Hapisten yükselen ses!
Bu toplumun tarihi şiirden resme, öyküden anıya hemen her alanda en iyi ürünlerin hapishaneden verilmesinin örnekleriyle doludur.
Geçtiğimiz günlerde CHP’’den Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’’nun hücresinden yazdığı “Türkiye Modeli” yazısı da hapiste üretimin yeni bir örneğidir (Karar,29 Nisan).
İmamoğlu topluma çeyrek yüzyıldır iyice unutturulan çok önemli bir değeri anımsatıyor; “üretim” diyor!
KAYBOLAN YILLAR
İzin verirseniz önce bir “patent hakkımı” kullanayım. Bu köşede ilki ta 14 Kasım 2019’da “Benim Adayım Neden İmamoğlu” başlıklı olmak üzere iki yazı yazdım. Çünkü 14 Mayıs 2023’te yapılacak Genel Seçimler, özellikle de Cumhurbaşkanlığı Seçimi, sonrasında yaşananların da her gün yeniden kanıtladığı gibi, ülke için gerçekten yaşamsaldı. Ancak ihanet masası olduğu bana göre o zaman da belli olan ve “sonradan yaşananlarla” iyice açığa çıkan Altılı Masa aday yanlışında ısrar etti. Ülke seçimlerden sonra özellikle hukuku ile çok ağır yıkımlar yaşıyor; ekonomi bir türlü düzeltilemiyor; toplum bunalıyor!
Uzun erimli bakılırsa anlaşılır ki, aslında kaybolan bunlardan çok daha fazlasıdır; iktidarın inşaat rantına ve doğanın talanına dayalı ekonomi politikası sonucu giderek kalıcılaşan ülkenin geri kalmışlığıdır; uluslararası gelişme yarışından hızla uzaklaşılmasıdır.
İmamoğlu hapiste de olsa, hastalığı giderek ağırlaşan bu yapıyı doğru tanımlıyor; bununla da yetinmiyor, “ülkemizin ilerleyeceği zorunlu istikamet bellidir: üretim” diyerek çıkış yolunu da gösteriyor.
TEK YÖN ÜRETİM
Özgeçmişine bakılırsa kendisinden beklenmeyecek bir çözümleme yapan İmamoğlu, üretim araçlarını kapitalizme geçişin buharlı makinesinden başlayan, elektrikli motordan iletişim ve bilişim teknolojileriyle Yapay Zekaya uzanan önemli niteliksel sıçramalarıyla günümüze dek sıralıyor. Aday, günümüzde üretimin sayısal artışının ve niteliksel gelişmesinin ana kaynağının teknolojik yenilik olduğu gerçeğini, uluslar arası küresel yarışın bu alanda olduğunu özenle belirtiyor. Altını çizmek gerekir ki, bu süreçte insanoğlu “ürettikçe özgürleşiyor, özgürleştikçe de daha çok ve daha nitelikli üretiyor”. Bu gerçeği kavrayan ülkeler de küresel denizde başarı ile yarışıyor.
Bu anlatımın ayrıntılarıyla tamamlanması kaçınılmazdır. Ülkemizde çeyrek yüzyıldır İmamoğlu’nun “erken sanayisizleşme” dediği sürecin ve hukukta, eğitimde ve kurumlarda yaşanan siyasal baskıların bir sonucu olarak unutulmuş olsa da günümüzde teknolojik yeniliğin nasıl yapılacağı çok açıktır. Teknolojik yeniliğin yapılabilmesi için her şeyden önce araştırma özgürlüğünün tüm yönleriyle “sınırsız ve yasal güvence altında” olması gerekir. Bu ön koşul, yalnız ve ancak şu üç direk üzerinde yerleşirse kalıcılaşabilir: Parasal kaynak, nitelikli ya da eğitimli insan gücü ve bunların birleştiği kurumsal yapı.
Ne kadar parasal kaynak ayrıldığının uluslararası göstergesi, her yıl ulusal gelirden araştırma ve geliştirmeye ayrılan paydır. Bizde on yıllardır yüzde birlerle yerlerde sürünen bu payın ülkenin “birikimli bir teknolojik gelişme gerçekleştirmesi için” en az yüzde iki olması gerekiyor.
Eğitim, İmamoğlu’nun da vurguladığı gibi anaokulundan üniversite sonrasına kadar asıl yapısı devlet eliyle ya da kamusal olan bir hizmet olmalıdır. Eğitim, çocuğun ve gencin bilgi ile üretimi birleştirmesini ve buradan “yaratıcı yeteneklerini” en üst düzeyde geliştirmesini gerçekleştirmelidir.
Kurumsal yapının üç ana kolu vardır: 1.Özel girişimler 2. Merkez Bankası ve İstatistik Kurumu başta olmak üzere araştırma yapan kamu kurumları ve 3. Üniversiteler. Bu kurumsal yapının, öncelikle kendi iç devingenliği ile çalışması; her türlü “bilim dışı” etkiden uzak olması; her birinin diğer ulusal ve uluslararası kurumlarla işbirliği yapmaları önemlidir.
Aday İmamoğlu 19 Mart’tan bu yana yapmakta olduğunu yapıyor; başta yurtiçinde ve dışındaki gençler olmak üzere tüm halkı özgürleşmenin temel gücünde, “üretim” bayrağının altında toplanmaya ve buradan Yarının Güçlü Türkiye’sine doğru yürüyüşe geçmeye çağırıyor. Ne kadar umut vericidir ki bu çağrı, çok ağır baskı ve yıldırmalara, kitlesel gözaltı ve tutuklamalara karşın hızla güçleniyor. Başta sınavlarına giremeyecek gençler, şiddete uğrayan kadınlar, her gün yoksullaşan emekçi ve emekliler olmak üzere, iktidarın yaptıklarına aldırış etmeyen halkta her gün artan bir oranda karşılık buluyor; 1 Mayıs’ta olduğu gibi tam anlamıyla toplumsallaşıyor.
Hiç kuşkunuz olmasın ki bu büyük çağrı ve ona verilen çok güçlü toplumsal destek yapılacak ilk seçimlere dek somutlaşarak iktidara taşınacak ve bu ülkenin halkı “telef olmaktan kurtularak” yeniden Cumhuriyet’in kuruluşuyla başladığı hukuku, eğitimi ve ekonomisiyle “üreterek gelişme yoluna” en kısa zamanda girecektir.