Hatırlatmalar | '68'den bugüne, bir daha NATO’ya hayır
Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi
Tarihi kanlı katliamlarla dolu NATO’nun 75. yıl zirvesinde, sonraki durak olarak Türkiye belirlendi. 2026 yılında NATO zirvesi Türkiye’de yapılacak. Türkiye’de en son 2004’te toplanan NATO zirvesi anti-emperyalist toplumsal muhalefet güçlerinin protestolarıyla karşılanmıştı.
2004 yılında sokakların ana gündemi Irak’ta başlayan Ortadoğu Savaşıydı. İktidara yeni getirilmiş AKP’nin BOP ekseninde üstlendiği görevle, Türkiye’deki zirveyi bir fırsat olarak gördüğü zamanlardı.
O gün NATO’yu protesto edenler, Irak’la başlayan işgal ve savaşın yaratacağı büyük yıkımlara dikkat çekilerek, Türkiye’nin buna ortak olmaması uyarılarını dile getirmişti. Geçen yılların ardından yaratılan yıkımlar ve siyasal İslamcıların ülkeyi içine sürüklediği ateş çemberi ortada.
***
Bu bir yanıyla Türkiye tarihinin bir gerçeği. Bugün iktidarı paylaşan siyasal İslamcılar ve ülkücüler, soğuk savaş aparatı olarak NATO-CIA tezgâhlarından geçerek büyütüldü. NATO’ya bağlı hale getirilmiş ordu eliyle gerçekleştirilen darbelerle Türkiye siyasal İslamcı dönüşüm yoluna sokuldu.
Bağımsızlık için mücadele eden devrimciler NATO’ya ve emperyalizme karşı durdular. Bunlardan birisi 14 Mayıs 1968’de başlayan NATO’ya Hayır Haftası oldu. O gün yayınlanan bildiriden kısa bir özet paylaşıyoruz, dünden yarına uzanan devrimci mücadelenin 2026 zirvesi için de bir çağrı olarak.
“Varlığını yoksul ülkeleri sömürmekle sürdürebilen emperyalist Amerika bu çıkar düzenini devam ettirmek amacıyla askerî bir garanti aradı ve NATO’yu kurdu. Bir umacı yaratarak soyduğu ülkeleri ‘komünizm’ tehlikesiyle korkuttu. Ve yandaş birer güç olarak bu örgüte kattı. Nitekim yeryüzünde emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş olan Türkiye’miz, ne gariptir ki, bu oyuna düşerek, kurtuluş savaşlarının baş düşmanı ve emperyalizmin sömürü aracı NATO’ya girdi.
O günden bu yana NATO hep aleyhimize çalıştı. Emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını veren ordumuz, sonradan NATO’ya girmemiz nedeniyle Kıbrıs’ta bile kendi öz çıkarlarımızı korumaktan alıkondu.
**
Emperyalist Amerika’nın hasta ekonomik yapısının askerî uzantısı olan NATO’ya hayır demek şarttır.
NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, Amerika’ya karşıyız.
NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, emperyalizme karşıyız.
NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, emekçi halk yığınlarının yani Türkiye’nin çoğunluğunun çıkarlarından yanayız. (…) Amacımız bağımsızlık sorununu, yalnızca biz gençlerin ve aydınların sorunu olmaktan çıkarıp emekçi halkımıza mal etmektir. Çünkü, her zaman halklar galip gelmiştir. Vietnam da böyle olmuştur, Türkiye’de olacaktır.”
6. FİLO’YA KARŞI EYLEMLER
6 Filo; Birleşmiş Devletler Avrupa Donanma Kuvvetleri olarak bilinir. Merkezi İtalya Napoli’dir. Akdeniz ve Karadeniz’de görev yapar. ABD’nin Ortadoğu’da halkları üzerindeki baskısının aracı olmasının yanı sıra, Karadeniz’de geçmişte Sovyetler Birliğini bugün ise Rusya’yı çevreleme politikasının bir aracı misyonuyla hareket etmektedir. Dünden bugüne Akdeniz ve Karadeniz’de NATO’nun, ABD’nin ezilen halklar üzerindeki silahı görevi görmektedir.
Türkiye halkları 6. Filo ile ilk somut karşılaşmaları1964’de Kıbrıs bunalımı üzerine oldu. İnönü’nün Kıbrıs olayları üzerine müdahale kararına karşılık ABD başkanı Johnson’ın İnönü’ye gönderdiği “Türkiye’nin müdahalesi halinde 6.Filo’nun bunu engelleyeceği” mesajını ileten mektup özellikle gençlik kesimlerinde anti-emperyalist tepkilerin gelişmesinde etkili oldu. Johnson mektubundan sonra ilk defa 1966’da Türkiye’nin kara sularına giriş yapan 6. Filo’ya karşı Ankara, İstanbul ve İzmir’de yoğun protesto gösterileri düzenlendi. Nisan’da 6. Filo’nun yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı’nın ülkemizi ziyareti nedeniyle doruk noktasına ulaştı. 1967 yıllının Ekim ayında 6 Filo’nun yeniden gelişine karşılık gençliğin anti-emperyalist eylemleri bir kez daha yoğunlaştı. Devrimci Gençler İstanbul’da Amerikalı erlerin karaya çıkmasını engellediler. Karaya çıkamayan Amerikan Subayları helikopterle Yeşilköy’e gitmek zorunda kaldı. Gösteriler 12 Ekim’de İzmir’de yoğunlaştı. Aralık ayında ise Kıbrıs olaylarının da etkisiyle Amerika ve NATO karşıtı eylemler Ankara’da kendisini gösterdi.
1968 yılı Gençliğin anti-emperyalist eylemlerinin doruk noktasına çıktığı bir yıl oldu. Temmuzda Dolmabahçe rıhtımına yeniden demirleyen 6. Filo’ya karşı İTÜ öğrencileri rıhtıma gelerek bayrakları yarıya kadar indirdiler ve eylemlerinin Türkiye’nin tam bağımsız bir ülke olmadığı göstermek için yaptıklarını açıkladılar. Açıklamanın ardından Taksime yürüyen kitleye polis müdahale ederek gençlerin bir kısmını gözaltına aldı. Eylemler akşam saatlerinde Amerikan erlerinin Beyoğlu’nda barlara ve randevuevlerine dağılmasıyla devam etti. Eylenen Amerikan erlerini barların ve randevu evlerinin kapısında bekleyen polisler koruyordu. Birer işgal askeri gibi davranan erlerin kepleri alınarak üzerine boya atılarak protesto edilmeleri gece geç saatlere kadar sürdü. Polisin bu eylemlere tavrı çok sert oldu. 17 Temmuz’da İTÜ Öğrenci Yurdu polis tarafından basılarak Vedat Demircioğlu pencereden atıldı. Bunun duyulması üzerine gençler Dolmabahçe’ye giderek ABD askerlerini denize attı. İTÜ olayları ülkenin dört bir yanında yankılandı ve anti-emperyalist eylemlere sahne oldu. 24 Temmuzda hastanede Vedat Demircioğlu hayatını kaybetti. Gençliğin anti-emperyalist mücadelesinde ilk düşen devrimci genç oldu.
1969’da anti-emperyalist eylemler devam etti. Vietnam Kasabı Commer ODTÜ’ye geldi ve arabası Devrimci Gençler tarafından ateşe verilerek, anti-emperyalist mücadele de bir meşaleye dönüştü. Arabayı yakan gençlerin dışında bütün okul öğrencileri olaya sahip çıkarak kendilerini ihbar etti. Bağımsızlıkçı tavır gençliği de aşarak toplumun tüm kesimlerine yayılmıştı. 16 Şubat 1969’da Emperyalizme karşı sendikalar, odalar, gençlik gruplarının birlikte yapacağı eyleme günlerdir gerici basının hedef göstermesi sonucu gericiler saldırdı. Bir tarafta emperyalizme karşı duran halk kesimleri varken diğer tarafta onları koruyan ve 6. Filo’ya secde eden gerici kesimler vardı. Bu olay tarihe Kanlı Pazar olarak geçti. 6 Filo protesto eylemlerinin yaygınlaşması karşısında ABD hükümeti 6 Filo’nun Türkiye ziyaretlerini ertelemek zorunda kaldı.
NATO’YA HAYIR HAFTASI
Anti-emperyalist tavır kitle eylemlerinin yanı sıra üniversitelerde yaygın tartışma ve forumlarla sürüyordu. 14-19 Mayıs 1968 tarihleri arasında NATO’ya Hayır haftası düzenlendi. Hafta 6 metrelik bir NATO ambleminin yakılmasıyla başladı ve kampüslerde çeşitli forum tartışmalar, konserler, açık hava oturumları ile sürdü. Haftanın önemine dair yapılan açıklamalarda kısaca şu hususlar ifade ediliyordu: “NATO’ya hayır diyoruz, çünkü Amerika’ya karşıyız, NATO’ya hayır diyoruz çünkü emperyalizme karşıyız. NATO’ya hayır diyoruz çünkü emekçi halk yığınlarının yani Türkiye’nin çoğunluğunun çıkarlarından yanayız”. Haftaya katılan örgütlerin katkısıyla “Emperyalizmin Sömürge Aracı NATO’ya Hayır” başlıklı bir broşür bastırılıp dağıtıldı.
BAĞIMSIZLIK HAFTASI
16-20 Mart 1969 tarihleri arasında FKF’den gençliğin merkezî örgütüne dönüşen DEV-GENÇ “Bağımsızlık Haftası” düzenledi. 4 gün süren haftada Ankara ve İstanbul’da etkinlikler, forumlar, eylemler gerçekleştirildi. İstanbul’da ilk foruma katledilen Taylan Özgür’ün babası konuştu. Konuşmasında emperyalizmi işbirlikçilerini ve Filipin tipi demokrasiyi teşhir etti. 4 Gün boyunca emperyalizm, Türkiye, kültür emperyalizmine karşı mücadele konuları ele alındı. Ankara’da ilk foruma Taylan Özgür’ün babası, Turgut Aytaç’ın eşi ve yine katledilen Battal Mehmetoğlu’nun annesi katıldı. Konuşmalarda, Amerikan emperyalizmine karşı bütün yurtseverlerin mücadele etmesi gerektiği vurgulandı. Daha sonra Dev-Genç’liler “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla Amerikan bayrağı yaktılar. Hafta boyunca resim sergisi, Emperyalizm nedir, Emperyalizmle mücadele başlıklarında seminerler yapıldı. En son gün ise Ruhi Su Gecesi düzenlendi.
***
NATO NEDEN KURULDU?
1949 yılında ABD, Kanada, Birleşik Krallık, Fransa, Danimarka, Lüksemburg, Hollanda, İtalya, Belçika, İzlanda, Norveç ve –o dönemde Salazar diktatörlüğünün hüküm sürdüğü– Portekiz tarafından imzalanan Kuzey Atlantik Anlaşması üzerine kuruldu.
1945’te II. Dünya Savaşı SSCB, ABD ve Avrupa ülkelerinin ittifakıyla sonlandıktan sonra, eski imparatorluklar ve Avrupa yıkım içerisindeydi. Savaş sonrasındaki Yalta ve Potsdam konferanslarında da Batı kapitalizmi ve sosyalizm arasındaki sınırlar belirlendikten sonra, Avrupa’nın yeniden inşası sorunu gündeme geldi. Bu dönemde, savaşı az hasarla atlatan ABD, Avrupa’nın yeniden sanayi ve askerî bir güç olarak inşasına girişirken, aynı zamanda emperyalizmin liderliğini de Britanya’dan alıyordu. Doğu Avrupa’da halk cumhuriyetleri SSCB’nin desteği ile Batı emperyalizmine kapılarını kapatırken, ABD yeni süper güç olarak kendi imparatorluğunu kurma mücadelesine girişti.
ABD’nin II. Dünya Savaşının son günlerinde Japonya’nın teslim olmasına rağmen, SSCB’nin barış görüşmelerine müdahil olup bölgede etkinlik sağlamasını engellemek için Hiroşima ve Nagasaki’ye attığı atom bombaları, 1945 sonrasındaki tüm jeopolitik gerilimleri belirleyen en önemli unsuru dünyaya tanıttı: Nükleer savaş.
EMPERYALİZMİN İNŞA ÖRGÜTÜ
NATO da tüm askerî yayılımın ötesinde bir nükleer savaş örgütüydü. ABD’deki hiçbir nükleer üssün SSCB ve müttefiklerini vuramayacağı gerçeği ile Avrupa, Ortadoğu ve Uzak Asya’da askerî ve nükleer üsler kurma hedefi, NATO’nun kurulmasının en önemli sebeplerinden biriydi.
NATO, bu emperyalizm kurgusunun kuşkusuz en önemli örgütü. Aynı zamanda benzer dönemde kurulan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması gibi kuruluşlar ve paktlar emperyalist güçlerin ekonomik belirleyicisi ve yumuşak gücü olarak kurgulanırken, NATO da Amerikan ordusu ve müttefiklerinin komünizmin yayılma “tehlikesine” karşı, küresel çapta yayılımı, tahkimi ve etki gücünün yükseltilmesini amaçlıyordu.
Bu kuruluş süreci, ABD’nin emperyalizmin önderliğini tekeline alması süreci olarak işledi; serbest ticarette hegemonya kurmak için İngiltere’nin Sterlin blokunun dağıtılması, Marshall Planı bağlamında, ekonomik yardım görüntüsünün altında tüm yeni müttefiklerin askerî, istihbarat ve bürokratik yapılarının Amerikan hegemonyasına geçmesi gibi.
Ayrıca, sözde “yenilgiye uğratılan” üst düzey Nazi komutanları NATO’nun, CIA’nin Batı Almanya’nın askerî ve istihbarat örgütlenmelerinin kurulmasında görevlendirildi. Nazilerle ve faşist örgütlenmeler ile kapalı kapılar ardında kurulan bu ilişkiler, ABD emperyalizminin askerî ve istihbarat yapısını şekillendirdi.
DOLAYLI SAVAŞ ÖRGÜTÜ NATO
1945 sonrasında Batı Avrupa’da komünist partilerin birçok ülkede iktidar ortağı olduğu, Doğu Avrupa’nın Halk Cumhuriyetleri ve Komünist Partilerle yönetildiği bir konjonktürde, komünizmle savaşı yalnızca doğrudan değil dolaylı şekilde de yürütebilmek için NATO, Avrupa’da Gladio örgütlenmeleri kurdu. Faşist çetelerin silahlandırılarak, merkezî istihbarat ve ordu ile ilişki içerisinde, ABD emperyalizminin kontrolü altındaki ülkelerde hükümet değiştirme, darbe kışkırtma, iç savaş çıkarma gibi operasyonlar için bu dolaylı savaş taktikleri doğrudan NATO eliyle geliştirildi. Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra ülkede dolaylı savaş yine aynı taktikle, ülkü ocakları, komando kampları, komünizmle mücadele dernekleri ve Özel Harp Dairesinin kurulmasıyla örgütlendi.
İtalya’da Gladio’nun bombalı eylemlerle darbenin kışkırtılması, Yunanistan’da cunta örgütleyerek darbe yapılması, Türkiye’de “bizim çocukların” 12 Eylül darbesini gerçekleştirmesine kadar sürdürülen çatışma ortamı, doğrudan NATO eliyle örgütlendirilmiş faşist yapıların ürünüdür.
***
TÜRKİYE NATO’YA GİRİYOR
Türkiye, II. Dünya Savaşı döneminde tek parti hükümetiyle görece bağımsız bir tavır sürdürerek savaşın dışında kalsa da 1945 sonrası iklimde, Soğuk Savaşın henüz başlarında ABD merkezli Batı cephesinden yana tercihini kullandı. Önce, henüz İnönü döneminde 1946’dan itibaren imzalanan ekonomik ve askerî yardımlaşma anlaşmaları ile Türkiye komünist cephenin sınır komşusu ülke olarak hızla doğrudan ve dolaylı savaş stratejileri yörüngesinde şekillendirilmeye başlandı. Önce askerî mensuplar ABD’de dolaylı savaş ve kontrgerilla eğitimleri aldı. Devlet içerisinde Amerikalı “uzmanlar” giderek daha aktifleşti, iktidarın tüm icraatları Amerikan aklının elinden geçmeye başladı. Hakeza CHP’nin 1947 tarihli ünlü 7. Kurultayı ile tamamen liberal ekonomi politikalarının belirlenmesi, toprak reformunun rafa kaldırılması, köy enstitüleri kaldırılarak imam hatip ve ilahiyat fakültelerinin açılması kararları, Amerikan emperyalizmi yönündeki çizginin politik olarak somutlanmaya başladığını gösteriyordu.
Ardından gelen Menderes, Türkiye’nin Amerikan emperyalizmine bağımlılığını hızlandıran adımlar attı. Henüz iktidarının ilk yılı dolmadan, meclisten Kore’ye asker gönderme kararı çıkarttı. Amerikan emperyalizminin, Uzak Asya’da girdiği vekâlet savaşına destek olabilmek için, 14 bin asker 7.755 kilometre ötedeki Kore’ye gönderildi. 721’i hayatını kaybetti, 175’i kaybedildi, 243’ü esir düştü. Kayıpların büyük çoğunluğu, Amerikalı komutanların geri çekilme emrini yollamakta gecikmesinden kaynaklandı.
Savaş sürerken, dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Türk askeri için “Müttefik güçler en ucuz askeri Türkiye’den temin ediyor, bir askerin maliyeti 23 sente denk geliyor” yorumu yapmış, Nâzım Hikmet de bu sözler üzerine şu dizeleri yazmıştı:
Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
herhalde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak
mevcuttu, tuhafınıza gidecek,
mevcuttu hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu.
***
SARAYIN NATO İLE İMTİHANI
NATO zirvesi Türkiye’yi yeni dönemde büyük risklerin beklediğini ortaya koyuyor. Ukrayna cephesinde savaşın derinleştirilmesinin Karadeniz’i bir ABD ve NATO üssü haline dönüştüreceği ortada. Erdoğan her ne kadar “Ukrayna-Rusya arasında bir denge içindeyiz” dese de altına imza atılan NATO kararları Türkiye’yi kaçınılmaz olarak savaşın en önemli parçalarından birisi haline getirecek.
Savaşın şimdi belli bir denge içinde götürüldüğü bir durumun da ortaya çıkardığı boşluklar savaş derinleştikçe kaybolacak. Kaldı ki Erdoğan ve AKP’de Mayıs seçimleri sonrasında Hakan Fidan’ın dışişleri koltuğuna oturmasıyla birlikte ABD-NATO hattında bir dış politika ayarlamasını adım adım oluşturmaya çalışıyor.
Bu aynı zamanda Mayıs seçimlerinde AKP’yle bir emperyalist güçler arasındaki bir mutabakat olarak da değerlendirilebilir. ABD ve NATO ile son yıllarda kimi çelişkilerin ortaya çıktığı, Rusya’nın oluşturduğu dengenin yarattığı boşluklar içinde hareket edilerek avantajlar kazanılmaya çalışıldığı bir gerçek. İç siyasete de ABD ve NATO’ya ayar vermeye yönelik popülist siyasetler buna eşik etti. Ama bütün bu süreç boyunca Türkiye, ABD-NATO politikalarına bağlı olarak şekillenmeye devam etti.
Bugün Türkiye’de AKP iktidarının en önemli misyonu olarak öne çıkan noktalardan birisi göçmenlerin Türkiye’de depolanması. Siyasal İslamcılık burada tam da işlevsel bir rol oynamaya devam ediyor. Öte yandan Türkiye, Ukrayna cephesinin de vazgeçilmez bir parçası ki bu konuda da silah yardımı yaparak da kimi zaman arabulucu rolüne de soyunarak da üzerine düşeni yerine getirmeye devam ediyor.
***
Suriye’de Kürt özerk alanı üzerine çelişki henüz çözülememiş olmakla birlikte, bu konudaki sınırlar da –zorunlu- bir biçimde kabul edilmiş durumda. Bu konuda son günlerdeki gelişmeler ise kuşkusuz ki AKP’nin yarattığı dış politika çıkmazının yeni bir ifadesi olarak gelişiyor. Erdoğan NATO zirvesi dönüşü bir kez daha, Esad’a çağrısını yineleyerek Türkiye’de ya da üçüncü bir ülkede bir araya gelip “küslüğü” ortadan kaldırmayı teklif etti. Bir ülkenin emperyalistlerle işbirlikçiliği içinde paramparça edilmesini kişisel bir küslük olarak görmenin tuhaflığı bir yana, bu krizin öyle “kardeşim Esad barışalım” demekle kolay kolay aşılamayacağı görülüyor. Görüşme sözlerinin dile getirilmesinin ardından İdlib’deki cihatçı güçlerin ayaklanması, geçen hafta Filistin yürüyüşü adı altında toplanan cihatçıların “Katil Esed” yazılarıyla görüşmeleri reddetmesi de bunun göstergesi. İdlib’de toplanmış on binlerce insanın ve cihatçı çetelerin yaratacağı yeni göç ve çatışma risklerini de ayrıca hesaba katmak gerekir.
Türkiye, ABD-NATO ekseninde konumlanarak bu risklerle yüz yüze kalmaya devam edecek. NATO zirvesinin son kararlarının da soğuk savaş ekseninde şekillendirilen Türkiye’yi, şimdi yeni savaş konsepti içinde yeniden konumlandırma anlamına geldiği açık. Buna karşın iktidarıyla muhalefetiyle hepsinin NATO’ya bağlılık içinde olmaya devam ettikleri, onun savaş ve yıkım politikalarına karşı tek bir eleştiri dahi ortaya koyamadıkları tam bir teslimiyet yaşanıyor. Meloni’nin NATO zirvesinde Erdoğan’a “hayran” bakışları, gelecek dönemde yeni mülteci akını için Türkiye’nin duvar olmaya devam edeceği umudundan geliyor.
2026 NATO zirvesi için alınan Türkiye kararı, bir anlamda sembolik olarak da Türkiye’nin konumuna işaret ediyor.
***
SSCB SONRASI NATO YAYILMACILIĞI
’90’lar başında reel sosyalizm tam anlamıyla yıkıldıktan sonra, NATO da jeopolitik dengede kendisine meydan okuyacak, geriletecek bir güç kalmadığı için yayılımını hızlandırdı. 1990 yılında SSCB’ye “Doğuya bir milim dahi yakınlaşmayacağının” sözünü veren örgüt, Gorbaçov’u Pizza Hut sırasına soktuktan sonra Avrupa’daki eski sosyalist cumhuriyetlere doğru yayılmaya başladı. Geçen 34 yılda, son katılan Finlandiya ve İsveç dışındaki 14 ülkenin tamamı ya eski Varşova paktı üyeleri ya da Yugoslavya’dan kopan ülkeler. Keza SSCB yıkıldıktan sonra Balkanlarda başlayan savaş süreci, NATO’nun başta dolaylı sonra -Kosova Savaşı- doğrudan müdahalesi ile gerçekleşmiştir. Dünyaya demokrasi, barış ve özgürlük getireceği iddia edilen yeni tek kutuplu düzen, NATO’nun rakipsiz kalmasıyla, tüm gezegeni yağmaya, katliam ve savaşlara açık hale getirdi.
1991 itibariyle, geçmişte reel sosyalizmin dayanışma ağı içerisindeki tüm bölgeler, Ortadoğu’dan Balkanlar’a ve Uzak Asya’ya, geçtiğimiz 30 yılı aşkın sürede bitmeyen istikrarsızlıklar, katliamlar ve iç savaşlara tanık oldu. Tüm bunlar, NATO’nun önlenemez bir güce dönüşmesinin sonuçlarıydı.
Doğu Avrupa’da üyelerini, dolayısıyla Amerikan üslerini artıran NATO, bu şekilde aşama aşama Rusya’yı çevreleme politikası güttü. Son olarak, 2014’teki kanlı isyandan bu yana Amerikan emperyalizmi çizgisindeki Ukrayna’nın da NATO’ya katılma talebi üzerine Rusya-Ukrayna savaşı başladı. Rusya’nın, Doğu Ukrayna ve Kırım’daki faal desteğinden hareketle giriştiği işgalin temel dinamiği, NATO yayılmacılığının artık kendi sınırlarına ulaşmasıydı. Amerikan emperyalizminin birinci amacı da Rusya’yı sıkıştırmaksa ikincisi de böyle bir hamle karşısında Avrupa ile ilişkilerini zayıflatarak yalnızlaştırmaktı. Savaşın başından bu yana ağır ekonomik ambargolara maruz bırakılan Rusya ise askerî anlamda geriletilemedi. ABD’nin kışkırttığı savaş, önceliğini Asya-Pasifik’e kaydırdığı için Batı Avrupa ülkelerinin himayesine teslim edildi. İngiliz, Fransız, Alman askerî teçhizatlarının, askerî personellerinin artık bizzat dahil olduğu savaş şu anda sonlanma sinyali vermiyor. Dolayısıyla 1990’lardan bu yana süren genişlemenin meyvesi, Avrupa’da Rusya sınırında bitmeyen bir savaş tasarlayarak, Avrupa ülkelerinin tamamen Amerikancı politikalara konsolide ve militarize edilmesi ile sonuçlandı.
SSCB sonrası dönemde NATO yayılmasını yalnızca yeni ülkelerin üye yapılması ile düşünmemek gerekir. Reel sosyalizmin yıkılışı, özellikle üçüncü dünyada emperyalizmle çelişkili, bağımsız bir hat savunan ülkelerin hem ideolojik hem de jeopolitik dirençlerinin zayıflamasına sebep oldu. Bu değişimin sonuçlarını en ağır hisseden bölgelerden biri de Ortadoğu oldu. ’80’lerin sonundan bu yana Körfez Savaşı, Afganistan işgali gibi gerilimlerle kaynayan bölgede, ’90’ların sonu itibariyle NATO’nun Büyük Ortadoğu Projesi adım adım ilerletildi. Önce, SSCB işgaline karşı CIA tarafından kurulan Taliban güçlendirildi, ardından bu örgütün içinden doğan El-Kaide, Ortadoğu’daki önemli paramiliter güçlerden biri haline getirildi. Hem cihatçı güçler hem de bölgedeki kültürel gerilimlerin dinamitlenmesi eliyle özellikle Amerikan emperyalizmiyle çelişkili, büyük çoğunluğu BAAS devletleri hedef alınmaya başladı. Huntington’ın ünlü “Medeniyetler Savaşı” bölgemizde hayata geçirilerek, doğrudan Irak ve Libya’nın işgalinden, Suriye’de çıkarılan iç savaşa, Arap Baharında Müslüman Kardeşlerin desteklenmesinden Türkiye’de AKP’nin iktidara getirilmesine kadar, bölgeyi sürekli istikrarsızlığa ve bitmeyen savaşlara boğan tüm hamleler, dünya sosyalist hareketinin ve bunun merkezlerinin yokluğu ile gerçekleşebildi. Reel sosyalizmin eksikliği, yalnızca askerî ve lojistik değil, aynı zamanda dünya halklarına şerlerden ehvenini seçme zorunluluğu yarattı. Suriye örneğinde gördüğümüz üzere Rusya’nın, İran’ın NATO karşıtı müdahalesi Suriye’nin parçalanmasını ve petrollerinin ele geçirilmesini engelleyemedi, Suriye’den Libya’ya, tüm Ortadoğu’yu çözümsüz vekâlet savaşlarının merkezi haline geldi.
FİLİSTİN’DE KATLİAMIN HAZIRLAYICISI VE SPONSORU
Keza geçmişi dünya sosyalist mücadelesinin onuru ve okulu olan Filistin direnişinin liderliği de İsrail ve ABD eliyle devrimcilerden İslamcılara geçirildi. Bu süreç, Filistin direnişinin meşruiyetini yok etmese de reel sosyalizmin yıkılışı ve NATO’nun Ortadoğu’da giderek daha etkin bir güç olabilmesi, bu eksen değişiminin yegâne sebebiydi.
Bugün ise Filistin’de tüm dünyanın gözü önünde bir soykırım yaşanıyor. Şu âna kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 40 bini geçerken, Lancet’in araştırmasına göre İsrail’in açtığı savaş sebebiyle yaşamını kaybeden ve kaybetme tehlikesi altındakilerin sayısı 186 bin. 2 milyonluk Gazze nüfusunun yaklaşık onda birini doğrudan katletmeye, gerisini bölgeden çıkarmaya yönelik bu kanlı savaşın en önemli destekçisi, hatta bu savaşın bugün var olabilme sebebi ABD. NATO doğrudan Gazze’de yürütülen savaşın parçası olmasa da birliğin lider ülkesi, İsrail’e her türlü askerî mühimmat desteği sağlamaya devam ediyor, üstelik bu destekte de yalnız değil. Diğer büyük NATO üyeleri Almanya, Fransa ve Britanya Krallığı da İsrail’in askerî, ekonomik ve diplomatik anlamda en önemli destekçisi. Bugün milyonlarca Gazzeli ateş altında suya, gıdaya, tıbbi yardıma erişemezken, Amerikan başkanı Biden’in rahatça “İsrail’deki desteğim buradan daha fazla” diyebildiği bir dünyayı, NATO’nun ve kalbindeki Amerikan emperyalizminin rakipsizliği yarattı.