Google Play Store
App Store

Dinci-milliyetçi iktidar bloğu, “iktidardan hiç gitmemek” ihtiyacı doğrultusunda zayıflayan hegemonyasını “yeni anayasa” üzerinden yeniden kurmaya yöneliyor. Bu arada siyasal İslamcı iktidarın Cumhuriyet karşıtlığına milliyetçi ortağı da tamamen angaje olmuş görünüyor.

Halk hala kararsızsa muhalefet suçu kendinde aramalı

21. yüzyılın ilk çeyreği hem dünya hem Türkiye açısından pek parlak bir çeyrek yüzyıl olmadı. Bu çeyreğin son yılındayız ve bu yıl daha da kötü geçme eğiliminde.

Dünya ve Ortadoğu yeniden şekilleniyor Trump sonrasında dünya artık daha farklı bir yerde. Gerçi Ukrayna Savaşını kışkırtmak ve yaymak, Filistin’deki İsrail soykırımını ve yıkımını açıkça teşvik etmek gibi insanlık suçları Trump öncesinden başlamıştı. Ama şimdi Trump, dışta emperyalist müdahaleciliğe ve içte faşizme yönelmeye pek hevesli görünüyor. Şu farklılığı not etmek gerekir: Hitler Almanya’sı, 1930’lardaki hegemonya boşluğunda bir hegemonya adayı olarak sivrilmek istemişti. Ama ekonomik ve beşerî kaynakları bu iddiasını destekleyebilecek büyüklükte değildi. O zamanki Batı dünyası, Almanya’nın Sovyetler Birliği’nin çökertilmesi bakımından kullanışlı bir araç olacağını düşünerek hareket etmişti; mecbur kalmadıkça savaşa bile girmeyecekti. Şimdiki durum ise çok farklı: ABD, hegemonyası zayıflamış olmakla birlikte hâlâ bir hegemon güç olarak davranabilecek askerî kapasiteye sahip. Üstelik, ufukta görünen bir hegemonya transferine karşı savaşı göze aldığını gösterme kararlılığında. Gerçi Demokratlar ve Cumhuriyetçiler burada birleşiyorlar. Trump’ın farkı, ABD askerî-teknolojik kompleksinin savaş iştahları eşliğinde, öncelikle Batı kampı içinde sürtüşmelerin/işgallerin (Grönland, Panama, Filistin…) önünü açabilecek olması.

Türkiye’de siyasetin yeniden şekillenmesi Dünyada despotik iktidarlar/faşist siyasi hareketler yükselirken, Türkiye’de de seçmen tabanı zayıflayan AKP rejimi baskı ve sindirme hattını pekiştirme peşinde. Dış politikayı da İmralı açılımını da bunun için araçsallaştırmakta. Dış macera arayışları da bundan bağımsız değil. Bunun arkasında, Haziran 2023’ten itibaren uygulanan örtük IMF programının yarattığı hoşnutsuzlukları iktidarın yargı-kolluk üzerinden baskılama ihtiyacı da önemli. Bütün bu yoksullaştırma, yolsuzlukları tırmandırma, dışarıda yeni maceraları ve içte/dışta yeni ödünleri hazmettirme siyasetlerinin ancak eli sopalı bir iktidarla yürütülebileceğinin de farkında. Türkiye’de her türlü muhalefeti sindirme operasyonları da bunun öteki yüzü. Dinci-milliyetçi iktidar bloğu, “iktidardan hiç gitmemek” ihtiyacı doğrultusunda zayıflayan hegemonyasını “yeni anayasa” üzerinden yeniden kurmaya yöneliyor. Bu arada siyasal İslamcı iktidarın Cumhuriyet karşıtlığına milliyetçi ortağı da tamamen angaje olmuş görünüyor.

Peki, muhalefet ne yapıyor ve ne yapmalı? Muhalefetin doğru kavraması gereken birkaç konu var. Birincisi, AKP’nin tam anlamıyla bir savaş yürüttüğünü kavramak zorunda. Bunun yanıtı da aynı boyutta olmalı. İktidarın her hamlesi karşısında savunmaya çekilmenin bir mücadele yöntemi olmadığı artık anlaşılmalı. İkincisi, niçin bu kadar kararsız seçmen olduğunu doğru değerlendirmeli. Halkın önemli bir bölümü, 22 yıllık tek parti iktidarından ve gelir bölüşümünde yarattığı bunca bozulmadan, tırmanan bunca yolsuzluktan sonra bile, iktidar ile muhalefet arasında kendi sorunlarına çözüm üretmek bakımından esaslı bir fark göremiyorsa muhalefet bunun sebebini kendisinde aramalı. Sermaye yönlü politikalara angaje olmaktan (Bkz. “Altılı Masa” ekonomik programı) çıktığını, emek yanlısı kamucu/toplumcu/devletçi politikalara hiçbir mahcubiyet ve (iç ve dış) sermaye tarafından dışlanma korkusu duymadan geçtiğini kanıtlamak zorunda. “Kararsız seçmen” konusu, milletvekili transferlerine bakılarak da anlaşılabilir. Tabanı olmayan dört sağ partiden 38 sağ milletvekilini meclise sokup iktidarın değirmenine su taşıdıktan sonra şimdi de sekiz sağ kökenli milletvekiline CHP’de siyaset yapma yollarını açınca millet nasıl kararsız kalmasın? Böyle bir partinin omurgası olabilir mi? Ucu sermayeye dokunacak kamucu politikalar, laiklik ve bağımsızlık eksenleri gerçekten savunabilir mi?