Hatırlatmalar | Evren’den Erdoğan’a 12 Eylül’den bugüne
Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi
12 Eylül’ün üzerinden tam 44 yıl geçti, neredeyse 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin yarısına denk düşen bir zamandan söz ediyoruz. 12 Eylül 1980 darbesi ve onu izleyen süreç İkinci Büyük Savaş sonrası Türkiye’nin yüzünü döndüğü emperyalist-kapitalist sistemin içinde konumlanmasının en önemli eşiklerinden biri olarak görülmelidir.
Bir yandan 1965-85 yılları arasında toplumsal etkisini artırarak güç kazanan sol-sosyalist hareketlerin bastırılması diğer yandan da Cumhuriyet rejiminin kuruluşundan miras alınan kurumların tasfiye edilerek uluslararası kapitalizmin uzantısı olan yerli tekelci sermayenin palazlandırıldığı bir liberalizm dönemi 12 Eylül’e asıl karakterini veren iki temel noktadır.
12 Eylül uygulamaları üzerine çok şey söylendi, belgeleriyle ortaya konuldu. Ülkenin dört bir yanının işkence merkezleriyle ünlendiği binlerce insanın yargılandığı onlarca insanın idam edildiği hapishanelere doldurulduğu bir utanç dönemi olduğuna kuşku yok. En az bunun kadar önemli bir diğer nokta bugünün tek adam rejiminin temel dayanaklarını, siyaset tarzını, kurumsal devlet yapısını ve işleyişini 12 Eylül’den miras almış olmasıdır.
BİR FOTOĞRAFIN GÖSTERDİKLERİ
Malazgirt Kutlamaları gerekçesiyle Ahlat’ta çektirilen o fotoğraf adeta bir 12 Eylül hatırasıdır. Fotoğrafın solunda BBP lideri Destici yer alıyor. 12 Eylül generalleri o dönemde kendi iktidarlarına meşruiyet sağlamak için sağ ve sol görüşlü tutuklularla arasında bir “denge” sağladıkları görüntüsü verirlerdi. Tutuklanan sağ görüşlüler genellikle Ülkü Ocaklarına mensup, cinayetlere katliamlara karışmış insanlardı. Hapishaneye düştüklerinde destekçileri oldukları devletin kendilerine “ihanet” ettiği ve kandırıldıkları düşüncesiyle daha çok dine sığındılar. Bu onlar için geleneksel MHP’den kopuş anlamına geliyordu. Bugünkü BBP’nin tohumları o günlerde atıldı. Süreç içinde BBP iktidarın dümen suyuna girerek siyasal İslamcı iktidarın yedek güçlerinden biri oldu. Ahlat’taki fotoğraf karesi BBP’nin yeniden aslına dönüp mevcut düzen tarafından devşirildiğinin de fotoğrafıdır.
Fotoğrafın diğer ucunda yer alan HÜDA PAR’ın da benzer bir macerası vardır. 12 Eylülcüler bütün Atatürkçü söylemlerine karşın dine siyaseti alet etmenin ilk öncüleri arasında yer aldılar. Dağdaki PKK militanlarını ikna etmek için Bakara Suresinin yer aldığı broşürleri uçaklardan atmaya, Kenan Evren’in her konuşmasında İslamiyetten söz etmesine, pıtrak gibi imam hatipler açmasından Türk-İslam sentezini resmî ideoloji haline dönüştürmesine varan bir dinselleşme 12 Eylül’ün temel politikasıydı. Kürt hareketinin İslamcılık yoluyla ehlileştirilmesi de bu politikanın temel yanlarından biriydi. Genellikle Kürt bölgelerinde konuşlandırılmış başta Menzil olmak üzere tarikatlar 12 Eylül döneminde serpilip geliştirildiler. Daha sonra bir kontrgerilla uzantısı haline dönüşen Hizbullah’ın partisi HÜDA PAR’ın bir 12 Eylül hatıra fotoğrafında yer alması bu nedenle sürpriz sayılmamalıdır.
Fotoğrafın başrolünde yer alan bir diğer parti Bahçeli’nin MHP’sidir. 12 Eylül Mahkemelerinde Genel Başkan Yardımcısı Agah Oktay Güner’in 12 Eylül’ü kastederek “fikirlerimiz iktidarda biz cezaevindeyiz” sözüyle ifade ettiği MHP artık biraz da 12 Eylül’ün yarattığı ortam nedeniyle “iktidardadır”.
MHP 12 Eylül öncesinin Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleme stratejisinin en önemli ayaklarından biriydi. Her etapta ordunun devreye sokularak sol-devrimci yükselişin önünün kesilmesini öneren; sıkıyönetim ilan ettirebilmek için Çorum, Malatya, Sivas, Maraş katliamları gibi olaylarda kışkırtıcı rol oynayan MHP 12 Eylül’ü ilk günden beri destekledi ve göstermelik yargılanmalar sonucunda meşruiyet kazanarak 12 Eylül sonrasının düzen koruyucu önemli aktörlerinden biri haline geldi.
Ve tabii fotoğrafın en asli öğesi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Recep Tayyip Erdoğan’ın Millî Görüş Hareketi içinde başlayan macerası bugünkü Taliban’ın ilk komutanlarından Hikmetyar’ın önünde diz çökerek oturduğu fotoğrafla başlar. 12 Eylül’den hemen önce Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal etmiş ABD’nin desteklediği İslamcı hareketler de bir direniş başlatmışlardı. Hikmetyar bu direnişin ilk liderlerindendir. Bu aynı zamanda komünizme karşı “ılımlı İslam”ın bir güç olarak örgütlenme şeklindeki Amerikan stratejisinin başlangıcı sayılabilir.
Komünizme karşı İslamcılığın desteklenmesi ve geliştirilmesi stratejisi 12 Eylülcüler tarafından da hayata geçirilmiş ve bu stratejinin gelişmiş örnekleri olarak da Fethullahçılık ve AKP örgütlenmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmeden ABD’ye giderek “icazet” alması, Fethullah Gülen’in ABD’de yaşıyor olması “siyasal İslam”ın bir ABD politikası olduğu ve köklerinin 12 Eylül rejimine kadar uzandığının bir kanıtı sayılmalıdır.
Üstelik bir Dünya Bankası bürokratı olarak 12 Eylül’ün ekonomiyi ve sonra da iktidarı teslim ettiği Turgut Özal’ın AKP’nin liberal politikalarının banisi olduğu düşünüldüğünde 12 Eylül rejimiyle AKP’nin kuruduğu rejimin ortaklığı çok net olarak görülebilir.
Din ve muhafazakârlıkla maskelenmiş derin bir emek sömürüsü etrafında şekillenen ekonomik ve sosyal politikalar, neoliberalizmin en vahşi biçimler altında uygulanması ancak 12 Eylül’ün açtığı alan üzerinde yükselebilirdi. Solun ezildiği, demokrasinin rafa kaldırıldığı, halkın bütün örgütlülüklerinin dağıtıldığı, sendikaların güçsüzleştirildiği bir ortam sermaye için bir cennet emekçi kitleler için bir cehennem getirdi. 12 Eylül ve AKP bu temel politikada bir sebep sonuç ilişkisi olarak görülmelidir.
Fotoğrafın bir diğer bileşeni üniformalarıyla karede yer alan iki kuvvet komutanıdır. Çok açıktır ki bu görüntü AKP iktidarıyla başlayan, önce Fethullahçılar eliyle başlatılan “mıntıka temizliğinin” ardından 15 Temmuz sonrası AKP-MHP eliyle dönüştürülen ordunun iktidar bloğunda yer alış şeklini gösteriyor. Bahçeli’nin elini öpen özel kuvvetler komutanı, BBP’den HÜDA PAR’a, devlet içine kümelenen tarikatlar eliyle örgütlenen gericilik bugünkü düzenin egemen bloğu olarak kuruluyor. Bu resmin 12 Eylül faşist darbesinin hayali olduğu kuşku götürmez.
KENAN EVREN’DEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A
Siyaset düzleminde de AKP'nin tek adam rejiminin Kenan Evren tarafından temsil edilen 12 Eylül rejiminin bir devamı olduğu söylenebilir. 12 Eylül esas olarak halkın kendi kendini yönetme fikri etrafında toplanan, kendini Fatsa’da halk komitelerinde, Yeni Çeltek’te işyeri konseylerinde ODTÜ’de ÖTK’de ve benzerlerinde bulan siyaset anlayışını boğmak üzere harekete geçmişti. Sıradan halkın siyaset yaptığı yapabildiği örgütlerin dağıtılması ve yasaklanması, sendikaların zayıflatılması; siyasi partilerin lider sultasına teslim edilmesi, barajlarla siyaset alanının daraltılması hep bu zihniyetin sonucuydu. Örgütlenmek, siyaset yapmak adeta tabu haline getirilirken diğer yandan da “birey” olmanın, siyasetten uzak durmanın ideolojisi her türden kitle iletişim aracıyla pompalandı.
12 Eylül’ün baskı ve şiddetiyle at başı giden Özal liberalizmi AKP’nin siyaset alanını adeta tek adamın iradesine tutsak eden, neoliberal politikaları acımasızca uygularken örgütlenmeyi sadece tarikatlar için bir özgürlük alanı haline getiren politikalarına kaynaklık etti.
Soyut bir zihniyet ortaklığının da ötesinde AKP 12 Eylül’ün bütün antidemokratik kurumlarını devraldı. 12 Eylül Anayasa’sında ufak tefek değişiklikler yapılmasına karşın aynı antidemokratik çatı korunmaya devam etti: Seçim yasaları, siyasal partiler yasası, sendikalar yasası vb. Yasalar YÖK, MGK vb kurumlar hâlâ 12 Eylül tarafından çizilen sınırlarını korumaya devam ediyor.
Benzer bir durum uluslararası emperyalizme bağımlılık ilişkileri açısından da geçerlidir. NATO’ya bağlılık yeminleri Evren’in de siyasal İslamcıların da temel düsturlarıdır.
Özetle 12 Eylül karşısında takınılacak tutum, ona geçmiş bir tarihsel olgu olarak yaklaşmamaktır. Genellikle toplumsal ve tarihsel bağlamından koparılarak soyut bir darbe karşıtlığı üzerinden yürütülecek 12 Eylül karşıtlığı mevcut iktidara eklemlenmeye yol açar. Nitekim yakın geçmişte “askerî vesayet” gibi Amerikan sosyolojisinden alınmış kavramlarla yürütülen darbe karşıtlığı ironik bir biçimde 15 Temmuz darbe girişimine zemin hazırlamış ve bu sürecin devamında da askerî darbe dönemleriyle benzerlik taşıyan bir tek adam rejimine, siyasal İslamcı bir faşizme yol açmıştır.
Çok açıktır ki 12 Eylül’ e karşı mücadele onun birçok noktada uzantısı ve mirasçısı olan mevcut iktidara karşı mücadeleden ayrılamaz. Bu ikisi arasındaki bağları görmeyen siyasal hareketlerin iktidarın yedeğine düştüğü ve düşeceği çok açık bir gerçektir.
Üstelik 12 Eylül sadece bir darbe olarak görülmemelidir. 12 Eylül öncesine ilişkin Türkiye gerçeklerini değerlendirmeyen bir bakış açısı son derece eksik kalacaktır. 12 Eylül öncesinde ülkeyi bir iç savaşa ve giderek bir askerî darbeye sürükleyen süreçlerde emperyalizmin rolü nedir? Bir özel harp stratejisinin uygulayıcısı olan sivil ve resmî güçler kim tarafından ve nasıl örgütlenmişlerdir? Onlarca katliamın ve cinayetin sorumlusu kimlerdir? Komünizme karşı siyasal İslam’ın örgütlenmesine yönelik stratejilerin gönüllü uygulayıcılarının bu gelişme süreçlerinde üstlendikleri misyon nedir? Soruları çoğaltmak mümkün. Ancak bu soruların yanıtları verildiğinde 12 Eylül’ün bugünkü mevcut rejimin egemen güçleriyle; AKP ve MHP’ ile olan bağları çok net olarak ortaya çıkacaktır.
SOL-SOSYALİST HAREKETLER VE 12 EYLÜL
Kuşkusuz bütün bir 12 Eylül öncesi ve sonrasını solun ve sosyalistlerin durumunu ele almadan anlayabilmek mümkün değildir. Türkiye devrimci hareketi bütün eksik ve zaaflarına karşın 12 Eylül öncesinde önemli bir direniş örgütleyebilmiş ancak askerî darbeyi önlemekte başarılı olamayıp ağır bir yenilgiye sürüklenmiştir. Ardından kendilerini reel sosyalist olarak adlandıran ülkelerin teker teker çöküş sürecine girmeleri bütün dünya sosyalistleri gibi ülkemizdeki sosyalist hareketleri de etkilemiş bu çifte yenilginin tahribatları hâlâ giderilememiştir.
***
12 Eylül’e giderken sol
Bu yazı, Oğuzhan Müftüoğlu ile yapılan söyleşiden oluşan Bitmeyen Yolculuk kitabının, “Darbeyi Beklerken” bölümünden özetlenmiştir (Bitmeyen Yolculuk Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı, Söyleşi Adnan Bostancıoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2001).
Askerî darbenin gerçekleşme ihtimali ciddiyet kazanınca siyaseten ve örgütsel olarak ne tür hazırlıklar yaptınız?
İlk kez 1980 baharında darbe sinyalleri ciddi olarak geldi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tıkanma haliyle birlikte süreç başladı. O tıkanma halinin oyunun bir parçası olup olmadığı halen tartışma konusu.
Neyse bu durumda kuşkusuz öncelikle böyle bir darbeyi önlemek için mücadele etmek, en azından böyle bir darbeyi kolaylaştıracak politikalardan sakınmak, ikinci olarak da böyle bir darbenin gerçekleşme durumunda nasıl bir yol izleyeceğini saptamak gerekir. Bunları yapmaya çalıştık. Biz o dönemde öncelikle bu konuda sol grupları uyararak ortak politikalar geliştirmek istedik. Onları uyaralım ve darbe sürecine karşı ortak ne yapılabilir diye konuşalım dedik. O dönemde Devrimci Yol dergisi, Demokrat gazetesi, ülkedeki darbe tehdidine karşı bir yayın politikası izledi.
Sol gruplara çağrı neydi? Ne konuşuldu?
Diğer sol grupların temsilcileriyle bir toplantı yaptık. Hatırladığım kadarıyla toplantıya bizden üç arkadaş katıldı. Mehmet Ali Yılmaz, Melih Pekdemir ve Ali Alfatlı. Sanırım 18 kadar grup temsilcisinin katıldığı bir toplantı yapıldı.
Hangi gruplar vardı?
Aşağı yukarı herkes geldi. Halkın Kurtuluşu, Kurtuluş, Doktorcular, Dev-Sol, Birikim… Bizim arkadaşlar konuyu anlatmışlar. Kurtuluş grubundan gelen arkadaş Celal, “bu kadar önemli konuları diğer arkadaşlar oturup konuşsun demiş.” Daha üst düzeydeki arkadaşlar konuşsun, gibi.
Bizim somut önerimiz, önümüzdeki süreçte sol içinde rekabetçi eylem anlayışından kaçınmak ve darbe sürecine karşı mümkün olduğu kadar ortak bir eylem çizgisi izlemeye çalışmak şeklindeydi. Mart ayıydı. Önce 30 Mart geliyordu, arkasından 1 Mayıs, arkasından 6 Mayıs… Bütün bu yıldönümü eylemleri rekabet ortamı yaratmaya ve rekabet ortamı da işi şirazesinden çıkarmaya çok müsaitti. Bunlardan kaçınılmasını ve bütün bu dönem boyunca ortak bir tavır takınılmasını önerdik. Öncelikle rejim değişikliğini kışkırtacak ya da en azından askerî darbe sürecini kısaltacak saldırgan bir eylem hattı yerine, bir askerî darbe olasılığına karşı kitlesel eylemler yapılabilirdi. Tabii sonuçta darbe önlenemeyebilir ama hiç değilse askerî darbe sonrasında solun, devrimcilerin daha haklı pozisyonda mücadele sürdürecekleri bir siyaset izlenmesi mümkün olabilirdi.
Toplantıların sonucunda bir mesafe katledilebildi mi?
Hayır, hiçbir sonuç alınamadı. Hatta tam tersine bu gruplardan bazıları yayınlarında, “Devrimci Yolcular darbe geliyor diye pasifizm öneriyor” şeklinde bize yönelik eleştiriler yayımladılar.
Hangisi yazdı?
Hatırladığım kadarıyla Dev-Sol ve Halkın Kurtuluşu’nda bu tür yazılar çıktı. Daha kötüsü böyle bir darbe öncesinde sol içinde ortak bir anlayış geliştirmeye çalışırken, tam tersine sol gruplar arasındaki rekabet ve çatışmalar daha da arttı. Ortada böyle bir gariplik vardı.
Nasıl bir gariplik?
Yani askerî darbe olacak tespiti yapılıyor, bu konuşuluyor.… Herkes bunu yazıyor. Sadece biz anladık, biz keşfettik de kimse görmedi diye bir şey de yok. Ecevit diyor ki: Düdük çalar oyun biter! Bizim yaptığımız, somut bir teşhis. “Gelir” diye teorik bir tespitten ötede, “yola çıktılar, geliyorlar” teşhisi. Tam o sırada sanki öyle bir durum yokmuş gibi sol grupların kendi aralarındaki kavga daha da kızışıyor.
Evet, ama o çatışma sürecinin bir parçası da Devrimci Yol.
Bu daha garip olmuyor mu? Biz bu tür olayları önlemek için de çaba sarf ettik ama başaramadık. Örneğin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir çatışma olmuştu.
Tarihi hatırlıyor musun?
1980 yazıydı…
Evet, Kurtuluş’la Devrimci Yol arasındaki çatışma… Şevki Kobal ölmüştü.
Evet, sanırım. Pankart asma işinden çıkan bir şey. Bu konuda arkadaşlarla aramızda şöyle bir konuşma geçtiğini hatırlıyorum: Madem hadise çıkıyor, pankart içeri alınmasa ne olur? Arkadaşlar da şöyle diyor: Bir grup diğeriyle ilgili diyelim sosyal faşistler diye kullanılan bir afiş asıyor, öbürü gelip onu indiriyor, aralarında çatışma çıkıyor… Polis geliyor, biz arada kalıyoruz… Yönetim bizde olduğu için sorumlu oluyoruz. Bunu önlemek için dernek yönetimi incelesin, olay çıkmasına yol açacak ifadeler var mı diye… İşte, çatışma çıkmasını önlemek istersen, daha büyük bir çatışma oluyor. Keza Antalya’da…
Pantolon hadisesi…
Tarihe öyle geçti ama arkasında, limanda ve otogarda sendikal çalışma yürütüyor, halbuki oradaki işlerle ilgili farklı bir otorite kullanılmak isteniyor. Öyle anlatıldı bana… Böyle bir çatışma da orada yaşandı. Benim görebildiğim kadarıyla, faşistlerin tasfiye edildiği yerlerde, hâkimiyetin sola geçtiği yerlerde farklı sol gruplar varsa, orada bir iktidar çatışması ortaya çıkıyor. Buna bir çözüm bulunması gerekiyordu. Sol içerisinde öyle bir hukuk yaratılsın ki… Fatsa’da farklı gruplar yok, çok iyi şeyler yapılabiliyor, ama Tunceli’de faşistler yok, hükümet kuvvetleri etkisiz, farklı sol gruplar var ve birbiriyle çatışıyorlar. Nasıl önlenebilir? Sol gruplar arasında nasıl bir hukuk oluşturulabilir?
Bunun çözümünün bulunması için bizim önerimizin diğer gruplarca benimsenmesinin beklenebilir bir durum olmadığını düşünerek, farklı bir yola başvurduk. İstanbul’daydım o sırada. Murat Belge ve Mihri Belli’ye böyle bir öneri götürelim, onlar bir çağrı yapsınlar, biz kabul edelim diye düşündük. Ben İstanbul’da Mihri Belli ve Murat Belge ile ayrı ayrı görüşerek sorunu anlattım. Bu gibi durumlarda sol gruplar arasında en azından kavgaları önlemek için bir hukuk oluşturalım, çağrıyı siz yapın, biz katılalım, bir ortak platform oluşturalım gibi… İkisi de kabul ettiler. (…) Zaten o çabadan herhangi bir sonuç alamadan askerler geldi.
Biz böyle bir girişim içerisindeyken, o yaz sol içi çatışmaların yoğunlaştığı bir dönem oldu. Bu olayların bir darbe öncesinde böyle acayip şekilde yoğunlaşmış olmasına hep kuşkuyla baktım. Bunun sadece solun kendi aymazlığından ibaret bir şey olduğuna inanamıyorum. Belki bizim, yani genel olarak solun aymazlıklarının payı az değildir, ama 12 Eylül’e hazırlanan güçlerin buna ne kadar katkısı olmuştur, bunu bilemiyorum.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün galiba: Darbeye karşı ortak bir tavır geliştirmek bir yana, solun kendi içinde iyi-kötü hukuku olan bir ilişki dahi yaratılamadı.
Evet, gayet iyi özetledin.