Google Play Store
App Store

Yoldasınız. Trafik kurallarına uyarak aracınızı kullanıyorsunuz. Belki işe gidiyorsunuz, belki iş çıkışı yorgunluğuyla evinize. İki pahalı araba, her türlü kuralı hiçe sayarak yarışıyorlar arkanızda. Makas atarak, sağdan geçerek, sıkıştırarak yaklaşıyorlar size. Siz doğru şeritte, doğru hızda giderken arabalardan biri yine makas atarak sağdan geçeyim derken hız sınırının üç katıyla sizin arabanıza arkadan çarpıyor. Çarpma o kadar hızlı ki, emniyet kemeri kâr etmiyor yaralanmanıza. Ölmediğinize şükrederek iniyorsunuz arabanızdan. Jandarma bölgesindesiniz. Size çarpan araçtan inen genç adam sizin yaşadığınızdan emin olduktan sonra telefonuna sarılıyor. Jandarmadan önce iki pahalı araba daha geliyor. Gelen jandarma kaza tespit tutanağını düzenliyor, siz ambulansla hastaneye götürülüyorsunuz, kırılan kolunuza alçı yapılıyor. Bir iki gün sonra işlemler için gittiğinizde kaza tespit tutanağının kaybolduğu söyleniyor size.

Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz. Fısıltılarla ulaşıyor size bilgi. Çarpan araçtaki adam iktidara yakın hatırlı birinin oğlu, araya iktidar milletvekilleri girmiş. Uzatmasın, yoksa o suçlu çıkar imaları getiriliyor size. Hukuka sığınmak istiyorsunuz. Bulduğunuz avukat iyi, dürüst biri. O da size olanca yılgınlığıyla umutsuz konuşuyor. Araya girenler o kadar çok ki, o kaza tespit tutanağını bulmamıza imkân yok diyor. Kim bilir kaç davada yaşamış aynı çaresizliği...

Siz de, avukat da iyi, dürüst, ahlaklı insanlarsınız. Hayata, insanlara, canlılara, doğaya sevgi duyanlardansınız. Hak etmediğini almayı gururuna yediremeyen, eylemlerinde onurlu olmayı ilke edinen insanlardansınız.

Kaza sonrası içine yuvarlandığınız çaresizlik ilk değil. Çalıştığınız kurumda görevinizi her zaman olabildiğince iyi yapmaya çalışıyorsunuz. Eğitimi, niteliği size göre çok düşük olan, her fırsatta işten kaytaranların durmadan unvan almalarına da defalarca tanık olmuşluğunuz var. Bir yetkiye ulaştıktan bir kaç ay sonra daha pahalı arabalarla fütursuzca işyerine gelmelerini seyretmişsiniz. Olsun demişsiniz, ben öyle biri değilim. Başkasının ne yaptığı beni ilgilendirmez, o ahlaksız diye ben neden ilkelerimden vazgeçeyim? Devlet, hükümet düşünsün. Hele bir de öyle ya da böyle inançlıysanız, “Allah’ından bulsun” demiş, haram lokma kursakta kalır, kötülük yapan kötülük bulur boş inanlarıyla avutmuşsunuz kendinizi.

Ama işte olanca şımarıklığı, kural tanımazlığı ve kof kibriyle gelip çarptı hayatınıza. Kırılan kolunuz, henüz kaskosunu yaptıramadığınız arabanız pert oldu. Bir de hakkınızı aramaya kalkarsanız ön tarafı ezilen pahalı aracın masrafı bile üstünüze yıkılabilir.

∗∗∗

Siyasal İslamcılık 30 yıl önce ilk palazlandığı dönemden farklılaşmış durumda. Temsilciliğini ele geçiren AKP ve avenesi bugün MHP ile kurduğu ittifakla siyasal İslamcılıktan milliyetçi dinci mayfatik faşizme evriliyor. Fırsatını bulur bulmaz, milliyetçiliği bünyesinde eriterek, MHP’den de kurtulmayı hesaplıyor.

İlk yıllarında siyasal İslamcıların ruhunu belirleyen temel duygu, mahrum bırakıldığını sanrılayanın hissedeceği hasetti. Doğuştan hakkı olan ona verilmemiş, aslında kendisinin olan ondan alınmış da başkasına (Kemalistlere, eğitimlilere) peşkeş çekilmiş gibi hissediyordu. İmrenmeden ve kıskanmadan farklı olarak, haset yıkıcı bir duygudur. İmrenme ona benzemeye çalışmaktır, kıskanma onda olan neden bende yok üzüntüsüdür. Haset ise bana verilmeyip kime verildiyse onun da olmasın kinidir. Madem “benim” değil, o zaman ben de yıkıp yok ederek kimsenin olamaz hale getiririm güdüsüdür. Siyasal İslamcıların onun yüzünden mahrum kaldıklarını sanrıladıkları Cumhuriyet’in tüm kurumlarını yıkarken Cumhuriyet’in birikimini satıp savarken, yağmalarken yaslandıkları temel duyguydu haset. Neoliberal ekonomi-politiğe bu kadar kolay eklemlenmelerinde “dar-ül harp”, “ganimet” kavramlarının yanında “hasetten kaynaklanan yıkma dürtüsü” de kolaylaştırıcı rol oynadı.

Geçtiğimiz 30 yılda yağma ve ganimet kurumlaşırken sisteme mafyatik yapılar, lümpenler ve her devrin “çanak yalayıcıları” da eklendi. Haset, yerini kof kibre ve “eş dost kayırmacılığı hukuku”na bıraktı. İçişleri Bakanlığı’nın övüne gerine duyurduğu caf caflı isimli operasyonlarda gözaltına alınanların içinde emniyet, yargı ve ordu mensuplarından geçilmiyor. Suriye’de görev yapan tugay komutanı generalin makam aracıyla insan kaçakçılığı yaptığına bile tanık olduk!

∗∗∗

Hasetten rant devşirenlerin hukuksuz düzeninde arabasına çarpılan iyi insanlarda da bir duygu birikiyor artık. Hınç! Öyle bir duygu ki, eylemden aciz kalmaktan kaynaklanan ve giderek kendisine haksızlık yapan/lar/a husumet besleten bir hınç. Haksız, hukuksuz olanın “acı çekmesi”ni görme arzusu! “Allah’ından bulsun"dan, “Onun cezasını çektiğini gözümle görmeden ölmek istemiyorum”a dönüşen bir hınç.

İyi, güzel ve doğrudan yana insanlar 10 yıl önce Gezi’de barış çadırı altında buluşup, birleşerek isyan etmişlerdi. Cumhuriyet tarihinin en kitlesel, en barışçıl isyanıydı. Gezi ruhu bir siyasal örgütlenmeye dönüşemediğinden uçup gitti. Şimdilerde yoksulundan varlıklısına, eğitimlisinden eğitimsizine toplumun “iyi”lerinde biriken hınç ise, kendi haline bırakılırsa pek barışçıl bir patlamaya yol açmaz. Başta CHP, tüm muhalefet bu hınç duygusunu önemsemeli, araştırmalı ve onu siyasal eyleme çevirebilmeli. Yoksa kendilerini az zanneden ezilenler çoğunluk olduklarını kendiliğinden gelişen olaylarda fark etmeye başlayacaklar ve hınçla beslenen öfkenin ortaya çıkaracağı tepkiler pek hayra alamet olmayacak.