Hatırlatmalar | ’60’lardan bugüne gençlik mücadelesi: Ve tarih yürümeye başladı...

Politika Kolektifi
Türkiye’nin içine sürüklendiği büyük bunalım toplumun her kesimi üzerinde derin etkiler yaratıyor. Bunu en tahripkâr şekilde yaşayanların başında ise gençler geliyor.
Belki de tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar fazla, şifreli sistemlerle haksızlığa uğratılan, diplomaları değersizleştirilen gençler, aynı zamanda iktidarın yeni baskı politikaları altında boğuluyor.
19 Mart’ta E. İmamoğlu’nun gözaltına alınması, gençler için de bardağı taşıran son damla oldu. Beyazıt’ta aşılan barikat bir cesaret gösterisi olduğu kadar bu rejimden kurtulma kararlılığının da bir ifadesi oldu. Gençliğin çok farklı kesimlerini kendiliğinden bu büyük direnişe sürükleyen itirazların kaynağında siyasal İslamcı tek adam rejimi yer alıyor. Sloganlarından şarkılarına, dövizlerinden taleplerine kadar her biri kendi diliyle bunun ifade ediyor, bunun için birleşiyor, bunun için direniyor. Aşılan ve aşılacak o engeller, gençler için yeni bir geleceğin kapısını aralayacak bir eşik olarak görülüyor.
Herkes için, belki en çok da iktidar sahipleri için bir sürpriz olan gençliğin bu (kimilerinin söylediğinin aksine) doğrudan politik direnişi kuşkusuz ki farklı dönemlerdeki gençlik mücadelelerini de akla getiriyor. Bugün sokağa çıkanların kimisinin Gezi’ye kimisinin de Deniz’lere selamla ifade ettiği bu gerçeğin Erdoğan da çok iyi farkında olmalı ki, “yıllarca gençlere banka soyguncuları model gösterdiniz” sözleriyle serzenişini ifade etmek zorunda kaldı.
Bu hafta Hatırlatmalar’da, gençlik mücadele tarihinin farklı dönemlerini ele alıyoruz. 555K bir dönemin gençliğinin Demokrat Parti diktatörlüğüne karşı mücadelesinin simgelerinden biriydi. DP’nin üniversiteler ve gençlik üzerindeki baskılarını yoğunlaştırarak sürdürdüğü karşı-devrim hareketine karşı; gençlik, üniversitelerden başlayıp sokaklara taşarak, ülke tarihinin ilk büyük gençlik eylemlerine imza atmıştı. 65 sonrasında ise dünyada yükselen 68 hareketleriyle birlikte, Türkiye’de büyük bir toplumsal uyanış dalgasının önderliğini alacak bir gençlik mücadelesi tarih sahnesine çıktı. Bu dönemin devrimci, ilerici gençlik mücadelesini şekillendiren ise emperyalizme bağımlı bir sömürgeleştirme sürecine itirazın merkezinde olduğu bağımsız bir Türkiye fikriydi. 6.Filo’ya karşı eylemler bu mücadelenin en önemli halkası oldu. Yükselen gençlik hareketinin 12 Mart darbesiyle kesintiye uğratılması, onun önderleri Mahir’lerin Deniz’lerin katledilmesiyle biten bir dönem, 74 sonrasında bir fırtınaya dönüştü. Bu dönemde gençlik, yükselen faşizme karşı, anti-faşist mücadeleyi bir can güvenliği sorunu olarak ele alarak örgütledi. Devrimci gençlik hareketi, faşizme karşı yürütülecek halk mücadelesinin de öncüsü haline geldi.
Yine bir darbe eliyle, 12 Eylül'de devrimci harekete ket vurulmasının ardından, gençlik hareketinin yeniden yükselişi 1985 sonrasında, cuntanın baskılarına karşı kendini gösterdi. Türkiye siyasi tarihinde cuntanın kanlı ablukalarından çıkış mücadelelerinin ana gövdesi olan üniversiteler, aynı zamanda eğitimin sermayeye peşkeş çekilmesine karşı da ilk itiraz noktalarından biri oldu. 2000’li yıllarda AKP’nin siyasal İslamcı faşist rejim kurma hamlelerine karşı bir gençlik muhalefeti olarak örgütlenen mücadele, sonrasında Gezi’den geçerek bugüne uzanacak direnişlerin de yatağı oldu.
Bugün sokağı dolduran gençlerle çoğalan, Mahir’lerden Deniz’lere Taylanlar’dan Ali İsmail’lere uzanan bu ülkenin zaman ve sınır tanımaz mücadeleleridir…
***
50’LER: GENÇLİK DEMOKRAT PARTİ KARŞI-DEVRİMİNE KARŞI AYAKTA
Türkiye’de ilk büyük gençlik eylemleri Demokrat Parti iktidarı karşısında gerçekleşti.
Amerika’nın soğuk savaş politikalarına doğrultusunda Türkiye’nin gerici dönüşümüne öncülük eden DP iktidarı aynı zamanda bir karşı-devrim süreci olarak yaşandı.
Amerika’ya bağımlı ekonomik yapısı çöken ve karşı-devrimci uygulamaları toplumun büyük bölümünde rıza üretemeyen DP, iktidarda kalabilmek için üniversiteleri baskı altına almaktan gazeteleri yasaklamaya ve hatta CHP’yi kapatmaya varacak istibdat politikalarına yöneldi. Buna karşı ordudan bürokrasiye kadar biriken itirazlarla beraber, şüphesiz, toplumdan yükselen tepkilerin merkezi ise yine üniversiteler oldu. Bu tepkilerin odağında Demokrat Parti ve onun baskı politikaları yer alırken; bu mücadele, sonrasında yükselecek devrimci gençlik hareketine de bir zemin oluşturdu.
***
60’LAR: BAĞIMSIZLIK YOLUNDA DEV-GENÇ VAR
27 Mayıs sonrasında hayata geçirilen 61 anayasası, gençliğin talepleriyle uyumlu bir biçimde, üniversitelerin özerkleşmesi, sansür yasasının kaldırılması ve örgütlenme özgürlüğünün genişletilmesi gibi görece demokratik uygulamaların hayata geçtiği bir ortamın zeminini hazırladı.
Bu dönemdeki mücadeleye karakterini verecek önemli olaylardan birisi, Kıbrıs meselesi üzerine Johnson’ın İnönü’yü aşağılayan tarzdaki mektubuna karşı yükselen bağımsızlıkçı tepkiler oldu. Anti-emperyalist bilincin sosyalist fikirlerle birleşmesi, mevcut Amerikancı sömürü düzenine ve Türkiye’deki Amerikan egemenliğine karşı büyük bir muhalefet hareketine kaynaklık etti.
1965’e gelindiğinde özellikle TİP’in 15 Milletvekiliyle meclise girmesi, gençlik kesimlerinde gelişen anti-emperyalist tutum ve daha sonrasında DEV-GENÇ’e dönüşecek olan FKF’nin kuruluşu bu durumun somut çıktıları olarak gösterilebilir. Üniversite işgalleriyle başlayan hareket, sonrasında anti-emperyalist bir karakterde yoluna devam etti.
1965’ten 12 Mart’a uzanan süreçte gençliğin mücadelesi çeşitlenerek derinleşti. Üniversite gençliğinin bozuk eğitim düzenine karşı mücadelesi, Ocak 1968'te başlayıp 1969’a uzanan süreçte işgal eylemleriyle sürdü. DTCF işgaliyle başlatılan boykot ve işgal eylemleri, haziran ayında Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentler başta olmak üzere tüm fakülte ve yüksek okullara yayıldı. Talepler fakültelerden başlayarak, en genelde üniversite sistemine dair radikal düzenleme taleplerini içine alarak genişledi. Eğitimin ezberci yapısından egemen sınıflar için bilgi üretilmesine kadar birçok mesele sorunsallaştırıldı.
Bunların karşısında halk için bilim ve öğrencilerin, üniversite bileşenlerinin söz ve karar sahibi olduğu bir yönetim modeli öneriliyordu. Gençliğin eylemleri akademik, demokratik taleplerle sınırlı kalmadı.
Eğitim sistemindeki çarpıklığın ülkenin emperyalizme göbekten bağımlı karakterinden ileri geldiği düşüncesi gençlik kesimlerinde giderek yaygınlaşıyordu. Bu bağlamda, üniversitelerdeki özgür ve demokratik üniversite mücadelesi, anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı bir mücadele hattına evrildi. Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere birçok ilde 6. Filo Protestoları yapıldı. ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı Bağımsızlık Haftası etkinlikleri düzenlendi. ODTÜ’de, Vietnam Kasabı lakabıyla ün yapmış ABD büyük elçisi Commer’in arabası Devrimci Gençler tarafından yakıldı. Bu eylemler dönemin anti-emperyalist ruhunu yansıtan semboller olarak tarihin hafızasına kazındı.
Devrimci Gençliğin anti-emperyalist mücadelesi emekçi halk kesimlerinin direnişiyle birleşmesi toplumsal muhalefeti bir doruk noktasına taşımıştı. Köylülerin gasp edilen topraklarını geri almak için Elmalı'da başlattığı toprak işgalleri, İzmir ve Maraş’ta da devam etti. 1967’den 1970’e kadar iki yüze yakın toprak işgali gerçekleştirildi. Köylerdeki toplumsal uyanış yalnızca toprak bölüşümü meselesi ile sınırlı değildi. Üreticiler, adil fiyatlar, karaborsaya karşı mücadele, köy yolları için çeşitli yürüyüşler düzenledi. Fatsa’da fındık, Gebze’de tütün mitingleri gerçekleştirdi. Bu yürüyüşlere üniversitelerdeki devrimci gençlerin de desteği büyük oldu. Ziya Yılmaz, Mahir Çayan gibi devrimciler, köylerdeki mitinglerin örgütlenmelerinde önemli rol oynadı.
Buna paralel olarak Gençliğin anti-emperyalist enerjisi, işçi sınıfının direnişi için bir esin kaynağı oldu. İşçi sınıfının mücadelesi grev ve işgallerle yükselişe geçti. Kavel, Singer, Paşabahçe vb. grevleriyle başlayan süreç 15-16 Haziran 1970 eylemleriyle doruk noktasına ulaştı. Resmi rakamlara göre 150 bin işçinin katıldığı 15-16 Haziran 1970 eylemleri, bugün hala Türkiye tarihinin en destansı işçi eylemi olarak hatırlanıyor.
Devrimci gençliğin 12 Mart'la başlayan faşist süreçte baskı ve terörle sindirilmeye çalışılan mücadelesi, ortadan kaldırılan örgütsel varlığına karşın 1974’ten itibaren DEV-GENÇ'in sıkı sıkıya sarıldığı bir miras oldu.
***
70’LER: FAŞİZME KARŞI MÜCADELEDEN ODTÜ ÖTK’YA
Kızıldere’de Mahir Çayan’la birlikte on devrimcinin katledilmesi ve Deniz Gezmiş’lerin idamıyla devrimci hareketin bir dönemi sona erdi. 60’ların ortasından itibaren yükselen devrimci hareketin 12 Mart’la bastırılmaya çalışılmasına rağmen, mücadele bitirilemedi. Geçmiş devrimci hareketin ürettiği büyük sempati dalgasıyla birlikte gençlik, hızla yeni bir mücadele sürecine girdi. Bu dönemin öncekinden farklılaşan belirleyici noktası ise daha çok faşist saldırılar karşısında, bir anti-faşist mücadele ekseninde serpilmiş olmasıydı. Bu mücadelenin nüveleri, üniversitelere yönelik faşist saldırılara karşı kararlı bir direniş ekseninde oluştu. Mücadelenin anti-faşist bir temele oturması ise 12 Mart öncesinde boy veren ve devrimci mücadeleyi faşist güçler eliyle boğmayı hedefleyen süreklileşmiş politikaların doğal bir sonucu olarak gelişmişti. 12 Mart koşullarında devlet eliyle daha da palazlandırılıp organize edilmiş olan faşist çeteler üniversitelerde ve öğrenci yurtlarında zor ve şiddet yoluyla egemenlik kurmaya yönelmişlerdi. Faşist MHP’nin ortağı olduğu MC hükümetinin kurulmasıyla birlikte faşist saldırılar giderek artmış, tüm eğitim-öğretim kurumları işgal edilerek gençliğin öğrenim hakkı gasp edilmeye çalışılmıştı. Doğrudan emperyalizmin ve devletin desteğine sahip MHP ve Ülkü ocakları tarafından okullar ve öğrenci yurtları zorla işgal edilerek faşist olmayan herkes tasfiye edilmeye çalışılıyor, okuma hakkı elinden alınan öğrencilerin kredileri kesiliyor, yurtlardan kayıtları siliniyor ve böylelikle faşizme tam anlamıyla bir teslimiyetin koşulları hazırlanmaya çalışılıyordu. MC’nin faşist güçler eliyle tüm gençliği teslim almaya yönelen politikaları geniş gençlik kesimleri arasında güçlü direnme eğilimlerinin doğup gelişmesine neden olmuştu. Devrimci Gençlik, gençliğin öğrenim özgürlüğü ve can güveliği talebine sahip çıkarak gençliği aktif bir savunma çizgisi temelinde, faşizme karşı mücadeleye seferber edebilmişti. Devrimci gençliğin bu mücadelesi sonucunda egemenlerin eğitim kurumlarını faşistleştirme ve gençliği teslim alma politikaları boşa çıkartıldı.
ODTÜ ÖTK’YE UZANAN ÖRGÜTLENME DENEYİMLERİ
Gençlik içindeki anti-faşist devrimci potansiyellerin örgütlü bir biçim alması da bu mücadelenin parçası olarak adım adım gelişti. 12 Mart sonrasındaki ilk örgütlenme deneyimleri, Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği (ADYÖD) kuruluşu ile başlamıştı. ADYÖD gençliğin ortak mücadele zemini olarak kurgulansa da, gençliğin gelişen dinamizmi bunu aşarak, tabandan bir mücadele üzerine yükselen demokratik gençlik örgütlenmesinin bir adımı olarak AYÖD’ü kurdu. Bu anlayış etrafında üniversitelerdeki mücadeleyi gençliğin öz örgütlenmeleri temelinde örgütleyen demokratik bir gençlik hareketi inşa edilirken, bunun en ileri formlarından birisi de ODTÜ’de Öğrenci Temsilcileri Konseyi (ÖTK) oldu. ODTÜ ÖTK, gençlerin her düzeyde söz ve karar sahibi olduğu, mücadelesinin kendi fakültelerden yurtlara tüm birimlerde öğrencilerin kendi temsilcileri ile üniversite yönetimine doğrudan katıldığı bir demokrasi pratiğini ortaya koydu.
BİR ÖRNEK ODTÜ BOYKOTU VE ÖZERK DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE MÜCADELESİ
12 Mart açık faşizminin gerilemeye başlamasıyla içine girilen nisbi özgürlük ortamında ODTÜ öğrencilerinin örgütlülüğü ve aktif mücadelesi ön plana çıktı. ADYÖD bünyesinde girişilen mücadelede ODTÜ öğrencileri de yerini aldı. 8 Kasım 1974’te Kissinger’in ülkeye gelişi üzerine yapılan boykota okul dışından gelen faşistlerin kanlı saldırısıyla mücadele yeni bir aşamaya evrildi. Sıkı yönetimin ADYÖD’ü kapatması üzerine ODTÜ-DER kuruldu. 14-15 Nisan tarihlerinde üniversite üzerindeki faşist baskıları protesto etmek için yurt ücretlerini ödememe ve bunu destekleyen iki günlük boykot kararı aldılar. Okul bunun üzerine rektörlükçe kapatılmasına rağmen, öğrenciler sonuna kadar okulun açık kalması gerektiğini savundu. 15 Mart 1975'te ODTÜ öğrencileri faşist baskılara karşı eğitim hakkını savunmak için süresiz boykot ilan etti. 6 ay süren boykot, öğrencilerin yüzde 99’unun katılımıyla gerçekleşti. Boykot, öğrencilerin taleplerinin kabul edilmesiyle sonuçlandı. 6 aylık boykot kararının alınmasında ve sürdürülmesinde her aşamada demokratik yöntemler seferber edildi. Her karar binlerce öğrencinin katıldığı forumlarda tartışma ve oylama sonucu alındı. Daha önce küçük birimlerde olgunlaşan fikirler amfilerde, kantinlerde tartışıldıktan sonra Devrim stadında bütün öğrencilerin katıldığı forumlarla kararlaştırılıyordu. Bu 6 aylık gerçek demokrasi deneyimi daha sonra ODTÜ-ÖTK süreciyle taçlandırıldı.
***
80’LER VE SONRASI: CUNTA KARANLIĞINA KARŞI YENİDEN YAN YANA ONLAR
12 Eylül cuntası, yükselen devrimci hareketi bastırmakla kalmayıp, 1982 anayasası ile tüm sistemi de dönüştürme yoluna gitti. Bunun bir parçası olarak 6 Kasım 1981’de YÖK’ün kurulması ile üniversite özerkliğinin yok edilmesi ile gençlik üzerindeki baskılar yoğunlaştırıldı.
80’li yıllarda gençlik mücadelesi, cuntanın yarattığı bu abluka karşısında üniversitelerin özgürleştirilmesi temelinde bir cuntadan çıkış stratejisi olarak şekillendi. Polis ablukası altına alınan üniversitelerde, geçmiş devrimci hareketlerin de mirası etrafında biriken öğrenciler, üniversitelerin sorunlarına karşı geniş öğrenci yığınlarını harekete geçirecek bir etkinlik ortaya koyabildi. Bu dönemde dernekler aracılığıyla yürütülen mücadelenin temel sloganlarından birisi “üniversiteler bizimdir” oldu. Üniversitelerin polisten arındırılması, öğrencilerin yaşam ve mücadele alanı olduğu kadar öğrencilerin kendi sözlerinin özgürleştiği demokrasi mevzileri olmasını da ifade eden bu talep etrafındaki mücadele, işgallerden boykotlara uzanan yeni pratikler ortaya çıkardı. Bu dönem bir anlamda, 1990 sonrasında reel sosyalizmin yenilgisiyle başlayacak yeni bir dönemin tam öncesi ve 12 Eylül sonrası mücadele dönemi arasındaki bir ara dönem olarak yaşanarak, cuntaya karşı mücadelenin önemli bir halkası oldu.
***
2000’LER: AKP’YE KARŞI GENÇLİK MUHALEFETİ
Dünyada reel sosyalizmin yıkılması ve neoliberal kapitalizmin küresel anlamda zaferinin ilan edilmesine rağmen 90’lardan başlayarak 2000'li yıllara damgasını vuran gerçeklik gençliğin mücadeleleri olmaya devam edecekti.
Kapitalist neoliberal dönüşüm sürecine karşı ilk önemli itirazlar, 90’ların ortasından itibaren karşı küreselleşme hareketleri ile gençliğin merkezinde olduğu sokak hareketleri olacaktı. Türkiye’de 12 Eylül sonrasında başlayarak gelişen neoliberalleşme sürecinde YÖK'ün üniversiteleri dönüştürmeye yönelik hamlelerine karşı gündeme gelen "harçlara karşı mücadele", 90’lı yılların sonlarına damgasını vuran toplumsal muhalefet hareketlerinden birisi oldu.
2000’li yıllar ise genç muhalif yeni bir kuşağın tüm dünyadaki direnişlerle tarih sahnesine çıkacağı bir dönem olarak yaşandı.
Kendinden önceki kuşaklardan ayrı olarak geniş kitleler içinde sosyalizmin bir gelecek alternatifi olarak görülmemesi sorunu gençlik içinde de yaygın bir düşünce olarak kendini gösterirken, özellikle 2008 krizine doğru sistemin toplumsal bir sıkışma içine girmesi, gençlik başta olmak üzere milyonlar için vaat edilen refah ve özgürlüğün bir geleceksizlik gerçekliğine dönüştüğü ve ve yeni isyan dalgasının buna yönelik gelişmeye başladığı anlamına geliyordu.
Türkiye'de ise, AKP iktidarının neoliberal politikaların uygulayıcısı olmasının yarattığı sıkışma ve siyasal islamcı, gerici, baskıcı politikaların giderek toplum üzerinde hissedilmesi bir toplumsal kırılmaya işaret ediyordu. Bu kırılma 2000'li yıllardan Gezi'ye, Gezi’den bugüne bir belirleyen olarak hep sahnede olacaktı.
AKP iktidarının demokratiklik yanılsamasının yıkılmasında en önemli dinamiklerden biri, Türkiye'deki gençlik hareketliliği olacaktı. Bugün ortada duran tek adam rejimi, çeşitli ittifaklar ve kırılmalardan geçerken gençlik hareketi de 2000'ler boyunca AKP'ye ve onun 'yeni düzenine' bir başkaldırı olarak şekillendi. Hem genel siyaseti bu noktaya taşıyan bir güç olarak hem de kendi isyanının bir ifadesi olarak bu söylem uzun yıllar boyunca gençlik hareketinin yönünü belirleyecek ve kitleselleştirecekti. Neoliberal düzenin yarattığı geleceksizliğe karşı mücadele de gericilik ve baskılara karşı özgürlük mücadelesi de bu politik eksenin belirleyiciliğinde sürecekti.
DOLMABAHÇE’DEN ‘BAŞKALDIRIYORUZ'A
1980 darbesinin bir ürünü olan YÖK (Yüksek Öğrenim Konseyi) özerk demokratik üniversitenin tasfiyesinde en önemli kurum olması sebebiyle 2000'li yıllar boyunca gençlik hareketlerinin hep hedefinde oldu. Ancak üniversite hareketindeki kırılma noktalarından biri de önce YÖK'ün ardından doğrudan üniversitelerin dönemin Başbakanı Erdoğan'ın kontrolüne geçirilmesi olacaktı. Öğrencisinin ve üniversite özerkliğinin yanında olan rektörlerin yerini önce yandaş ardından doğrudan kayyum rektörlerin aldığı bugünlere gelene kadar tüm eşiklerde, öğrenciler özerk demokratik üniversite talebiyle mücadeleyi sürdürse de, bugün doğrudan Cumhurbaşkanlığı atamalarına bağlı hale gelen üniversiteler de çeşitli aşamalardan geçecekti. 2000’ler başında görece özerk statüde, en azından seçimli ve uzlaşıya dayalı üniversite yönetimi tek adama bağlı hale getirilecekti.
Bugünden geriye bakıldığında üniversitelerin dönüşüm sürecinin başlangıç noktalarından biri olarak dönemin başbakanı olan Erdoğan'ın Kasım 2010'da Dolmabahçe'de gerçekleştirdiği rektörler buluşması olarak görülebilir. Dolmabahçe aynı zamanda üniversite gençliğinin Erdoğan'ı ve yeni düzenini doğrudan hedef aldığı ilk gençlik eylemi olarak da tarihe geçecekti. Bu başlangıcın ardından AKP'li bürokratların üniversiteye girişleri hemen her yerde protestolarla karşılaşacak, gençlik AKP karşısında birleşen bir seyir izleyecekti. Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın ODTÜ'ye gelişi de büyük bir protestoyla cevaplanacak ve ODTÜ'lü öğrenciler Ocak 2011'de 'başkaldırıyoruz' yürüyüşünde buluşacaktı. Üniversite gençliğinin dili ve eylem biçimleriyle dikkatleri çektiği yıllar Gezi'ye kadar sürecekti.
FETTULLAH'IN ŞİFRESİ VE LİSELİLER
Üniversitelerde AKP protestoları sürerken 2011 Mart ayında gerçekleşen üniversite giriş sınavlarında -o zamanki adıyla YGS- Fetullah Gülen cemaatinin ÖSYM aracılığıyla soruları şifrelediği ve yandaşlarına dağıttığı skandalının ortaya çıkmasıyla Türkiye'nin dört bir yanında liseli gençler de sokakları dolduracaktı. YGS şifresi aynı zamanda bugünkü tek adam rejimine doğru gelinirken devlet içerisinde bir kadrolaşmanın da işareti olarak algılanacak, geleceği çalınan gençlerin de ilk ayağa kalkış anlarından biri olacaktı. Yurt genelinde büyük protesto yürüyüşlerinin gerçekleştiği günlerde AKP'nin yeni düzeninin de ne tür yollara başvurduğu, başvuracağı görülecekti.
ODTÜ AYAKTA VE GEZİ İÇİN MEMLEKET AYAKTA
2010 referandumunun da hem cemaat iş birliği hem de demokratikleşme vaatleri ile geçirilmesinin ardından AKP'nin ve Erdoğan'ın yeni düzeni hem eğitimde dönüşümü (4+4+4 eğitim düzenine geçiş) hem kadınları hedef alan(kürtajın yasaklanması) gerici politikaları, hem de özellikle gençlik üzerinde polisin de şiddetini artırdığı baskı politikaları kamuoyu nezdinde görünür hale geliyordu. Aralık 2012'ye gelindiğinde Tayyip Erdoğan'ın beş bin polis sayısız TOMA ile kampüse gelerek ODTÜ'nün adeta abluka altına alınması bir patlama noktasına doğru ilerliyordu. Öğrencilerin protestolarına dönük ağır polis şiddeti kamuoyunun tepkisini çekecekti. Üniversite öğrencileri Türkiye'nin dört bir yanında 'her yer ODTÜ her yer direniş' sloganlarıyla eylemler gerçekleştirecek ODTÜ ise öğrenci ve akademisyenlerin birlikte gerçekleştirdiği ders boykotunun ardından binlerce öğrenci ile DEVRİM stadyumuna ODTÜ AYAKTA yazacaktı. 1980 darbesinden bu yana görülen en büyük öğrenci protestosu olarak tarihe geçen eylem bütün memleketin ayağa kalkacağı, milyonların meydanları ve sokakları dolduracağı Gezi Parkı protestoları öncesinde gençliğin isyanının patlama noktası olacaktı.
2000'li yıllar boyunca Türkiye'nin politik ikliminin belirleyiciliği etrafında süren gençlik hareketleri AKP iktidarından bir çıkış talebinde birleşiyordu. Aynı talep ve büyük gençlik kitleleri yaygın bir meydan hareketi olan Gezi'ye de damgasını vuracaktı. Kendi sözü ve eylemiyle protestolara şeklini veren gençlik aynı zamanda ana akım siyaset düzlemini de sarsarak ilerleyecekti.
***
2025: VE ŞİMDİ YENİDEN
Gençlik mücadelesi bugün sokağa çıkan binlerce öğrencinin, meydanları dolduran gençlerin çağrıcılığında yeniden hayat buluyor. Z kuşağının AKP’ye karşı sürdürülen mücadelenin yeni bir halkası oldu.
Bu patlama bir uzun sessizlik döneminin ardından gerçekleşiyor. Haziran halk isyanı aynı zamanda bir gençlik isyanı olarak yaşanmıştı. Muhalif gençlik kesimlerinin AKP’ye karşı bu büyük ve birleşik itirazının ardından girilen dönem, ülke tarihinin en kaotik dönemlerinden birisi olarak yaşandı. Bu dönem üniversitelerde de kayyum rektörlerden, akademik tasfiye ve polis kuşatmasına uzanan özel bir baskı dönemi olarak yaşandı. Bu dönemde özel bir öğrenci gençlik hareketinden söz etmek gerçek anlamda mümkün olmasa da gençlik, AKP’ye karşı mücadelenin en önemli dinamiklerinden birisi olmaya devam etti. Referandumlardan seçimlere kadar her alanda sürdürülen mücadele, esas olarak gençliğin bu rejimden kurtuluş mücadelesinin parçası oldu.
Bu dönem boyunca tarikat yurtlarında hayatını kaybeden arkadaşları için mücadeleden, kayyumlara karşı Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversitelerdeki direnişlere pek çok mücadelede yürütüldü. Bugün bütün bunların üzerine yükselen patlamanın kaynağında ise, gençlerin kendi ifadeleriyle, bir gelecek kaybının yarattığı öfke var. Üniversitelerde okuyan ya da mezun olmuş gençlerden üniversite dışında çalışma hayatının parçası olan gençlere kadar hemen herkes güvenilir bir gelecekten yoksun kalmış durumda.
Pek çok öğrenci artık kazansalar da üniversitelerde eğitimlerini sürdüremiyor. Üniversite eğitimine devam edebilen gençler için ise mezuniyet sonrası istihdam çok daha büyük bir kriz haline geldi. Ülkede gençler, artan baskılar, siyasal ve ekonomik krizin yarattığı bunalım ve geleceksizlik kaygısı sebebiyle giderek daha fazla yurtdışına yöneldi. Bu yönelimi yalnızca ekonomik kaygılar değil, siyasal islamın gündelik yaşamı hapsetmesi, gençlerin kendilerine sunulan ve giderek daha fazla kırılganlaşan yaşam mücadelesi içerisinde topluma ve ülkeye aidiyetlerinin aşınması da belirledi.
Bu bunalım gençler için bir kurtuluş arayışını sürekli canlı tutarken, eşik şimdi aşıldı. Bu hareket içinde üniversitelerin hızla harekete geçebilmiş olması, hareket içinde birbirleri arasında koordinasyonu şekillendirme becerileri ve birleşme arzuları önümüzdeki dönemin gençlik mücadelesi için çok önemli ip uçlarını da içinde taşıyor. Gençlik şimdi, yeni bir kuşak olarak kendi tarihlerini kendi sözleriyle, kendi dilleriyle yazmak için harekete geçiyor…