Haftanın Öyküsü: Karanlık

> HAKAN BIÇAKÇI

“Yaşamak, başkaları tarafından muhasara
altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktır.”
A. H. Tanpınar

İçinden beyaz köpükler fışkıran sarı süngeri elimdeki turuncu tabağa iyice bastırdım. Porseleni kaplayan yağ tabakasıyla birlikte içimdeki isimsiz sıkıntıların da çözülmeye başladığını hissettim. Üst üste yıkadığım tabakların yüzeyiyle birlikte zihnim de temizleniyordu. Dairesel hareketler… Suyla birlikte bulanık düşüncelerim şeffaflaşıyordu. Pırıl pırıl... Hiç acele etmeden tüm bulaşığı yıkadım. Parmaklarımdan damlayan suları tişörtüme silerek salona geçtim. Televizyonu kapatınca evin çok sessiz olduğunu fark ettim. Ve havasız... Pencereyi açtım. Mahalle sonsuz bir karanlığa gömülmüştü. Kafamı uzatıp etrafa baktım. Dışarısı yok olmuş gibiydi. Dairelerin hemen hepsi ışıksızdı. Tek tük camda belli belirsiz mum ışıkları titriyordu. Büyük arızalar olduğunda tüm mahallenin elektriğinin gittiği olurdu fakat… Arkamı dönüp salonun tavanında yanan lambanın sinir bozucu parlaklığına baktım. İçime tuhaf bir sıkıntı yayılmaya başladı. Bulaşık yıkarken temizlenen zihnim bir anda hiç olmadığı kadar bulanıklaştı. Sulara karışıp gitmiş olan sıkıntı yeniden göğsüme yapıştı. Kupkuru... Bir süre evin içinde şuursuz adımlarla dolandım. Sonra iki yan sokakta oturan arkadaşımı aradım.

“Efendim?”
“Abi benim ben. Uyumuyordun inşallah.”
“Yok ya mum ışığında oturuyorum mal gibi.”
“Sende de kesik mi?”

“Komple gitti. Şehrin yarısı karanlıkta... Demin sigara almaya çıktım göz gözü görmüyor dışarıda. Arabaların farı olmasa evin yolunu bile bulamayacaktım.”
“Abi bende var elektrik.”
“A ah!”
“Evet?”
“Nasıl olur ya?”
“Ne bileyim oğlum ben de anlamadım ki.”
“İyi işte daha ne istiyorsun. Zaten birazdan gider seninki de. Son aydınlık anlarının tadını çıkarmaya bak.”


Ben de öyle düşünüyordum ama gitmedi. Karanlığa gömülmeyi bekleyerek huzursuz bir biçimde uzandım salondaki kanepeye. Hiçbir işe başlayamadım. Birazdan kesilir, şimdi gider diye. Gözümün gördüğü her şey karanlıklara gömülüp yok olmayı bekliyordu. Saatler geçmek bilmedi. Kalkıp evin içinde amaçsızca dolandım. Mumu, çakmağı, feneri ayarladım. Çakmağın gazını, fenerin pilini kontrol ettim. Ancak hiçbirini kullanmama gerek olmadı.
Ertesi akşam eve yürürken sokakta tek bir ışık yoktu. Esnaf mumların titrek veya şarjlı floresanların soğuk loşluğunda sessiz sessiz oturuyordu.

“Cemil abi selam. Bir ekmek versene… Mum ışığında romantizm ha?”
“Ya sorma abicim rezil kepaze olduk iki gündür. Bir şey değil dolaptaki mallar bozulacak yakında.”
Az önceki zevzekliğimden rahatsız olarak ciddileştim: “Evet ya çok pis oldu bu iş. Bir an önce halletseler bari.”
“Bu sefer arıza sağlammış. Dört aşağı mahallede biraderin dükkânı var benim, onda da yokmuş.”
“Yandık o zaman.”

Mum ışığında aydınlanan beyaz poşet içindeki ekmek görüntüsü tablo gibiydi.
“Sağ olasın.”
“Eyvallah, hadi iyi akşamlar.”


Birbirinden karanlık sokaklardan geçip apartmana girdim. Otomatik ışığa bastım, yanmadı. İçime derin bir huzur çöktü. Ta ki kedi dairemde ışıkların yandığını görene kadar... Ekmeği mutfak masasına bırakıp ayakkabımı bile çıkarmadan telefona gittim.
“Elektrik İdaresi mi?”
“Evet.”
“Merhaba ben Maçka’da oturuyorum…”
“Biliyorum efendim şu an o tarafta elektrik yok. Ana kofra patlamış. Çalışma sürüyor.”
“Hayır, ben şey için aradım. Benim dairede elektrik var.”
“…”
“Civardaki apartmanlarda yok. Benim apartmandaki diğer dairelerde de… Ama benimkinde var. Bütün ışıklar yanıyor.”
“Allah Allah... Valla beyefendi tam tersi bir durum olsa arkadaşları gönderirdik baktırmaya ama… Bu durumda ne diyeyim, yakında gider sizinki de.”
“Teşekkür ederim. Ben bilginiz olsun diye söyledim zaten iyi çalışmalar.”


Camı açıp dışarı baktım. Çıt yoktu. Görüntüyle birlikte ses de gitmişti. Karşı pencerelerin karanlığının içinden bana bakan siluetler görür gibi oldum. Emin olamadım. Belli belirsiz karaltılar karanlığın içinde ışıl ışıl parlayan daireme bakıyorlardı sanki. Göremediğim birileri tarafından görülme hissi içimi ürpertiyordu. Daha fazla dayanamayıp içeri geçtim. Perdeyi kapadım.

Cemil abi selam. Bir ekmek versene… Nasıl gidiyor?”
“Nasıl gitsin abisi bittik ya. Mallar eridi, bozuldu, kokuştu. Çok büyük zarar ettik şu kesinti yüzünden. Arıyorum telefona bakan yok bu nasıl devlet anlamadım gitti. Sen nasılsın bari?”
“Ben de rezil oldum sorma. Ne yıkanabiliyorum, ne çalışabiliyorum.”
“Sizin de ayrı zor, yoğun çalışan insanlarsınız. Buyur.”


Mum ışığında aydınlanan beyaz poşet içindeki ekmek... Dünkü tablonun röprodüksiyonu...
“Sağ ol, hadi görüşürüz.”
“Görüşürüz, Allah sabır versin.”
“Eyvallah abi hepimize…”


Karanlık apartmanın merdivenlerini cep telefonumun ışığının yardımıyla çıktım. Kapıyı açıp içeri girdim. Buz kesen elim elektrik düğmesine uzandı.

Bütün gece aydınlık salonda kımıldamadan oturdum. Hiçbir şey yapmadan… Sürekli pencereden bakıp mahallenin durumunu kontrol ediyordum. Elektrik gelmiş mi diye... Pencereyi her açtığımda göğsümü sıkıştıran o dipsiz karanlıkla karşılaşıyor, boğulacak gibi oluyordum. Pencerelerde, sokak diplerinde, köşe başlarında ışıklar içindeki daireme gözlerini dikip bakan karaltılar sürekli çoğalıyordu sanki. Görmediklerim tarafından görülme hissi saatler ilerledikçe keskinleşiyordu. Uykum gelip ışıkları kapayana kadar rahat bir nefes almadım.

Mahallede elektrik kesintisi sürüyordu. Etrafımı saran yoğun karanlığın ortasındaki huzursuz aydınlıkta oturuyordum. Bir süre daha oturdum. Sonra birden ayağa kalktım. Hiçbir şey düşünmeden elektrik düğmesine yürüdüm. Uykum yoktu ve daha çok erkendi. Yine de ışığı kapattım. Kanepeye geri döndüm. Saatlerce karanlıkta oturdum. Her nefes alıp verişte biraz daha rahatlıyordum. Sonra aklıma mutfakta birikmiş olan bulaşık geldi. Yıkamak istedim. Işığı açmak istemedim. Sabahı beklemeye karar verdim. Sonra dayanamayıp mutfağa geçtim. Karanlığın içinde küçük adımlarla ilerleyip el yordamıyla musluğu buldum. Ellerim bir süre boşlukta gezindikten sonra üst üste dizilmiş kirli tabakları buldu. İçinden soğuk sular fışkıran yumuşak süngeri elimdeki porselen tabağa iyice bastırdım. İçimdeki isimsiz sıkıntıların çözülmeye başladığını hissettim.