Hakemin hevesi kursağında
Hayatın başka alanlarında, insan ilişkilerinde de vardır bu sendrom. Ama futbolda da çok sık rastlanır.
Hani, bir insan ya da bir ekip, çok başarılı bir seri yakalar, beklenenin üzerinde bir performansla “ortalığı tozu dumana katar” ve herkese parmak ısırtır da, yaptığı bu (eski tabirle) “sükse” kıskanılır ya...
İşte o kişinin veya o ekibin, deyim yerindeyse “karizmasını çizmek”, çıkışını durdurmak için rakipleri kıskançlıkla ellerinden geleni yapar ya...
O durumdan söz ediyorum.
Ama ne ilginçtir ki, 6’ncı resmi maçını oynayan ve dün geceki dahil bu 6 maçta rakip kalelere tam 21 gol yağdıran (maç başına 3,5 gol) Beşiktaş’ın “karizmasını çizme çabası” rakibi Sivasspor’dan değil de, karşılaşmanın orta hakemi Direnç Tonusluoğlu’ndan geldi.
Sivasspor mevcut kadrosu ve sınırlı gücüyle oyunda elinden geleni yaptı. İkinci yarının son dakikalarında Beşiktaş kalesinde biraz daha fazla görünmeye çalıştıysa da, ne skorda dengeyi sağlayacak, ne de deplasmanda puan alacak gücü vardı. Biri penaltıdan (Immobile gole çevirdi) 2 gole boyun eğerken, (haklarını teslim etmeli) bir çirkinliğe de imza atmadı.
Ama, hakemin böylesine iyi top oynayan, Süper Lig’de taraflı tarafsız herkesin parmak ısırdığı bu “Yeni Beşiktaş”ı durdurmak ve konsantrasyonunu bozmak için neden bu kadar uğraştı, anlamak mümkün değil.
Futbolu 7-8 yaşında “junior takım” seviyesinde yeni öğrenmiş bir bebeye bile sorsan, İngiltere, Almanya, Hollanda, İspanya gibi üst seviyeli bir ligin hakemine de sorsan, gözünü kırpmadan “direkt” çalınabilecek bir penaltı için, utanmasa Anayasa Mahkemesi ya da AİHM’e kadar gidecekti Tonusluoğlu. O kadar ayak sürüdü yani.
Peki, VAR ekibine ne demeli?
Onlar da, bu kadar bariz ve tartışmasız bir pozisyon için “Bir gel de, sen de bak bakalım. Biz pek süzemedik” gibilerden nazlandılar. Neresinde tereddüt ettiler anlamak mümkün değil.
Halk arasında “Kaşı - gözü - ağzı - burnu oynuyor” dedirten (ona benzer bir deyim vardı) hareketler bunlar. Ayıp oluyor yani.
Bırakın, bu kadar iyi bir kadro ve şimdilik (nazar değmesin) keyif veren, “her takımdan futbolseverin izleme tercihi” haline gelen bir takım, çıksın ve topunu oynasın, biz de izleyelim.
Nedir derdiniz yani?
G. Van Bronckhorst, 10 yabancı 1 yerli (kaleci Mert Günok) ile çıktı sahaya.
Orta sahada “çiçeği burnunda transfer” Uduokhai’yi Paulista ile “Eş stoper”e koymanın karşılığını da bence aldı. İlk izlenimim “Bu ikili iyi iş yapar” oldu.
Svensson ve Masuaku’yu da, Sivasspor kanat adamları fazla zorlayamadı dün. Svensson’un bazı maçlarda yürek hoplatan gecikmeleri ve kısa boy kısa bacak dezavantajı ile hava toplarında ve sprinter kanat hücumcuları karşısında zaafları varsa da, geçen sezona göre çok daha fazla oturmuş ve takıma uyum sağlıyor.
Orta sanada Musrati ve Gedson’un uyumu ve performansı da fena değildi. Cher Ndour’un daha fazla süre almasını arzuluyor gönül. O çocukta iyi bir cevher var. Göreceğiz ilerleyen haftalarda... Yazın bir kenara.
İleride Immobile ve Rafa’yı zaten tarif etmeye gerek yok. Bu ikili, her an ansızın tabelayı değiştirebilecek kalite ve çabukluğa, en önemlisi de oyun zekasına sahip. Dün G. Van Bronckhorst Semih değil de Muçi ile başladı. Semih – Mustafa ikilisi ile bitirdi. Tesadüfi denemeler değil bunlar. Antrenmanda mutlaka bir formül bulmuş ve onu uygulamaya koymuş diye düşündüm.
Beşiktaş yine ilk 5 maçında da olduğu gibi bol ve “farklı” kombinasyonlarla çok pozisyon üretti.
Futbol böyledir. Bazen her girişiminiz takır takır gol olur. Bazen de rakibin “ipini çekmek için” 89’u beklersiniz. Tabii seyircinin yüreği ağzında bir bekleyiş olur bu. Gedson’un atım doyu takipçiliği ve rakibin topu sektirme hatasını iyi değerlendirmesi sonucu durumu 2-0 yapan golüne kadar, tribünde “Aman.. Sakın bir kaza olmasın” duygusu vardı. Açık konuşalım.
Ama bu sezonun Beşiktaş’ı, “89’da da yesek, 93’te cevap veririz” dedirten bir takım.
Nazar değmez ve hakemlerin utanç verici “Rakip çizemezse, karizmayı biz çizeriz merak etmeyin” diyen tavrı devam etmezse...
Bırakınız oynasınlar yahu.
İyiye niye taş atıyorsun?
Çalış, senin de olsun.