Halet Rezaki
Monşerlerimiz kalmadığı gibi Felatun Beylerimiz Halet Rezakiler’imiz de kalmadı, biz bize kaldık! Sadece ekonomik yoksulluğumuz değil, toplumsal yoksulluğumuz, düşünsel yoksulluğumuz da bundan efendim dersem pek mi acayip olur?
Milliyet’in Abdi İpekçi’nin yönetmenliğinde ve öncesinde sosyal demokrat, iyi bir orta sınıf gazetesi olduğu zamanları çok iyi hatırlıyorum, hem gazete tiryakisiydim hem okumayı sevdiğim köşe yazarları orada da vardı. Meşrepleri, görüşleri o gazeteye de bana da pek uymamakla beraber 150’liklerden Refi Cevat Ulunay ve Şeyhülmuharririn Burhan Felek’in yazılarını kaçırmazdım, ilki polemikçi ikincisi üslupçuydu çünkü.
Onları niye andım? Başlığı atınca gençleri düşündüm, ya hu dedim diyecekler ki, “bu amca da habire geçmişten dem vuruyor, bunlar kim biz ne bilelim?” Titreyip kendime dönecek halim yok ya, onu gereksinimi olanlar düşünsün, lakin gençler ve genç kalanlar, Halet Rezaki muhterem pek de eskilerden sayılmaz, yani Tanzimat efendisi filan değil, bildiğin Cumhuriyet efendisi!
Yazın Halet Rezaki diye, hemen çıkar, yanında hediyesi de var, Timur Selçuk, asıl hediye o tabii, bizim en özgün, en şahane, en ilginç müzik insanlarımızdan dünya sevgilisi bir adam. Benim yaşımdakilerin görmeye, dinlemeye doyamadığı besteci, piyanist, şarkıcı, yazar, Münir Nurettin Selçuk’un oğlu bilge bir insan. Cumhuriyetin onur duyacağı adlardan.
Nâzım Hikmet’in “Kanatları gümüş yavru bir kuş” dizesiyle hatırladığım şiirini de, “caddeden sokaklara doğru sesler döküldü”yü de, “ekonomi tıkırında” tıkırdatmasını da, hele “beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” sitemini de ve elbette en güzel şarkımız olan “1 Mayıs”ı da hiç kimseden demeyim ama, en çok ondan dinlemeyi, birlikte söylemeyi sevdim, severim.
Şarkı söyleme tarzı da benzersizdi sesi de, oyuncu bir sesti, piyanosu, hareketleri de oyuncuydu, nerdeyse ondan hiç beklenmeyecek biçimde, bu ayrı bir güzellik katardı şarkılarına, sahnesine. En hoş şarkılarından biri de sözlerini oyun yazarı Oktay Arayıcı’nın yazdığı “Halet Rezaki’nin Şarkısı”ydı: “Bilmedim fiyatını ömrümce / ekmeğin şekerin tuzun muzun / girmedim bakkal kasaptan içeri / ayağıma geldi ne istedimse / kondu önüme ne yedimse / ... / bıktım dünyayı sırtımda taşımaktan / ... / hayatın yorgunuyum ben / rahat vurgunuyum ben / ... / Barut kan açlık bitirirken dünyayı / yok kelimesini hiç duymadı / odalarımızın duvarları / karneyi görmedi bile evimiz.”
İkinci Dünya Harbi yıllarını ve sonrasını anlatan bir şarkıdır, tuzu kuru Halet Rezaki “esvaplarım ütülü mintanım kolalı potinlerim boyalı” diyen keyifzade bir efendidir. Özellikle Tanzimat edebiyatında bol rastlanan karakterlerdendir, bkz. Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey’i.
Çok şükür, monşerleri bitirip yerine esnaftan hariciyeci getirdikleri gibi, Felatun beyleri de Halet Rezakiler’i de bitirdiler! Böylece kalmadı birbirimizden farkımız! Onlar “Ama biz Osmanlı Bankası’yız!” diyorlar tabii eski bir reklamı hatırlatarak, desinler!
Bugün memleketi babalarının çiftliği gibi görüp keyiflerince yönetenler ve sürgit böyle gidecek sananlarla hempalarının (bir tür yandaş) sayesinde nihayet “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olmayı başardık. Hani asıl Cumhuriyetçi, asıl Atatürkçü biziz filan diyorlar ya, Kemalist ideolojinin şiarını bir bakıma bunlar gerçekleştirmiş oldular ki ne kadar övünseler azdır! Tabii küçük bir yorum farkıyla! Zenginlikte, refahta, gelir dağılımındaki adalette filan değil, milleti açlıkta, yoksullukta eşitleyerek gerçekleştirdiler! Böylece monşerlerimiz kalmadığı gibi Felatun Beylerimiz Halet Rezakiler’imiz de kalmadı, biz bize kaldık! Sadece ekonomik yoksulluğumuz değil, toplumsal yoksulluğumuz, düşünsel yoksulluğumuz da bundan efendim dersem pek mi acayip olur? Biz bize benzeriz diye övünmek gibi bir tuhaflığımız da var ki, birbirine bu kadar benzeyen, olmadı benzetilen bir toplumdan eşsiz, benzersiz, biricik bir şey çıkabilir mi?
Yazık oldu Halet Rezaki’ye!