişkin dünyası arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir yapıyla da karşılaşırız. Çocuklar, özgürlük ve sorumluluk arasında denge kurmaya çabalarken aile anlayışı da geleneksel kalıpların dışında ilerler. Aynı zamanda neredeyse tüm kitaplarında toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyan bir yapıdan söz edebiliriz. Jansson, çocuk dünyasını anlamlandırmaya çalışırken çocukların yaşadığı çelişkileri vurgulayarak varoluşsal bir düzleme çeker bu da sadece çocukların değil, aynı zamanda yetişkinlerin de okuyup üzerine düşünebileceği felsefi metinler haline getirir eserlerini.

DOĞA TEMASININ ROLÜ

Doğa ise karakter gibi önemli işleve dönüşür hikâyelerinde. Özgürlük ve kimlik gelişiminde doğa önemlidir. Okurun dikkatini kişilerden ve olay örgüsünden uzaklaştırarak boyutlandıran bir doğa temasına yönelir Jansson. Örneğin Mumiler için doğa, hem bir kaçış alanı hem de kendi sınırlarını keşfettikleri bir yer gibi sunulur. ‘Tehlikeli Yaz’ bunlardan biridir mesela. Kitapta sel sularının yükselmesiyle her şey suların akıntısına kapılıp gitse de bir çıkış noktası bulunur: “Yağmur birden şiddetini artırdı. Uzaktaki bir kıyıdan dalgaların karaya çarpma sesi geliyordu. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmasına rağmen hava hâlâ güzel görünüyordu. Ama o an fırtına vardı. Gürleme sesleri başlarda uzaktan belli belirsiz geldi. Ardından sesler giderek yaklaştı ve salonun ortasında beyaz ışıklar belirmeye başladı. Mumiler kendilerini art arda duydukları bir gürültü cümbüşünün içinde buldular.” Kitaptaki felaket beklentisi, aynı zamanda değişim ve dönüşüm sürecinin kaçınılmazlığına işaret eder. Çocukların zorluklarla başa çıkma biçimlerini göstermenin bir yoludur Jansson için. ‘Mumiler Ve Büyük Sel Baskını’ da bunu karşılar bir yapıya sahiptir. Ormanda büyük sel baskının ortasında evlerine kavuşma özlemi içindeki karakterlerin macera dolu bir öyküsü üzerine düşündürür yazar. Bir başka dikkat çeken felaket teması üzerinden ilerleyen ‘Kuyruklu Yıldız Geliyor’da da çocukların büyüme sürecindeki belirsizliklere ve korkularına yer verir Jansson. Felaket, sadece dışsal bir tehlikenin ötesinde aynı zamanda iç dünyasının karmaşıklığını gösterir bize. Tıpkı doğa gibi eserlerinde farklılık, ötekileştirme ve hoşgörü temalarının öne çıktığını söylemek mümkün. Bireysel özgürlük ile toplumsal aidiyet arasındaki etkileşim aile, dostluk, gibi kavramlar etrafında eleştirel bir bakışla işlenir. Bazen totalitarizm, yabancı korkusu ve insan doğasının karanlık yönlerini de aktarır yazar. Konuyla ilgili röportajlarında Jansson, özellikle soğuk savaş döneminde, insanları birbirinden ayıran korku ve güvensizlik üzerine durduğunu ve bunun edebiyatındaki önemini belirtir.

Tüm bunların yanı sıra Tove Jansson’un çocukların kendi kararlarını alma sürecinde yaşadıkları içsel çatışmaların onların gelişimine nasıl katkıda bulunduğunu da vurguladığına da rastlarız röportajlarında. Karakterler, bir yandan bağımsızlıklarını sınarken, diğer yandan grup içinde uyumlu olmanın yollarını ararlar. Ve baba figürü değişmez bir rol üstlenir. Hem otoritenin hem de ailede gücün temsili gibidir. Her şeyin detayına dikkatli bakan çocuğun gözünden bu figür de çatışmalarının eşlikçisidir. Yazının girişinde bahsettiğim geçen günlerde Ayrıntı Yayınları’nın okurla buluşturduğu ‘Heykeltraşın Kızı’ da yine çocuk gözünden bakarak kendi dünyasını ve yetişkinlerin karmaşık ilişkilerini, çatışmalarla ortaya koyuyor. Kitabın anlatıcısı çocuk yaşlarda bir kızın gözünden bakarak kendi dünyasını, ailesini, sanatçı çevresini ve duygusal çatışmalarını aktarıyor. Ancak klasik bir çocuk tasviriyle ile ilerlemiyor ‘Heykeltraşın Kızı’. Çocuk anlatıcının iç sesiyle dış dünyadaki olaylar zaman zaman iç içe geçerek aktarılıyor bize. Sanat, yaratıcı süreç, aile içi gerilimler gibi yetişkinlere özgü konular çocuğun diliyle anlatılıyor. Zaman zaman babadan yapılan alıntılarla katmanlı bir yapıyla karşılaşıyoruz. Bu alıntılarda, bazen zorlayıcı bir babanın yarattığı güç odağını da açık ediyor anlatıcı.

Bununla birlikte anlatıcının babaya gizli öfkesi kadar Tanrı’ya isyanını da simgeye dönüştürüyor yazar. ‘Altın Buzağı’ bölümünde, anlatıcının Tanrı’ya isyanı yaptığı heykelle açığa çıkıyor. İncil’deki ‘Altın Buzağı’ hikâyesine göndermeyi genellikle doğrudan alıntılarla değil, daha çok görünmez bakış açısıyla aktarmayı seçiyor yazar: “Buzağının kafasını çok iyi yapmıştım. Teneke kutular, çaputlar ve bir manşon parçasıyla çalıştım, hepsini iplerle birbirine bağladım. Biraz uzaklaşıp gözünüzü kısarak baktığınızda, heykelden hafif bir altın ışıltısı yayıldığı görülüyordu, özellikle burun çevresinde. Bu hevesimi iyice artırdı, altın buzağıyı giderek daha çok, Tanrıyı daha az düşünmeye başladım.”

YASAKLI KÖŞELER, GİZLİ DEFTERLER…

Kitapta bir diğer dikkat çeken unsur anlatıya sessizlik kavramının yerleşmesi diyebiliriz. Sessizlikle yazar, hem bir ifade biçimini hem de anlam arayışını ortaya koyuyor. Sanatçı bir ailenin içinde büyüyen çocuğun, deneyimi ve üretim süreçleri için bunun önemini fark ederiz çok geçmeden. Yasaklı köşeler, yüksek merdivenler, gizli defterlerle bir iç dünya kurar anlatıcı. Yetişkinlerin davranışlarını da, sözlerinden çok sessizliklerinden anlama çabası içindedir: “Kanepedeki minderlerden kendime bir yer yaptım, minderlerin arasındaki gözetleme deliğinden arada bir anneme baktım. Baktığımı hissetti, keyfin nasıl? Diye sordu çizmeye devam ederken. İyi, dedim. Sonra dört ayak üzerinde emekleyerek son odaya gittim, sandalyenin üzerine çıktım, bana doğru gelen karı izledim. Şimdi bütün ufuk dünyanın kenarından aşağı kaymıştı. Orman kıyıları da görünmüyordu, kayıp gitmişti. Dünya yana eğilmişti, yavaş yavaş devriliyordu, her gün biraz daha. ” ‘Heykeltıraşın Kızı’, Jansson’un hem çocukluğunu hem de sanatçı kimliğini yansıtan yarı otobiyografik bir figür. Kitap, bağımsız hikâyelerden oluşsa da bütününde çocuğun gözünden görülen ama anlaşılmayan şeylerin ne kadar güçlü etkiler bıraktığını gösteriyor bize.