Google Play Store
App Store

ABD-İsrail ve onların işbirlikçilerine yönelik öfke de yaratılan yıkım da sürecek olan etkileriyle büyümeye devam edecek. Sonunda da ülkemizden Ortadoğu’ya kadar her yerde ABD’nin yeni düzenini kabul etmeyerek ayağa kalkanlar, barış ve kardeşliğin yolunu elbette bulacak.

Hatırlatmalar | El Kaide’den HTŞ’ye: CIA’in aparatları

Politika Kolektifi

Ortadoğu’da şimdi bitmek bilmeyen etnik ve mezhepsel çatışmalara bakınca, sanki ezelden böyleymiş, başka bir tarihi yokmuş gibi düşünülebiliyor. Ortadoğu, özellikle de Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle sosyalizmden esinlenmiş ilerici hareketler ve iktidarlarca biçimlenmiş bir coğrafya olmaktan ABD eliyle adım adım çıkartıldı.

•••

Komünizmle mücadele adına, Türkiye’yi de içine alacak Ortadoğu halkasında yeşil kuşak adı altında siyasal İslamcı ve cihadist örgütlenmeler geliştirilmeye başlandı. İlerici halk hareketlerinin sınırlandırılması ve bastırılmasında kullanılacak olan bu siyasal İslamcı örgütlenmeler, özellikle de Sovyetler’in dağılmasıyla başlayan süreçlerde daha belirgin etkinlikler kazanmaya başladı. ABD’nin Ortadoğu’da kendisine karşı durabilecek bir direniş hattını yok etmek üzere, Sovyet sonrasındaki müdahaleleri de bu cihatçı güçlere dayandırıldı.

•••

11 Eylül 2001’de El-Kaide’nin İkiz Kuleler saldırısı ile yeni bir dönemin kapısı aralandı. Dönemin ABD Başkanı G. W. Bush’un “savaştayız” açıklamasıyla başlattığı bu yeni dönem, Büyük Ortadoğu Projesi olarak ifade edildi.

BOP’un en önemli hedefi, Ortadoğu’da ABD karşısında direnç hattı oluşturabilecek merkez ülkelerin çökertilmesiydi. Afganistan’dan Irak’a uzanacak işgalin temel hedefi, tam da Irak’ın bölgesel bir güç olma potansiyellerinin yok edilmesiydi. Irak’taki bu işgal adım adım ülkenin parçalanmasıyla sonuçlandırıldı. Bugün Irak’taki parçalı yapı bir biçimde sürerken, bölgede belirleyici bir güç olma özelliğini tümüyle kaybetmiş durumda. Bu dönemde üzerinde durulması gereken noktalardan birisi de, bu politikaya bağlı olarak, Türkiye’de AKP’nin iktidara taşınma süreci oldu.

AKP, kapitalizmin küresel sömürü politikalarının taşıyıcısı olabilecek bir özne olarak desteklenirken, aynı zamanda Türkiye’de İslamcı bir rejim dönüşümünün aracı olarak kurgulanarak ABD tarafından iktidara taşındı. Bu şekilde, Cumhuriyetin ilerici birikimlerinin ortadan kaldırılacağı bir rejim dönüşüm süreci başlatıldı. AKP’nin sadece fikri değil pratikte de kurulmasında önemli rol oynayan CIA Türkiye masa şefi G. Fuller, F. Gülen cemaati ile ortaklık içinde gerçekleşecek dönüşümü, Kemalist çerçevenin kırılarak İslam ekseninde eski Osmanlı topraklarına geri dönüş olarak kodlayacaktı. Bunun için Türkiye’nin yeni bir hilafet merkezi olarak tasarlanmasına varacak şekilde, bir Ortadoğu ülkesi olarak yeniden yapılandırılması tüm kritik eşiklerde emperyalist güçler tarafından desteklendi.

•••

BOP’un ikinci hamlesi ise, Arap Baharı olarak adlandırılacak, halk ayaklanmalarına müdahale biçiminde gerçekleşti. ABD’nin Müslüman Kardeşler üzerinden, Mısır ve Tunus’taki iktidarı Türkiye’ye uzanacak bir bölge hattı üzerinden yaygınlaştırma hamlesinin bir parçası Libya’ya oradan da Suriye’ye uzanacaktı.

Libya, NATO uçakları marifetiyle yok edilip, Kaddafi’nin bir cihatçı katil sürüsü elinde linç edilerek öldürülmesi ile sonlandırıldı. Libya, bugün de halen çetelerin cirit attığı, bir ülke olma özelliği kaybetmiş bir kaos içinde sürüklenmeye devam ediyor.

Bu müdahalenin son halkası ise Suriye oldu. Suriye’de daha önce ABD ve emperyalist güçler tarafından oluşturulmuş, cihatçı güçlerin harekete geçirilmesi ile bir iç savaş ortamı yaratıldı. Demokratikleşme ve özgürleşme adı altında, tıpkı daha önce Irak’takine benzer argümanlarla başlayan çatışmalar, sonrasında Rusya ve İran’ın etkisiyle uzun bir denge durumuna evrilebildi. On üç yıllık bu uzun denge, İsrail’in bölgeyi kuşatan savaşının bir parçası olarak aşıldı. Bunu mümkün kılan etkenlerden birisi de emperyalistlerin Ukrayna’da açtıkları cephe ile Rusya’nın etkinliğinin kırılması oldu. Türkiye ise, ABD ve İsrail’in çizdiği bu hattı, İdlib’de güçlendirilmiş cihatçıları destekleme rolüyle konumlandırıldı.

Bu sürecin sonunda, şimdi Suriye Amerika’nın ve İsrail’in elinde bir oyuncaktan başka bir şey olmayan zavallı bir cihatçının eline bırakılmış durumda. Parçalanmış, bir toplum olma vasfını kaybetmiş olan Suriye’den son kalanlar da İsrail bombaları ile yok ediliyor.

Ancak her şeye rağmen, bu yıkım siyasetleri halklar içinde ABD ve İsrail’le onların işbirlikçilerine yönelik öfkeyi de yaratılan yıkımın sürecek olan etkileriyle de büyütmeye devam edecek. Sonunda da ülkemizden Ortadoğu’ya kadar her yerde ABD’nin yeni düzenini kabul etmeyerek ayağa kalkanlar, gerçekten barış ve kardeşliğin yolunu elbette bulacaktır.

Bu hafta, Hatırlatmalar sayfalarında Afganistan’da doğrudan bir CIA projesi olarak başlatılıp geçen 40 yılda Suriye’de iktidar için bile ABD’nin tek seçeneği haline gelen cihatçılığın emperyalizm eliyle yazılan tarihini okurlarımıza sunuyoruz.

***

YEŞİL KUŞAK VE İSLAMCILIĞIN DOĞUŞU

ABD Ortadoğu’da SSCB etkisinin, özellikle de sosyalist Arap milliyetçiliğinin geriletilmesi için panzehir olarak islamcılığı gördü. Bu yaklaşıma zemin hazırlayan en önemli gelişmelerden biri, İngiliz sömürgeciliğine karşı bir reaksiyon olarak kurulan Müslüman Kardeşlerin, 1950’ler itibariyle liderliğinin İngiliz etkisi altına girmesi olmuştu. Mısır’da iktidara gelen Nasır’ın toprak reformu, Mısır’ın İngiltere’den tam bağımsızlığı gibi politikalar güttüğü 1950’lerde, örgüt İngilizlerin kontrolüne girerek ülkede siyasal islam temelinde muhalefet örgütledi. Önce İngilizlerin, ardından ise ABD’nin kullanışlı bulduğu İhvan hareketi, Mısır’ın sınırları dışına taşındı, Ortadoğuda farklı ülkelerde Müslüman Kardeşler örgütlenmeleri kurulmaya başlandı. Bu stratejiyi pekiştirmek adına benzer bir formül de Suudi Arabistan’ın kurduğu Rabıta; Dünya İslam Örgütü oldu. Türkiye’de de İhvan ve Rabıta İslamcı tarikatların desteklenerek büyütülmesinin önünü açtı. Benzer şekilde ülkemizde kurulan, Fethullah Gülen gibi isimleri ortaya çıkaran Komünizmle Mücadele Dernekleri de yine bölgede sosyalizm rüzgarına karşı batıyla uyumlu bir siyasal islam projesinin sonucu olarak kuruldu.

ABD’nin, önce SSCB’yi sarmalama hedefi ille Türkiye’yi de içine alan dolaylı savaş stratejisi, bölgede görülen “fırsatlar” ile birlikte Yeşil Kuşak stratejisine evrildi, İhvan ve Rabıta ile başlayarak tüm bölgede doğrudan CIA finansmanı ile örgütlendirildi. Bölgede SSCB karşıtı, batı ve neoliberalizm yanlısı ılımlı islamcı iktidarlar kuşağı kurabilme fikri Mısır’dan Suriye’ye, Türkiye’den Tunus’a farklı örgütlenmeler aracılığı ile desteklendi.

Ancak 1970’lere gelindiğinde ABD, Afganistan’daki gelişmeler sonucu İslamcılığın siyasal bir örgütlenmenin ötesine geçebileceğini fark etti. Afganistan’da doğrudan Amerikan hükümeti ve CIA desteği ile kurulup büyütülen Taliban ve El Kaide örgütleri ile bugün hala bölgemizin kaderini şekillendiren cihatçı İslamcılık yolu açıldı.

***

TALİBAN’DAN HTŞ’YE CIA’NIN CİHATÇILARI

Ortadoğuda cihatçı örgütlerin oluşumu ve yeşermesi, Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD’nin örgütlediği “mücahitlerle” başladı. Afganistan’da 1978 yılında Sovyet ve sosyalizm yanlısı askerlerin iktidara gelmesi sonucu, ABD ve Pakistan’ın finansman ve silah desteğini alan İslamcı gruplar silahlı ayaklanma çıkardı. Afganistan’da bugün Taliban’ın şeriat karanlığına giden süreç, henüz 45 yıl önce, doğrudan ABD teşvikiyle başlamış oldu. 1979’da yaşanan iç savaşı durdurmak için bu kez SSCB’nin Afganistan’a doğrudan müdahalesi, karşıt islamcı grupları ABD gözünde daha da kıymete bindirdi. Pakistan’da eğitim verilen, finansman ve silah desteği sağlanan gruplar, Afganistan’a geçerek SSCB’ye karşı iç savaşı örgütledi. ABD’nin SSCB’nin bölgesel olarak geriletilmesi stratejisinde dost ve kardeş olarak gördüğü “mücahitlere” 1979’dan 1985’e kadar toplam 250 milyon dolar yardım yapıldı. 1985 yılında dönemin Amerikan başkanı Ronald Reagan, mücahitlere SSCB’ye karşı kullanılmak üzere uçak savar füzelerinin verilmesini onayladı. İslamabad havalimanına doğrudan ABD ikmali ile getirilen silahlar, burada radikal islamcı gruplara dağıtılıyordu.

El Kaide, 1980’lerin sonunda bu atmosferde doğdu. ABD ve Körfez ülkelerinin düzenli para akışı, istihbarat desteği ve silahlandırması sürecinde kurulan örgüt, CIA ile yakın ilişki içerisindeydi. Eski Britanyalı Bakan Robin Cook, 11 Eylül saldırıları sonraki süreçte, bu dönemden bir “hata” olarak bahsedecekti:

“Bin Ladin, Batılı güvenlik teşkilatlarının devasa bir yanlış hesaplamasının ürünüydü. 80’lerin başından beri, Afganistan’ın Ruslar tarafından işgaline karşı başlatılan cihadı sürdürmesi için CIA tarafından silahlandırıldı ve Suudiler tarafından finanse edildi. Birebir karşılığı ‘veritabanı’ olan el-Kaide, esasında Rusları mağlubiyete uğratması amacıyla CIA’in yardımlarıyla toplanan ve eğitilen binlerce mücahidin meydana getirdiği bir bilgisayar dosyasıydı.”

1992 yılında Muhammed Necibullah rejiminin devrilmesi ve SSCB’nin dağılması sonucu bölgeden çekilmesi ile ABD’nin desteklediği cihatçı gruplar arasında anlaşma sağlanamadı ve iç savaş çıktı. Taliban, bu iç savaş içerisinde, Körfezin ve Washington’ın desteği ile Pakistan’da eğitilen cihatçı kadrolar tarafından kuruldu.

ABD’nin 80’ler ortasından sonra ciddi bir güç ve etki kaybı yaşayan SSCB’yi Afganistan’a odaklayarak burada zayıflatma stratejisinin sonucu, El Kaide ve Taliban’ı doğurdu. Ancak bu iki örgütten daha önemlisi, gelecek 40 yılda tüm bölgemizi etkisi altına alacak cihatçı örgütlenmelerin temeli, CIA’nin projesi olarak Islamabad’da atıldı.

***

ORTADOĞU’DA AMERİKAN İŞGALLERİ VE CİHADİZMİN YAYILIŞI

11 Eylül 2001’de New York’ta yaşanan El Kaide saldırısı, kimilerine göre ABD’nin kendi elleriyle beslediği cihatçı yapıların SSCB ortadan kalktıktan sonra gelip kendisini sokması, kimilerine göre ise Ortadoğuya müdahale fırsatıydı. Nitekim George W. Bush başkanlığındaki ABD vakit kaybetmeden aynı yıl Afganistan’ı, 2003’te ise Irak’ı işgal etti. Her iki ülkede de ağır insani kayıplara sebep olan işgallerin uzun vadeli siyasi sonuçlarını bugün hala bölgemizde yaşamaya devam ediyoruz. Ancak ABD’nin işgalleri, yalnızca siyasal istikrarsızlık ve kaynakların yağmalanmasını getirmedi. Ayrıca bölgedeki tek dinç kuvvet olan cihatçı örgütleri radikalleştirdi, bölgedeki siyasal istikrarsızlık ikliminde güçlendirdi ve görünürde işgalci ABD’ye karşı bir “cihat” motivasyonuyla kitleselleştirdi.

Amerikan ordusunun Afganistan’dan Irak’a geçişini El Kaide de takip etti. Toplam insan maliyeti milyonları bulan Irak işgalinin ülkeyi hala etkileri süren bir iç savaşa sürüklemesi, en çok da Afganistan’dan benzer bir atmosfere alışkın olan El Kaide’yi güçlendirdi. Özellikle Saddam sonrası tasfiye edilen ordu mensuplarının, ABD’nin Irak hapishanelerindeki işkencelerinin yarattığı reaksiyon, Irak’ta yeni cihatçı grupların kurulması sürecini yarattı.  Bu süreçte en etkin grup olan Irak El Kaide’si Şiilere yönelik saldırıları ile ülkedeki etki gücünü artırdı. Geçen yıllar içerisinde El Kaide içerisinden ayrılan bir grup sonradan IŞİD adını alacak olan Irak İslam Devletini kurdu. Irak işgaliyle birlikte artık tam sayısı bilinemeyecek kadar çok artan cihatçı gruplar, ülkede Amerikan işgali, yeni kurulan hükümette Sünnilerin yer alamayışı, zaman içerisinde İran’ın ülkedeki nüfuzunu artırması gibi gerekçelerle özellikle Şii nüfusu hedef alan mezhepçi saldırılarını artırdı. Bu dönemde ABD, cihatçı gruplar arasında taraf tutarak, kendilerine yakın olanların güçlenmesi için de maaşa bağlamak, silah yardımı yapmak gibi stratejiler benimsedi. Yani Afganistan’da doğrudan CIA stratejisi olarak inşa edilen cihatçı islam, Irak’ta da işgalle birlikte kendisine yeni bir örgütlenme sahası edinmenin yanı sıra, dönem dönem ABD’nin doğrudan desteği ile de sürdü.

***

SURİYE İÇ SAVAŞI: IŞİD VE EL NUSRA

2011’de ABD’nin Katar ve Türkiye’nin taşeronluğunda Suriye’de Esad iktidarını yıkma girişimi için ilk olarak Özgür Suriye Ordusu adı verilen ve bir kısmı eski Suriye askerlerinden bir kısmı ise cihatçı örgüt üyelerinden kurulu bir yapı oluşturuldu. Katar’ın finanse ettiği, Türkiye’nin askeri eğitim ve silah desteği verdiği ÖSO, sahada istenen başarıyı sağlayamayınca, devreye yeniden cihatçı örgütler girdi.

İlk olarak Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarını açması ile iki ülke arasında cihatçı geçişini sağlaması, ardından ülkemizin güney sınırlarında Esad karşıtı savaş için askeri eğitim, sağlık, lojistik ve silah desteği için kurulan hattan en çok da Irak’tan geçen cihatçı örgütlenmeler beslendi.

Bu gruplar arasında özellikle Irak El Kaide’si ve Irak İslam Devleti, Suriye’de Esad güçlerine karşı savaşta en çok öne çıkan gruplar haline geldi. ÖSO’nun Suriye sahasındaki askeri zayıflığı ile ABD ve Türkiye’nin verdiği silahlar bu grupların eline geçmeye başladı. Irak El Kaide’sinin Suriye yapılanması olarak kurulan El Nusra cephesi, savaş içerisinde büyüyerek örgüt ile bağını kopararak bağımsız bir güç haline geldi. Irak İslam Devleti de yine Suriye’de özellikle Sünni yoğun bölgelerde genişledikten sonra isim değişikliğine gitti ve Irak Şam İslam Devleti adını aldı. 2013’ten 2016’ya kadar ABD ve Türkiye’nin ÖSO’ya verdiği destek sayesinde dolaylı şekilde büyüyen, her ikisi de El Kaide’nin bir uzantısı olarak kurulmuş olan El Nusra ve IŞİD, 2016 itibariyle Suriye’deki en büyük iki güç haline geldi. Böylece Suriye iç savaşı ile birlikte ABD ilk kez gelişimlerinde büyük rol oynadığı cihatçı güçlerden kendi toprakları olan ulusal birer aktör yarattı. IŞİD’in Kürt bölgelerine saldırıları, batıdaki terör saldırıları ile birleşince ABD’nin kurduğu IŞİD Karşıtı Koalisyon, bu kez de Washington’ın Suriye’de askeri varlığını meşrulaştırdı ve Suriye’nin kuzeyinde yeni ve sahada etkili bir müttefik kazanabilmesine imkan vermiş oldu.

***

SARAYIN CİHATÇILARI

Türkiye ise özellikle savaşın derinleştiği 2013-2016 yılları arasında Esad’ı düşürme hedefiyle doğrudan ve dolaylı şekilde El Nusra ve IŞİD’e lojistik ve silah yardımı yapmaya devam etti. 2016’dan itibaren sahada tamamen yalnız kalan Türkiye, asıl stratejik ve lojistik desteğini bölgedeki cihatçı örgütlere kaydırırken, ÖSO’yu ise TSK operasyonlarına “otantiklik” katmak için kullanmaya başladı. Zamanla ÖSO yerini Suriye Milli Ordusu aldı, Rusya ve Suriye ordusunun geri püskürttüğü cihatçı güçlerin toparlanarak Kuzey Suriye’de TSK garantörlüğündeki bölgeye yerleştirilme projesinin parçası haline getirildi. Yer yer işe yarar görülen cihatçılar, Yemen iç savaşı, Ukrayna-Rusya ve Azerbaycan-Ermenistan savaşlarına kaydırıldı. Sarayın paralı asker ve kontrgerilla örgütü SADAT’ın himayesinde farklı bölgelerde savaşlara katıldı.

Bugün Suriye’de rejim değişikliğinin aktörü olan güçlerin İdlib’de silahlandırılmaları, finansmanları, eğitimleri ve kadrolaşmaları, bu sürecin sonucunda oluştu. Astana anlaşması sonucu Rusya’nın Türkiye’nin İdlib’deki Sünni nüfusa ve cihatçı örgütlenmelere garantörlük yapmasını kabul etmesi ile başlayan süreç, bugün yaşadığımız dönüşümde dönüm noktası oldu. İdlib’de IŞİD ve El Nusra’dan kopan gruplar, Suriye Milli Ordusu ve ÖSO güçleri, yine zamanla bölgeye yerleştirilen Türkmen tugayları ile cihatçı grupların sayısı ve kitlesi artırıldı. Bugün yine öğrendiğimiz üzere Ukraynalı subaylar da dahil olmak üzere birçok askeri uzman Türkiye’nin garantörlüğündeki bölgeye gelerek bu güçlere askeri eğitim verdi, droneler da dahil olmak üzere birçok ileri teknoloji silah teslim edildi. İdlib’de aslında herkesin gözü önünde, yıllar içerisinde Esad’ı düşürmek için cihatçı örgütlerin merkezinde olduğu uzun bir hazırlık dönemi yaşandı.

***

HTŞ VE GOLANİ’NİN YÜKSELİŞİ

Suriye’de Nusra cephesi içerisindeki bölünmeler ve zayıflamaların ardından 2017’de El Nusra, Liva El-Hak, Nureddin Zengi Hareketi gibi örgütlerin birleştirilmesi ile Hey’etu Tahriri’ş-Şam, HTŞ örgütü kuruldu. Zaman içerisinde ülkedeki El Kaide yanlısı gruplara karşı üstünlük kuran ve bu şekilde genişleyen HTŞ, 2016 sonrası dönemde adım adım İdlib’deki en güçlü grup haline geldi. Hakeza batıya yaranmak için IŞİD ve El Kaide ile savaştıkları propagandasına girişmeleri de Amerikan ve İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasında kol gezdikleri bir dönemde önlerine büyük engeller çıkarmadı.

Şimdilerde Suriye’de Esad sonrası geçiş döneminin kritik ismi olarak Amerikan, Körfez ve Türkiye medyasının parlattığı Golani’nin geçmişi de aslında ABD’nin bölgedeki İslamcılık projesinin kısa bir özeti niteliğinde. ABD’nin Irak’ı işgalini takip eden günlerde Suriye’den Irak’a geçerek El Kaide saflarına katılan Golani, Irak’taki faaliyetlerinin ardından Suriye savaşı ile birlikte yeniden ülkesine dönerek önce El Nusra’da ardından da El Kaide artıkları ile kurulan HTŞ’de komutanlık yaptı. Burada da CIA, MI6 gibi yapılarla bağını sürdüren, kendi koyduğu ismini Arap-İsrail savaşı sonrası İsrail’in gayri meşru şekilde işgal ettiği Golan tepelerinden aldığını iddia eden Golani, bu kez İsrail’in desteği sayesinde Suriye’de iktidarı ele geçirirken, İsrail de Golan’daki varlığını Şam’ın 25 km yakınlarına kadar genişletti. İsrail ile değil İran ile savaşacaklarını ilan ederek de yeniden ABD’nin desteğini kazandı.

***

İSLAMABAD’DAN ŞAM’A CİHAT STRATEJİSİNİN SONUÇLARI

ABD’nin 50’lerde Müslüman Kardeşler, Rabıta, Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi örgütlenmelerle başlattığı, Yeşil Kuşak stratejisi ile sürdürdüğü siyasal islam projesinin askeri ayağı saylabilecek cihatçı islamın, 80’lerde Pentagon’un İslamabad havalimanına teslim ettiği uçak savar füzeleriyle başlayan yolculuğu bugün eski El Kaide militanlarının Şam’a girmesi ile yeni bir evreye girdi. Henüz birkaç gün önce ABD’nin terör listesinde olan Golani ve HTŞ’ye bugün Suriye’de yeni kurulacak iktidarın teslim edilmesi, emperyalizmin ılımlı İslamcılıkla neticelenmesini umduğu tüm müdahalelerin sonucunda elinde yalnızca cihatçı barbarların kalışının, 13 yıldır sürdürülen işgal, müdahale ve yatırımın ardından Suriye’de kalıcı, inandırıcı, istikrarlı bir siyasal rejim için ellerinde kalan seçeneğin sefaletini de gözler önüne seriyor.

***

BİR GARİP ‘SOLCULUK’ HAKKINDA BİR HATIRLATMA

Suriye’de olup bitenlerin ardından, bir garip solculuğu da hatırlatmak gerekir. Libya’da NATO bombalarıyla Kaddafi’nin yok edilmesini “hayırlı bir gelişme” bularak destekleyenler, Suriye’de de yaşanan emperyalist müdahaleyi cihatçılardan devrimci çıkararak uzun süre destekledi. Hatırlanırsa, ÖSO ile kimi liberal solcular arasında bağlantılar kurularak, onları bir demokratik güç olarak sunarak desteklenmeye çalışıldı. Büyük çoğunluğu El Kaide’den kopma cihatçı gruplar içerisinde sosyalist tugaylar uyduruldu. Düşman gördüğü Suriye askerinin kalbini çıkarıp yiyen cihatçı sürüleri, “mezhepçi iktidara” karşı savaşan özgürlük ve demokrasi kahramanları ilan edildi.

Suriye’de ABD güdümlü iç savaş güçlerini, devrim için harekete geçmiş “köstebekler” olarak görerek desteklediler. Köstebek kazısının ucu şimdi bu kazının nasıl bir karanlığa çıktığı ortada. Devrimcilik ve sosyalistlik adına, enternasyonalizm safsataları eşliğindeki bu görüşlerin sahipleri şimdi bunca yıkıma dair tek bir cümle kuramıyor. Ancak hala solculuk adına cihatçılara selam göndererek onları demokrasi ve özgürlük havarisi ilan etmek için yarışa girenler de az değil… Bunların hepsi sonunda Golani ne kadar demokratsa o kadar solcular…