Google Play Store
App Store
Hatırlatmalar | AKP medyayı nasıl ele geçirdi?
Doğan Medyanın devri esnasında Demirören ailesi ile Aydın Doğan (Fotoğraf: Depo Photos)

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Bugün iktidarın yeniden internet ve medyaya yönelik yasakları tartışılırken, bir tarikat-cemaat koalisyonu olarak yola çıkan AKP’nin devlet içerisinde kadrolaşma ve toplumda rıza üretme sürecinde medya büyük rol oynadı. Ergenekon-Balyoz operasyonları, Dink cinayeti, sivilleşme tartışmaları, yargıyı ele geçirmek için tezgâhlanan 12 Eylül 2010 referandumu gibi süreçlerde tarikat medyası adeta operasyon aparatı gibi çalıştı. O dönemlerde “Hizmet Hareketi” dedikleri FETÖ’nün elindeki Zaman, Taraf, Nokta gibi yayın organlarında kimlerin hapse gireceği önceden bildirilirken diğer cemaatlerle bağlantılı İslamcı gazetelerde de (Yeni Şafak, Akit, Türkiye vb…) benzer bir destek propagandası hâkimdi. Aynı dönemde bu gazeteler, başka gazetelerin kapatılmasını hatta gazetecilerin içeri atılmasını savunuyorlardı.

Ana akım medyanın ele geçirilerek iktidara yakın şirketler eliyle oluşturulan havuz medyası, rejimle birlikte parti aparatına dönüştürülen kurumları aracılığıyla AKP’nin 22 yıllık iktidarını sürdürmesinde azımsanamayacak bir etkide bulundu. Ele geçirdiği basın organları aracılığıyla muhalif partileri ve toplumsal muhalefeti her kritik dönemde yalan ve çarpıtmalardan yararlanarak kriminalize etmeye çalıştı. Bu süreci aynı manşetle, aynı sözlerle çıkan onlarca basın yayın organıyla operasyonel bir şekilde yürüttü. Ülkeyi tek adam rejimine götüren ve sonraki tüm kritik süreçlerde elindeki medya gücünün etkisiyle dış ve iç düşmanlar anlatısı ve kutuplaşma üzerinden rıza üretmeyi kısmi olarak sağladı.

Diğer yandan bu yapısıyla medya toplumsal mühendisliğin bir aracı olarak kullanıldı. Kültürel hegemonyayı sağlayamadığı itirafı çerçevesinde tek bir yerden ürettiği enformasyonla dizilerden eğlencelere, şov programlarına kadar kendi dünya görüşüne uygun içerikler yaygın olarak dolaşıma sokuldu. Diğer yandan seküler yaşam biçimini yansıtan programlar sansüre uğratıldı. Kamusal bir yayın organı olan TRT’nin iktidar organına dönüştürülmesiyle birlikte yeni Osmanlıcılık temelinde tarihin çarpıtılmasıyla oluşturulan yapımlara imza atılarak tarihi kendi bulunduğu yerden yeniden inşa etmeye girişti. Diğer yandan Teşkilat gibi kontr-gerilla yapıları meşrulaştıran diziler aracılığıyla büyük devlet yanılsamasını pohpohlayan, milliyetçi duyguları sefer eden prodüksiyonlar gerçekleştirdi. Bu diziler rejimini kendi tabanında meşrulaştırmanın ve konsolide etmenin önemli aparatlarından biri görevini gördü.

Rejim eliyle medya ideolojik bir aygıtın yanı sıra bağımsız ve muhalif basın ve medyaya karşı bir baskı aygıtı sopaya da dönüştü. İletişim Başkanlığı bünyesinde tek elde toplanan havuz medyası ve devlet kurumları (RTÜK, BİK, AA, TRT), trol orduları ile bağımsız ve muhalif gazeteler, televizyonlar zapturapt altına alınmaya çalışıldı. Çıkarılan sansür ve dezenformasyon yasaları aracılığıyla yurttaşlardan gazetecilere rejimi eleştiren kesimler gözaltılar ve tutuklamalarla sindirilmeye çalışılıyor. Tüm bu dezenformasyona yalana baskıya rağmen geniş kesimler giydirilmeye çalışılan deli gömleğini kabul etmedi. Bu sayede de bağımsız ve muhalif basın, sanat, kültür üretimi bu topraklarda yeşermeye devam ediyor.

BİR “ANA AKIM” HAVUZU

AKP iktidarı, toplumu dizayn etme sürecinde başta doğrudan kendisine ait olmayan tarikat-cemaat medyası üzerinden propaganda yaparken 1980 sonrasında toplumda “ana akım” olarak kodlanan holding medyasına da el atma ihtiyacı duydu. Bunu yaparken, aynı zamanda sermaye içerisindeki çelişkilerde de taraf tutarak, kendisine “muhalif” sermaye gruplarını devlet eliyle sıkıştırıp yandaşlarına pay ederek daha geniş bir kâr havuzu oluşturdu.

• Bu stratejiyle ilk kez 2003 yılında TMSF eliyle Uzan’ın şirketlerine el konuldu, o dönemde Star gazetesi el değiştirerek AKP’li Ethem Sancak’ın eline geçti. Zaman içerisinde, Doğan Medya’nın vergi borçları ile sıkıştırılarak yandaş patronlara dağıtılması, Karamehmet’in elindeki Güneş ve Akşam gazetelerinin yine Sancak grubuna verilmesi bunun diğer örnekleri.

• Ancak havuz medyası denildiğinde, akla ilk gelen geçmişte Dinç Bilgin’e ait olan ve Ciner grubuna geçtikten sonra 2007’de TMSF tarafından el konulan Sabah-ATV’nin el değiştirmesi oldu. Bu süreçte, daha sonra FETÖ-AKP kavgası sırasında ortaya saçılan tapelerde de açığa çıktığı üzere Erdoğan bir “havuz” sistemi kurarak, AKP’ye yakın olan, devlet ihalelerinde en çok öne çıkan sermaye gruplarından para toplayarak, bu paralarla doğrudan iktidara bağlı bir medya organı yaratıldı. Öncelikle Erdoğan’ın damadı Albayrakların sahip olduğu Çalık tarafından alınan Sabah-ATV grubu bu havuz sistemi ile, Cengiz ve Kalyon inşaatın koyduğu paralarla Erdoğan ailesinin eline geçti.

• Bu yöntemin bir diğer örneği de Doğan Medya’nın elindeki Hürriyet-CNN TürkD&R gibi kuruluşların AKP’ye yakın medya kuruluşları tarafından satın alınmasıyla gerçekleşti. Doğan Grubuna vergi borçları üzerinden baskı yapılarak medya grubunu elinden çıkarması sağlandı. Doğan grubunun ajans, kanal ve gazeteleri, geçmişte Milliyet gazetesini alarak yandaşlıkta rüştünü ispatlayan Demirören tarafından satın alındı. Ancak bu alımdan kâr edemeyeceğini bilen Demirören ailesine, Federasyon başkanlığından, İddaa ve Milli Piyango işletmeleri başta olmak üzere birçok ballı ihale verilerek zarar karşılanmaya çalışıldı.

• Bu süreçte Doğuş Grubu da Demirören’in yolundan giderek iktidar desteği ile işlerini büyüttü. O dönemde NTV ve Cnbc-e kanallarına sahip olan Ferit Şahenk, Star TV ve Kral Medya’yı satın alarak havuz medyanın parçası haline getirdi.

Zorla elden çıkarmalar, TMSF el koymaları ve havuz sistemiyle adeta altın günü yapar gibi toplanan paralarla el konulan TV ve gazeteler eliyle, iktidar ana akım medyanın büyük çoğunluğunu ele geçirdi. Sabah, Takvim, Akşam, Güneş, Star gazeteleri ile ATV, CNN Türk, Kanal 24, Beyaz TV başta olmak üzere onlarca TV kanalı ile medya iktidar tekeli eline geçti, yandaş olmayan medya giderek daraltıldı. Bu süreçte Habertürk TV gibi doğrudan yandaş patronların elinde olmayan medya grupları da baskılarla istenilen çizgiye getirildi. İş yalnızca satın almalar ve yasaklarla bitmedi. Geçmişte eski ortakların çıkardığı Zaman, sonrasında Akit, Yeni Şafak gibi İslamcı gazeteler, AKP’li belediyelerden aktarılan paralarla ayakta tutuldu.

Medyadaki dönüşümün önemli ayaklarından biri de TRT ve Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarının ele geçirilmesi oldu. 2010’ların başlarında Fethullahçılar ile birlikte girişilen devleti ele geçirme stratejisinin bir sonucu olarak, halkın vergileri ile yayın yapan Türkiye Radyo Televizyon kurumu ve Anadolu Ajansı yönetimleri tamamen AKP’li kadroların eline geçerek propaganda kurumları haline geldi. TRT’de iktidardaki AKP ve MHP dışındaki partilerin haber ve konuşmalarına süre verilmemesinden, halkın vergileri ile yapılan Payitaht Abdülhamid, Ertuğrul vb fantezi dizilerle oluşturulmaya çalışılan kültürel anlatıya kadar, ülkenin en büyük ve en bütçeli medya organları etkin birer propaganda aracı haline getirildi. Ayrıca yine bu dönemlerde TRT, yandaşlara peşkeş çekilen ihalelerle de sürekli zarar ettirilerek, iktidara yakın sermaye gruplarının halkın sırtından zengin edilmesinin başka bir yöntemi haline geldi.

ELE GEÇİRİLEMEYEN MEDYAYA BASKILAR

AKP’nin geleneksel basın üzerinde kurduğu hegemonya yalnızca yandaş kanal kurmak ve dönüştürmekle sınırlı da kalmadı. BirGün, Evrensel gibi bağımsız medya organlarını, Basın İlan Kurumu eliyle baskı altına almaya çalıştı. Hukuksuz ve tamamen siyasi kararlarla yılları bulan cezalarla bağımsız gazeteler ekonomik yaptırımlarla durdurulmaya çalışıldı. Bu girişimler, halkın özgür basına sahip çıkmasıyla sonuçsuz kaldı.

İktidarın medyayı kontrol altına alma araçlarından biri ise RTÜK oldu. İktidara geldikten sonra aşama aşama RTÜK yönetimini de kendi kontrolü altına alan iktidar, TV kanallarını siyasi yasaklarla baskı altına almaya başladı. Yayın yasakları ve para cezaları ile TV’de yansız yayın yapılmasını imkânsız hale getiren kurum, ayrıca dizi, film ve programları da iktidarın İslamcı politikalarına uygun şekilde kısıtlamaya başladı. Geçtiğimiz yıllar içerisinde kapsamı Radyo ve TV’den internet medyasına kadar genişleyen RTÜK, yabancı platformlardaki dizi ve TV’lere yönelik sansürleri de sürdürüyor. Henüz daha geçtiğimiz günlerde RTÜK başkanı Ebubekir Şahin, internette yayın yapan bağımsız sokak röportajlarına yönelik “çalışma yaptıklarını” açıkladı.

“PENGUEN MEDYASI”

İktidarın medyayı hem hegemonya hem de baskı aracı olarak dönüştürmesinin en ünlü örneklerinden birisi ise Haziran Direnişi sırasında oldu. Henüz daha havuz medyasının bile tam olarak oluşmadığı bir dönemde, Habertürk, CNN Türk, NTV gibi haber kanalları eylemleri yayınlamadı. CNN Türk, ülke çapında milyonlarca insan sokaktayken, gün içerisinde Penguen belgeseli yayınladı. İstanbul’da eylemciler haber kanallarının önünde protesto düzenledi. Türkiye yakın tarihine “Penguen medyası” olarak geçen bu olayın ardından, ana akım medyadaki dönüşüm de hız kazandı.

İNTERNETE İLK SANSÜR GİRİŞİMLERİ VE KARŞI ÇIKIŞLAR

İktidarın internet yasakları, çok erken dönemde başladı. Henüz 2007 yılında Youtube’a Atatürk’e hakaret bahanesiyle erişim engeli getirildi. 2011’e kadar süren bu yasak, daha sonra da farklı bahanelerle yeniden tekrar etti.

Bilgi İletişim ve Teknoloji Kurumu (BTK) tarafından internet düzenlemesi adı altındaki sansür taslağı, Şubat 2011 tarihinde meclise geldi. Müstehcen web sitelerinin yasaklanması adı altında yürürlüğe giren yasak, BTK’ya web sitelerine erişim engeli getirme imkânı tanıyordu. Yasa taslağına karşı o dönemde sosyal medya ve internet forumlarında örgütlenen gençler, sanatçılar, gazeteciler “İnternetime Dokunma” sloganıyla, bu düzenlemeye karşı büyük yürüyüşler düzenlediler. Bu dönemde iktidarın amacı, sözde zararlı içeriklerin engellenmesi adı altında internet üzerinde erişim engeli yoluyla açık baskı kurabilmekti. Ancak bu bahaneyle tüm interneti kontrol etmeye varabilecek yasanın neler getireceğini toplumun bir kesimi sezmişti. 15 Mayıs 2011 tarihinde sosyal medya üzerinden örgütlenen kesimler, ülkenin 30 kentinde aynı anda sokağa çıktılar. Aynı dönemde iktidar yanlısı medya ve “liberal” bazı kesimler, bu eylemleri porno, kumar bağımlılığı ile ilişkilendirmeye çalışarak itibarsızlaştırmak istedi. Oysa bugünkü keyfi yasakların temelleri o günlerde atılıyordu.

İktidarın internetle mücadelesi ise BTK yasası ile bitmedi. İktidar her sıkıştığında internet yasaklarını devreye soktu. AKP’nin Fethullahçılarla birbirine girdiği dönemde ortaya dökülen sızıntı videolarının önüne geçebilmek için hem Twitter hem Youtube’a yasak getirildi. 2014 yılında dönemin Başbakanı Erdoğan, “Twitter mivıtır hepsinin kökünü kazıyacağız. Uluslararası camia şunu der, hiç beni ilgilendirmiyor” dedi. Bu dönemde, iktidar içerisindeki çatlaklar da bu gündemle daha fazla ortaya döküldü. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, erişim engeli olan Twitter’a girerek, bu uygulamayı “tasvip etmediğini” açıkladı.

İktidar, kendi acizliğinin kamuoyuna yansıması korkusundan geçtiğimiz yıl gerçekleşen 6 Şubat depreminin ardından, deprem bölgesindeki halkın ve yakınlarının birbirine ulaşma ve dayanışma ağı olarak yoğun şekilde kullandığı Twitter’a bant daraltma uygulamasıyla erişimi engelledi.

İLETİŞİM BAŞKANLIĞININ MİSYONU

İletişim Başkanlığı 2018 yılında, Başbakanlığa bağlı Basın Yayın Enformasyon genel müdürlüğünün yerine Cumhurbaşkanlığına bağlı bir mahiyette kuruldu. Buna bağlı olarak RTÜK Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlanırken, TRT’de İletişim Başkanlığına bağlandı. Tek adam rejiminin karakterine uygun biçimde zaten fiilî olarak tek bir yerden yürütülen iktidar propagandasına yasal bir muhtevada kazandırılmış oldu. Böylelikle RTÜK, BİK, TRT, AA gibi kurumsal yapılar havuz medyasıyla entegre bir hale getirilmiş oldu. İletişim başkanlığının ilk görevlerinden birisi diğer kurumlara paralel muhalif basın ve gazetecileri saf dışı bırakma hamlesi oldu. Basın kartı yönetmeliği değiştirilerek kartın alımı zorlaştırılırken iptal edilmesi kolaylaştırıldı. Basın kartının iptali ilgili en önemli gerekçelerden biri “Milli Güvenlik ve kamu düzenine aykırı davranışlarda bulunması” yer alıyordu. Tamamen iktidar organlarının keyfiliğine ve rejime karşı olan gazetecilere karşı kullanılmak üzere hazırlanmış bir düzenleme olduğu çok açıktı. Bu düzenleme çerçevesinde sonradan geri adım atılmış olsa da bu düzenlemeye dayanılarak 894 gazetecinin basın kartı iptal edildi.

Ana akım medyanın havuz medyasına dönüştürülmesi ve tek elden bilgi üretimine dayanan geleneksel basın yayın organları ve devlet kurumları geniş kesimlerde meşruiyetini özellikle 2013 sonrası kaybetti. Bu bağlamda bağımsız ve muhalif medya internet ve sosyal medya kaynaklarını kullanırken toplum kesimleri de haber takibini bu kaynaklardan yapmaya başladı. Sosyal medyanın ağırlığının artmasıyla birlikte rejim o alanı da havuz medyası gibi kontrol etme çabasına girdi. İletişim başkanlığının en önemli misyonlarından birsisi de bu kontrolün kendisini sağlamak oldu. Dezenformasyonun, yalan haberin kaynağının internet ve sosyal medya olduğu söylemi yoğun bir şekilde işlenmeye başladı. Hatta dijital faşizm söylemi seferber edilerek 2020 yılında ilk sansür yasası kabul edildi. Sosyal ağların Türkiye’de temsilcilik açmasını, temsilci bulundurmasını ve kullanıcıların kimlik numarasıyla ağlara dahil olması gerektiğini ifade eden düzenlemeye girişti. Bu ilk ayakla birlikte sosyal ağlarda paylaşım yapan, rejimi ya da iktidarı eleştiren herkesin kovuşturulmasının önü açıldı. Yasanın ardından birçok yurttaş soruşturma ve tutuklamalara maruz kaldı.

Bundan sonraki adım olarak İletişim Başkanlığı bünyesinde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Kuruldu. Ve ardından Dezenformasyon yasası getirildi. Yasa halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçuna bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasını içermektedir. Haber ülkenin güvenliği ve kamu sağlığını ilgilendiriyorsa, kamu barışını bozmaya yönelikse ve ülkeye dair dezenformasyon yapılıyorsa suç unsuru oluşturuyordu. Ancak neyin yalan ya da doğru haber olduğu, ülkeye dair dezenformasyonun neler olduğu ucu açık olarak hâkim ve savcıların inisiyatifine bırakıldı. Böylelikle devletle özdeşleşmiş rejimin politikalarına yönelik her eleştiri ülkeye yapılmış bir dezenformasyon olarak kabul edilerek, toplumsal muhalefetin sesi kısılmaya çalışıldı. Bu düzenlemelerin yetmediği yerde ise trol orduları İletişim Başkanlığının organizasyonunda bu ağları yönlendirmeye girişti.