Google Play Store
App Store

Cerrahpaşa’daki öğrencilik yıllarımızda en sevdiğimiz stajların başında çocuk kliniği, en sevdiğimiz hocaların başlarında da Prof. Dr. Özdemir İlter gelirdi.

Bir dönem İstanbul Tabip Odası Başkanlığı da yapan Özdemir Hoca bize hem demokrat hem de bilimsel kimliğiyle örnek olurdu.

Vizitlerde her bir hastanın başında uzun uzun anlatır, sorular sorar, cebinden eksik etmediği keçeli kalemlerle hasta koğuşlarının camlarına formüller, notlar yazardı. Sonra da her birimizi mikroskop başına oturtup tek tek gösterirdi.

Öğrencilere sadece bilgi yüklemekle kalmaz, doktorluğu da öğretirdi.

Bir gün öğleden sonraki ikinci viziti bitirmiştik. Özdemir Hoca “Şu, şu, şu yataklardaki çocukların durumu iyi değil. O yataklardan sorumlu olanlarınızın bu akşam nöbete kalmalarını istiyorum. Gece ben de gece geleceğim, birlikte vizit yapacağız” diyerek gitti.

Ne de olsa talimattır, diyerek akşam kaldık ama Özdemir Hoca’nın geleceğine pek de inanmamıştık. Saat gecenin on ikisini vurduğunda gerçekten de geldi. Birlikte vizit yaptık.

Aslında klinikte yeterli sayıda nöbetçi asistan da, uzman da vardı. Bizim kalmamız da, gece vizit yapmak da çok manalı değildi. Özdemir Hoca bir çeşit gösteri yapmıştı. Hekimliğin mesaiyle sınırlı olmadığını, bir hekimin hastasından yirmi dört saat boyunca sorumlu olduğunu göstermişti bize.

∗∗∗

Zamanında Tıpta Uzmanlık Sınavı, TUS’ta yüksek puan yapsaydım seçeceğim klinik dal çocuk uzmanlığı olurdu muhtemelen. Birkaç denemeden sonra boşlayıp, araya da başka işler girince vazgeçmiştim. O ilgimi de SSK’nın Yenimahalle ve Okmeydanı Hastanelerinde çocuk servislerinde çalışmak karşılamıştı bir miktar.

Kırk yıllık meslek hayatımdaki gözlemim, mesleki tatmini en yüksek olan uzmanlıklardandır çocuk doktorluğu. Hekimlerin en naifleri de zannımca çocukçulardan çıkar.

Her şeyden önce doktorun hastasıyla empati kurmasının en kolay olduğu branştır. Düşünsenize; başka hangi klinikte hastanızı kucağınıza alabilir, öpüp koklayabilir, oyunlar oynayabilirsiniz?

Tabii ki o kadardan ibaret değil. Ateşler içinde yanan, nefes almakta zorlanan, boğulurcasına öksüren bir hastanın sizin tedavinizle ve de hızla düzeldiğini; daha dün hasta yatağında pelte gibi yatan bir bebeğin bu sabah vizitte afacan afacan gülümsediğini görmek nasıl büyük bir sevinçtir.

Hele de yıllardır takip ettiğiniz kronik hastalıklı bir çocuğun büyüdüğünü, okula gittiğini, artık bir genç olduğunu görmek ne büyük mutluluktur bir çocuk doktoru için.

∗∗∗

Geçtiğimiz günlerde TUS sonuçları açıklandı. “Majörler tükendi, minörlere yolculuk” durumu bu sene de devam ediyor.

Tıpta, “majörler” dediğimiz dört büyükler; genel cerrahi, dahiliye, kadın doğum, çocuk ihtisasları gene en alt sıralarda yer aldı.

En vahimi de çocuk ihtisasının, pediatrinin durumu oldu. Eskiden hekimler Anadolu’nun en ucundaki tek bir pediatri asistanlık kadrosu için bile yarışırlardı. Son dönemlerde ise tam tersine, açılan kadrolar dolmuyor. Yıllardır zaten üçte biri boş kalıyordu, 2024’te oran yüzde 52’ye çıkmıştı, bu sene de yüzde 42 oldu.

Prof. Dr. Özdemir İlter’in geleneğini şimdilerde Cerrahpaşa’da sürdüren Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof. Dr. Özgür Kasapçopur’un açıklaması durumun vahametini gözler önüne seriyor: “Çocuklarımızın Sağlığı Tehlikede!”

Açıklamada da belirtildiği gibi; “Oysa pediatri, sadece hastalık tedavisinden ibaret olmayan; her çocuğun sağlıklı, güvenli ve potansiyelini gerçekleştirebileceği bir yaşam sürmesini hedefleyen temel bir tıp dalıdır. Bu alana olan ilginin azalması, çocuk sağlığı hizmetlerinin geleceği açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu sorun, sadece bireysel tercihlere indirgenemez. Aşırı iş yükü, yetersiz hukuki koruma, sağlıkta şiddet, düşük ücret politikaları ve mesleki itibarsızlaştırma gibi nedenler, genç hekimleri pediatri uzmanlığından uzaklaştırmaktadır. Birçok hastanede bir çocuk hekiminin gücü ötesinde hastaya bakmak zorunda kalması; yenidoğan ve yoğun bakım ünitelerinde tek hekimle sürdürülen hizmetler, mesleki tükenmişliğe ve hizmet kalitesinde ciddi kayıplara yol açmaktadır.”

∗∗∗

Geçen yılın sonlarında billboardlarda imzasız bir afiş yer almıştı; “Ölünce beni kim yıkayacak?

Başlarda ne olduğu anlaşılamayan afişin yeni yayınlanacak olan Gassal dizisinin reklamı olduğu bir süre sonra ortaya çıkmıştı.

Çarpıcı olsa da insanları ölümle, teneşirle, gassalla korkutmak ne kadar doğru ayrı mesele de, sonuçta o bir reklamdı.

Pediatrinin düştüğü vahim durum ise sadece çocuk hekimlerinin değil, hepimizin düşünmesi gereken bir gerçek.

Hastalandığında çocuğuna kim bakacak?