Hatırlatmalar | 19 Mart’tan 1 Mayıs’a: Birliği, dayanışmayı ve mücadeleyi büyüterek
Direnişin ardından, solda dar çıkarlarını ön plana koyan kimi eğilimler gözlense de bugün devrimci sorumluluk, halk muhalefetinin her alanda birliğini büyütmektir.

Politika Kolektifi
Ülkenin kaderini belirleyecek bir mücadele süreci, her geçen gün daha da keskinleşerek sürüyor.
19 Mart darbesine karşı gelişen halk direnişi, iktidarın hesaplarında yer almayan büyük bir etki yaratarak siyaset sahnesini alt üst etti. Seçimlerin fiilen geçersizleşeceği bir düzleme geçiş hamlesi, iktidar açısından bir yenilgiyle sonuçlandı. İBB’ye yönelik operasyonlar ve gençleri sokaklarda gözaltına alma girişimleri gibi yeni baskılar da bu yenilgiyi ortadan kaldırmaya yetmeyecek.
İstanbul’daki depremin ardından Gezi Parkı’nda toplanan yurttaşların çadırlarının kapatılmaya çalışılması bile, iktidarın yönetememe krizinin ulaştığı panik düzeyinin açık bir göstergesi. İmralı ile başlatılan sürecin hızlandırılmaya çalışılması ise bu krizin içerisinden bir "güç devşirme" arayışının başka bir ifadesi.
Öte yandan, halk direnişinin yarattığı etkinin iktidar bloku içinde de kimi çatlaklar oluşturduğu görülüyor. MHP ve Bahçeli adına yapılan açıklamalardaki ton değişikliklerinden, resmi olarak reddedilse de kalemler aracılığıyla gündeme getirilen erken seçim ve rejim değişikliği tartışmalarına kadar uzanan görüşler, bu yönetememe krizinin bir başka tezahürü.
Bugün AKP ve MHP, ülkenin geleceğinde tayin edici bir güç olmaktan çıkmıştır. 19 Mart sonrası yükselen halk muhalefeti aktif ve birleşik bir güç olarak varlığını sürdürdükçe, bu rejim yenilmeye mahkûmdur.
Bugün gençlerden kadınlara, işçilerden köylülere kadar mücadele içinde birleşen herkes için bu rejimden kurtulmak bir hayat memat meselesine dönüşmüş durumda. Bir yoksul köylünün "bu düzeni yıkacağız" sözündeki kararlılık, milyonların öfkesinin sesi olarak yükseliyor. Bu tablo, artık hayatın her alanında biriken tepkilerin bastırılmasının ne kadar imkânsız hale geldiğinin göstergesi.
Uzun süredir farklı alanlarda kendine parçalı da olsa yer açmaya çalışan hak mücadeleleri, 19 Mart’la birlikte ortak bir hatta birleşti. 19 Mart darbesinin püskürtülmesinde olduğu gibi, tek adam rejimine karşı yürütülen bu kora kor mücadelede başarı da ancak bu birliğin büyütülmesi ve güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.
Direnişin ardından, solda dar çıkarlarını ön plana koyan kimi eğilimler gözlense de bugün devrimci sorumluluk, halk muhalefetinin her alanda birliğini büyütmektir. Öğrencilerden işçilere, köylülerden kadınlara kadar birleşik mücadeleleri çoğaltmak, farklılıklara rağmen ortak mücadele zeminleri yaratmak temel öncelik olmalıdır. Sol içi rekabetin dar sokaklarından bir çıkış yolu bulunamayacağı açıktır.
Bugün 19 Mart’tan 1 Mayıs’’a ilerlerken önümüzde duran görev budur: Ülkenin tüm meydanlarını halkın birleşik ve kitlesel bir meydan okumasına dönüştürmek.
***

1 MAYIS’IN DOĞUŞU
Bugün tüm dünyada uluslararası işçi günü, emeğin bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs ilk olarak 1888’de ABD’de gerçekleşmişti. Geçen 137 yılda 1 Mayıs tüm kritik eşiklerde yalnızca bir kutlama değil, emeğin ve halkın mücadelesinin sembolü oldu.
1 Mayıs’ın emeğin günü olarak doğuşunun temelinde, sanayileşmenin yayılması ile birlikte doğan işçi sınıfının kapitalizmin erken evresinde sürüklendiği insanlık dışı koşullar yatıyordu. Kapitalizmin yeni kurulan kentlerindeki sanayi bölgelerinde doğan yeni bir hayat, önceki çağlarda üretimini nesiller boyu topraktan çıkaran milyonları fabrika ve atölyelere taşınıyor, bu yeni hayatın mücadeleleri, tahayyülleri de dökülen alın terinde birikiyordu.
Ancak kapitalizmin yarattığı yeni insan, yalnızca batıdaki sanayi merkezlerinde gününün üçte ikisini çalışarak geçiren fabrika işçileri değildi. Bu fabrikaları doyuracak hammadde için, dünyanın güney çeperi emperyalistler tarafından soyuluyor, Latin Amerika dağlarında, Afrika ovalarında maden ve tarım işçileri ağır koşullar altında, ölümle burun buruna günlerini kendi topraklarının değerini batıdaki fabrikalar için çıkarmak zorunda kalıyordu. Kapitalizm, batıda fabrika bacalarıyla anılırken, güneyin gümüş dağlarının eteklerinde tüten dumanların altında bir başka işçi sınıfı, düşmanının yalnızca kapitalizm değil, sömürgeci emperyalist sistem olduğunu öğreniyordu.
Kapitalizmin erken evrelerinde, sermaye sahipleri ve onların çıkarlarını korumakla görevli devletlerin işçi sınıfına sunduğu yaşam, barakalarda, gecekondularda tıklım tıkış doluşmuş insanların, günde 14-15 saat çalışıp zar zor karnını doyurup öbür günü beklediği insanlık onuruna yaraşmayan bir biçimdi.
Friedrich Engels, 19. yüzyılda İngiliz işçi sınıfının durumunu şu sözlerle anlatıyordu:
“Bu işçilerin kendilerine ait mal ·ve mülkleri yoktur; geçimleri tamamen ücretlerindendir, yani genelde elden ağza gider. Tümüyle atomlardan oluşan toplum onların durumu hakkında parmağını kıpırdatmaz; kendilerine ve ailelerine bakmalarını onlara bırakır, ama onlara bunun araçlarını etkin ve sürekli bir biçimde vermez. Her emekçi,, hatta en iyileri bile, o nedenle, sürekli olarak işini ve aşını yitirme tehdidine, yani açlıktan ölmeye açık yaşar ve birçoğu böylece yiter gider” (İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, F. Engels).
Dolayısıyla yeni sistemde kurulan yeni kentlerin ürettiği yeni insanların da ilk mücadelesi, çalışma hayatının düzenlenmesine dairdi. Çünkü devletler açısından patronların karı, sınai kalkınmanın ilerleyişi, işçilerin insani saatlerde, yaşamlarını idame ettirebilecek gelirlerle çalışabilmelerinden çok daha önemliydi.
Ancak insanlığın tahayyülü, kapitalistlerin kar hırsına daraltılamazdı, “Avrupa’da bir hayalet dolaşmaya başladı.” Dayatılan insanlık dışı koşullara karşı 19. Yüzyıldan itibaren dünyanın her yerinde işçi sınıfının en temel talebi, 8 saatlik iş günü haline geldi.
1 Mayıs, işçi sınıfının 19. yüzyılda yaşadığı sefaletle mücadelesinin günü olarak tarihte ortaya çıktı. Bu mücadelenin en önemli taleplerinden biri 8 saat çalışma hakkıydı. Avusturya’dan, Yeni Zelanda’ya yürütülen mücadelelerle bu hak kazanıldı. ABD’de Chicago’lu işçilerin 8 saat mücadelesi, 1 Mayıs’ı tarihe Uluslararası İşçi Bayramı olarak geçirecekti.
***

“EMEKÇİ OLDUĞUM İÇİN ASILACAĞIM!”
1886 yılının 1 Mayıs’ına denk gelen cumartesi günü, merkezi Chicago olmak üzere ABD’nin onlarca eyaletinde işçiler genel grev ilan etti. İlk gün katılım sayısının 350 bin ila yarım milyon arasında seyrettiği eylemlerin merkezinde New York, Detroit, Milwaukee ve Chicago vardı. Grevin temel sloganı olan 8 saatlik çalışma talebi, eylem marşına da yansımıştı: “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!”
4 gün süren eylemlerin sonunda, polisin işçilere ateş açmasıyla çatışmalar çıktı. 1 Mayıs grevini örgütleyen 4 işçi lideri tutuklandı ve idamlarına karar verildi. İdam kararının verildiği mahkemede, işçi önderlerinden Albert Parsons, “Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım!” dedi. Önderler, idam sehpasına götürülürken o dönemde Enternasyonal marşı olan Marsilya’yı söylediler. August Spies’in asılmadan önceki son sözleri “Gün gelecek sessizliğimiz, bugün astığınız seslerden çok daha büyük olacak” dedi.
Sosyalist Enternasyonal, 1886 Amerikan grevi ve mücadelede hayatını kaybeden işçilerin anısına 1890 yılında 1 Mayıs’ı Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü ilan etti.
***
VE 1 MAYIS TÜRKİYE’DE
İŞÇİ SINIFI AMERİKAN ORDUSUNA KARŞI
ABD’de işçi sınıfının mücadele tarihi tüm dünyaya 1 Mayıs’ı armağan etse de ülkedeki milyonlarca işçi için bir zafer anlamına gelmedi. Kapitalizmin en vahşi biçimlerinin deneyimlendiği ülke, sonraki yıllarda da işçi sınıfı ve devlet arasında kanlı mücadelelere tanıklık etti.
Bu mücadeleler arasında en uç örneklerden biri, 1921 yılında yaşanan Blair Dağı savaşı oldu. Amerikan iç savaşından bu yana yaşanan en büyük silahlı ayaklanmada, kömür madencileri ve Amerikan ordusu karşı karşıya geldi. Batı Virginia’nın Mingo Country şehrinde bir maden sahasında sendikalaşma hakkı için mücadele eden işçiler, sendika liderlerinin öldürülmesine, arkadaşlarının tutuklanmasına ve şiddete uğramasına karşın silahlandı. 10 bin silahlı maden işçisi, Ulusal muhafızlardan oluşan 3 bin kişilik bir orduya karşı günlerce savaştı, kentleri işgal etti. Savaşa doğrudan kara kuvvetleri piyadelerinin girmesi ile maden işçilerinin mücadelesi ancak bastırılabildi. Blair dağı savaşı, ABD’nin resmi tarihinde kendi işçisi ile savaşa girdiği ilk örneklerden biri oldu.
19. yüzyıl sonlarından 20. Yüzyıl ortalarına kadar, işçilerin ve emekçilerin mücadelesi hem sermaye sınıfına, hem devlete hem de emperyalist sömürgecilere karşı sınıf savaşının en kanlı tarihini yazdı. ABD’nin hemen güneyinde Meksika dağlarında topraksız köylülerin tarım işçiliğine karşı mücadelesi, Şili’den Nepal’e madencilerin dinamitlerle kazandığı halk mücadelelerini izledi. Bedrettinlerin, Celalilerin ülkesi Anadolu’da sınıf mücadelesinin modern tarihi Hasköy tersanesinde başladı.
ANADOLU’NUN 1 MAYIS MÜCADELESİ
Dünyada işçi sınıfı mücadelesine paralel olarak, sanayileşen ve modernleşen Osmanlı’da da 19. yüzyılın ikinci yarısı işçi eylem ve grevlerine sahne olmaya başladı. Tanzimat döneminde ilk kez Hasköy tersanesinde, ücretlerini alamayan işçiler greve çıkarken, bunu aynı yıl telgraf işçilerinin grevleri izledi.
Osmanlı’da işçi hareketinin en fazla yoğunlaştığı yerler, Selanik, İstanbul ve İzmir’di. Tanzimat’tan Abdülhamit dönemine kadar, zam, iş koşulları gibi gerekçelerle greve ve eylemlere çıkan Osmanlı işçi sınıfının yükseliş dönemi ise 1908 oldu. II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908 devriminde, “hürriyet” hakiki şekilde fabrikalarda, tersanelerde, demiryollarında direnişe geçen işçilerin mücadelesinde vücut buldu.
Hükümetteki İttihatçıların grev ve sendika yasaklarına rağmen 1909’da ilk kez düzenlenen 1 Mayıs, 1908 grevlerinin yaktığı ateşi yeniden alevlendirdi. Aynı yıl yine Selanik ve Ürgüp’te başlayan grevler bu kez Anadolu’ya yayıldı, Bursa, Bilecik ve Adapazarı’nda işçiler greve çıktı. Dört dilde ortak yayınlanan 1 Mayıs bildirisinde, emeğe dair yasaların yanında herkes için seçme ve seçilme hakkı da istendi. Bursalı ipek işçisi kadınlar gazetelere mektup yazarak, sefaletlerini ve mücadelelerini ülkenin diğer illerindeki sınıf kardeşlerine duyuruyorlardı:
“Daima eziyet, daima felaket. Daima sıkıntı ve sefalet. İşte günlük durumumuz, dileğimiz. Duyarlı insanlar, var olan toplumun bolluk ve mutluluğunu yöneten düşünürler topluluğu, işçi kızların genel çığlıkları karşısında niçin bu derecede dilsiz kalıyorlar?”
1912 yılında ise ilk kez İstanbul’da Pangaltı’da 1 Mayıs eylemi düzenlendi. 1921 yılında işgal altındaki İstanbul’da Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın örgütlediği 1 Mayıs’ta Hürriyet Meydanı’nda işçiler Bağımsız Türkiye pankartı ile yürüdüler.
CUMHURİYETİN 1 MAYIS MESELESİ
Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelesinin zaferi üzerine kurulan cumhuriyet, başlangıçta ilerici atılımlarla birlikte geldi. Yeni kurulan Türkiye işçi sınıfı da bağımsızlık mücadelesini kendi sınıf mücadelesiyle ortaklaştırmak istedi. 1923 yılında kutlanan 1 Mayıs’ta yerli ve yabancı şirketlerde çalışan işçiler greve çıkarak yabancı şirketlere el konulmasını, 1 Mayıs’ın resmen işçi bayramı olarak tanınmasını, sekiz saatlik işgününü ve sendika, grev haklarını talep etti.
Yürütülen mücadelenin karşılığı olarak 1923 yılında 1 Mayıs resmen işçi bayramı ilan edilse de hemen ertesi yıl gerçekleşen 1 Mayıs engellendi, sekiz saatlik işgünü talebinde bulunan işçiler tutuklandı ve 1 Mayıs’ta kitlesel gösteriler yasaklandı. Ardından 1925 yılında uygulamaya konulan Takrir-i Sükûn kanunu ile 1935 yılına kadar eylemler yasaklandı. Yeni rejim, milli kalkınma ve sermaye inşasında işçi sınıfının örgütlülüğünü, en temel taleplerini bir tehdit olarak görüyordu, yalnızca 1 Mayıs değil, işçi sınıfının grev ve örgütlenme hakları da yasaklanıyordu. Takrir-i Sükûn sonrasında ise 1 Mayıs’a yönelik yaklaşım, farklı hükümetler tarafından, günün anlamını ve sınıf mücadelesi ile bağını zayıflatmaya yönelikti. 1935 yılında 1 Mayıs “Bahar ve Çiçek” bayramı ilan edildi. Ancak işçi sınıfının kararlı mücadelesi, 1970’ler itibariyle 1 Mayıs’ı Türkiye’nin toplumsal mücadeleler tarihi içerisindeki en önemli günlerden biri haline getirdi.
1976: İLK KİTLESEL 1 MAYIS
1976 yılında Taksim meydanında cumhuriyet tarihinin ilk kitlesel 1 Mayıs’ı gerçekleşti. O güne kadar Türkiye’de 1 Mayıs’lar sosyalist grupların küçük ve gizli toplantılarıyla kutlanabiliyordu. 1976’ya gelindiğinde ise dönemin işçi sınıfı mücadelesinin en ileri örgütü olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun (DİSK) çabalarıyla Taksim meydanında ilk kez kitlesel bir 1 Mayıs kutlandı. Yüzbinlerce işçinin, öğrencinin, devrimci hareketlerin katıldığı 1 Mayıs, Türkiye’de bu dönemde halkın mücadelesinin geldiği ileri seviyenin adeta bir kanıtı niteliğindeydi.
1980 Temmuz’unda, MHP’li faşistlerce katledilen DİSK kurucusu ve genel başkanı Kemal Türkler, 1976 1 Mayıs’ı öncesi yaptığı çağrıda, bugünü Tüm Türkiye’de özetleyecek ifadeleri ilk kez sarfediyordu:
“Hazırlığını yaptığımız 1 Mayıs, DİSK’li, Türk-İş’li veya bağımsız sendikalarda örgütlü, siyasal eğilimleri değişik olan yüzbinlerce işçinin birlik, mücadele ve dayanışma günüdür. 1976’nın 1 Mayıs’ında, yani kısa bir süre sonra, DİSK, işçi sınıfının birlik ve dayanışmasını dile getiren bugünü yüzbinlerce işçinin katılmasıyla kutlayacaktır.”
1 MAYIS’IN AFİŞİ
Bugün hala kutlanmakta olan işçilerin ellerindeki kızıl dünya tasviri de ressam Orhan Taylan tarafından DİSK’in 1 Mayıs çağrısı için yaptığı broşür ve afişler için hazırlanmıştı. Bu görsel, 1977 yılında bu kez Taksim’deki AKM binasından pankart olarak sallandırılmış, geçen 50’ye yakın yılda da sınıf mücadelesinin sembolü olarak toplumsal belleğimize yerleşmişti. 2023’te kaybettiğimiz ressam Orhan Taylan’ın afişin hikayesini anlatımı, dönemin siyasal mücadelesinin de bir özeti niteliğinde:
“Kocaman bir yasak vardı 1 Mayıs üzerinde. Gün geldi... 76 senesi. 1 Mayıs'tan kısa bir süre önceydi, belki iki hafta önce falan. DİSK karar almıştı ve 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda büyük bir gösteri yapılacaktı. Hatırlıyorum gece yarısı civarındaydı saat, DİSK'ten bir arkadaşım telefon etti. Dedi ki, «Yarın sabah Yürütme Kurulu toplantısı var. 1 Mayıs'ta kullanılacak malzeme üzerine kararlar alınacak. Son dakika da aklımıza geldi, 1 Mayıs afişi yapalım istiyoruz, bunu bize yetiştirebilir misin?» «Peki» dedim. Epeyce çeşitlemesini yaptığım bir çalışma olduğu için oturdum, yarım saat içinde afişi çizdim. Gelip sabah aldılar. Yürütme Kurulundan geçti, kabul ettiler ve bizim 1 Mayıs afişi böylece ortaya çıkmış oldu.”
1 MAYIS 1977 KATLİAMI
1977 1 Mayıs’ı, toplumsal tarihimizin en kanlı günlerinden biri olarak, Türkiye’nin egemenler tarafından sokulmak istendiği yolun en acı işaretlerinden biri oldu.
1 Mayıs 1977’de Türkiye’nin en büyük kitle gösterisi ve en vahşi katliamlarından birisi yaşandı. Emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi CIA’sı, Kontgerilla (onun sivil kolu Ülkü Ocakları) ve MİT’in eliyle yükselen halk muhalefetini sindirmek için 41 kişinin hayatını kaybettiği büyük bir provokasyon planı hayata geçirildi.
1 Mayıs sabahı Beşiktaş’ta yüz binlerce insan erken saatlerde toplanarak adı 1 Mayıs alanı olarak değiştirilen Taksim Meydanı’na yürümek için harekete geçti. Alanı gençlerden, işçilerden ve emekçilerden oluşan kitleler doldurdu. DİSK başkanı Kemal Türkler’in konuşmasını bitirmek ve son yürüyüş kolu alana girmek üzereyken, alanın Tarlabaşı tarafından duyulan üç el silah sesiyle katliamın fitili ateşlendi. Silah sesi sonrası miting alanının çevresindeki binalarda; Sular İdaresi ve Intercontinental Otel’inde pusuya yatan kişiler alandaki yüz binlerce insan üzerine otomatik silahlarla kurşun yağdırdılar. Yaylım ateşine paralel panzerler hücuma geçti. Ses bombaları ve otomatik silahların ateşi büyük bir panik yarattı. Kaçamaya çalışan birçok insan panzerlerin altında ve izdiham içinde sıkışarak can verdi. Panikle Kazancı yokuşuna sürüklenen binlerce kişi üzerine beyaz bir arabadan otomatik silahlarla ateş açıldı. Bu sırada yokuşa park edilen bir kamyon yolu tıkamıştı. Burada büyük bir izdiham meydana gelerek onlarca insan can verdi. Katliam başarıyla tamamlanmış; 41 insan katledilmişti.
KATLİAM SONRASI YALANLAR VE GERÇEKLER
Milliyetçi, Cephe Hükümeti kendi yaptığı katliamın üzerine örtbas etmek için katliamın Sol Fraksiyonlar (Sovyet taraftarları ile Çin taraftarları) arasındaki bir çatışmanın sonucu olduğu propagandasını seferber etti. Süleyman Demirel katliamın olduğu akşam Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası şunları söylüyordu;
“Kemal Türkler, mitingi bir türlü sonuçlandırmadı ve uzattı. Kemal Türkler'in, bu caninin meydana getirdiği bu olaylar, 15 Haziran olaylarının bir devamıdır... Maoist grup tarafından yaratılmıştır... DİSK mitinginde, CHP'nin belediye başkanı Ahmet İsvan da vardı. TİP'ten elemanlar vardı. İşte komünizmi tehlike olarak görmezlerse olaylar buraya kadar varır."
Yandaş basılı ve görsel medyada bu propagandaya paralel bir yayın politikası izledi. TRT, Günaydın, Hürriyet, Milliyet vb yayın organları sonraki günlerde 1 Mayıs’ı sol içi bir çatışma olarak lanse edecek haberler yayınlamaya devam etti. Oysaki mitinge katılanlar arasında en ufak bir çatışma meydana gelmemişti. Mitinge katılanların tanıklıkları, çekilen fotoğraflar, Intercontinental Oteli ve Sular İdaresi üzerinden kitleye ateş açıldığını kanıtlıyordu. Sonrasında bu olayın; CIA, MİT, kontrgerilla tarafından tertiplenen kanlı bir saldırı olduğu açığa çıktı.
1 Mayıs katliamı üzerine yapılan araştırmalar, incelemeler, ifşa atlar kontgerilla faaliyeti olduğu gerçeğinin daha fazla anlaşılmasına imkân sağladı. MİT’ten sorumlu başkan yardımcılarından Sadi Koçaş 8 Mayıs 1987 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği röportajda 1 Mayıs katliamını kontrgerillanın yaptığını açıkça itiraf ediyordu. Kendisine sorulan soruları cevaplandıran Koçaş; “1 Mayıs olayının o gün ortaya çıkmadığını, 1968-1969 ve 1970’lerden itibaren en az 7-8 senelik olayların bir birikimi olduğunu” söylüyordu. Bu söylemden de anlaşılacağı gibi kontrgerillanın sadece 1 Mayıs olayında değil, geçmiş dönemdeki karanlıkta kalmış cinayet ve katliamlardan da sorumlu olduğunun itirafıdır. 1977 ve sonraki yıllarda hayata geçirilen provokasyon ve tertiplerinde bu karanlık ellerin sorumluluğu olduğu birçok kez kanıtlandı.
Şunu da söylemek gerekir ki; 1 Mayıs 1977 katliamı öncesinde süren ve pek çok yerde tartışmadan çatışmalara dönen, polisin üniversite kampüsleri ve halk eylemlerine dönük saldırılarına sebep olan Çin-Sovyet tartışması da göz ardı edilemeyecek bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Sol içi çatışma ortamının 1 Mayıs Meydanı’nın kapısına kadar taşınması, hem miting alanının sınırına kadar hiçbir önlemin alınmaması hem de çatışmayı meydana taşımaktaki ısrarın yarattığı ortam katliama giden provokasyona da açık bir zemin oluşturmuştur.
1977 1 Mayıs’ı 12 Mart sonrası yeniden yükselişe geçen toplumsal muhalefeti bastırmak için emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından hayata geçirilmiş büyük bir katliam olarak tarihe geçti. Sonrasında devrimci yükselişi durdurmak için Çorum, Maraş vb katliamlar tertiplendi. Yetmediği yerde ise egemen sınıfların çıkarları çerçevesinde 12 Eylül faşist darbesi gündeme gelecekti.
***
1996: KARANLIKLAR İÇİNDE 1 MAYIS
1 Mayıs 1996, 12 Eylül sonrası süreçteki en kitlesel 1 Mayıslardan biriydi. Kadıköy’de gerçekleşen mitinge işçisinden öğrencisine on binlerce insan katıldı. 1978’den bu yana en kitlesel 1 Mayıs yaşandı. Ancak Türkiye’nin içinden geçtiği 90’lar karanlığının en büyük korkusu, Türkiye’de yeniden gelişecek bir halk hareketinin nüveleriydi. On binlerin buluştuğu Kadıköy 1 Mayıs’ı bu sebeple cumhuriyet tarihinin en kanlı 1 Mayıs’larından birine dönüştü.
1 Mayıs miting girişindeki arama noktalarında polis Hasan Albayrak, Dursun Odabaş ve Yalçın Levent isimli üç emekçiyi ateş ederek katletti. Polisin katliamının ardından miting meydanı karıştı, saldırı sonrası eylemcilerle polis arasında çatışma çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı, geçtiğimiz yıllarda muhalefetin önde gelen liderlerinden Meral Akşener, 1996 1 Mayıs’ı için istenen soru önergesine verdiği yanıtta katledilen gençleri, emekçileri ve sosyalistleri suçladı.