Hatırlatmalar | Her şey 12 Eylül cuntasının marifetlerini hatırlatıyor
Bütün bu olup bitenler, yapıp ettikleri bize 12 Eylül cuntasının marifetlerini hatırlatıyor… Hayır demenin yasaklandığı ’82 anayasa referandumu, MGK denetimli ’83 seçimleri… 1402’lerle üniversitelerin tasfiyesi ve YÖK… Yüzde 10 barajı ve siyasi partiler yasaları… Bugün dünde saklı sanki…

Politika Kolektifi
AKP şimdi tüm kurallarını kendisinin koyduğu, rakibini dahi kendisinin belirlediği bir seçimle iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Bunun için baskı ve operasyonlar hız kesmeden sürüyor… Muhalefetin bir kısmı sindirilmeye, bir kısmı pasifize edilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın ifadesiyle, “muhalefeti de dizayn etmek” üzere tam bir seferberlik sürdürülüyor…
Bütün bu olup bitenler, yapıp ettikleri bize 12 Eylül cuntasının marifetlerini hatırlatıyor… Hayır demenin yasaklandığı ’82 anayasa referandumu, MGK denetimli ’83 seçimleri… 1402’lerle üniversitelerin tasfiyesi ve YÖK… Yüzde 10 barajı ve siyasi partiler yasaları… Bugün dünde saklı sanki…
∗∗∗
’82 REFERANDUMU VE YASAKLANAN HAYIR
Bugünkü anayasal ve siyasal düzeni belirleyen 1982 Anayasası, 1980 darbesi sonrasında Kenan Evren liderliğindeki Milli Güvenlik Konseyi (MGK) tarafından hazırlandı.
7 Kasım 1982 tarihinde halkoyuna sunulan yeni anayasa referandumu aynı zamanda, Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı için oy kullanıldığı bir seçim oldu. Bu referandumda anayasa ile birlikte halka Kenan Evren’in 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı’nı onaylayıp onaylamadıkları da soruldu.
Bu seçimde Kenan Evren’in karşısında herhangi bir Cumhurbaşkanı adayı bulunmuyordu. Sonuçta cuntanın başındaki Kenan Evren, 7 Kasım’da karşısında hiçbir adayın olmadığı ve her tür baskının sınırsızca hayata geçirildiği bir ortamda anayasa yüzde 91,37 oyla kabul edildiği sonuçla Cumhurbaşkanı seçildi!
TEK TARAFLI PROPAGANDA
Referanduma gidilirken, cuntanın hükümdarlığı altında anayasanın eleştirilmesi ve anayasaya karşı olumsuz oy çağrısının yapılması yasaklandı. Devrimci, ilerici insanların hapishanelerde işkencelerden geçirildiği, siyasi partilerin kapatıldığı ve siyasi faaliyetlerin yasaklandığı, sendika ve meslek örgütlerinin faaliyetlerinin yasaklandığı bir ortamda gerçekleşen referandumda anayasaya hayır kampanyasının yapılması engellendi.
TRT ile sınırlı radyo ve televizyon tümüyle anayasaya evet için çalıştı. Sınırlı sayıdaki gazete de bu propagandanın bir parçasıydı.
DEVLETİN EVET SEFERBERLİĞİ
Devletin tüm kurumları “evet” için seferber edildi. Valiliklerden belediyelere, camilerden okullara, imamlardan muhtarlara kadar herkes evet propagandasının parçası haline getirildi. Bu dönemde eğer anayasa kabul edilmez ve Kenan Evren cumhurbaşkanı olarak seçilmezse, ülkenin kaosa sürükleneceği ve darbe yönetiminin çok daha uzun süre ülkenin başında kalacağı üzerine bir propaganda yürütüldü.
MGK yetkilileri ve Kenan Evren, TRT’deki konuşmalarında bu içerikleri sürekli tekrarlayarak, halkı yeni baskılar, anarşi ve terörle tehdit etti.
Buna karşın üniversitelerdeki öğretim üyelerinden gazetecilere ve aydınlara kadar, anayasaya karşı olan kesimler büyük bir baskı ve yıldırma ile karşı karşıya bırakıldı. Bu konuda hayır üzerine yapılan yayınlar yasaklanıp toplatıldı, hazırlayanlar hakkında cezalar verildi. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasaklandı, her tür muhalif sesin tam bir suskunluğa itilmesi için her tür tedbir alındı.
MAVİ OY, ŞEFFAF ZARF VE ZORUNLU EVET
Bu ortam içinde yapılan referandum öncesinde halka, evet oyu vermeyenlerin fişleneceğine kadar bir dizi açık ve üstü kapalı tehditler de gündeme geldi.
Oy pusulasındaki zarflar şeffaf denilebilecek şekilde tasarlandı. Böylece mavi renkle verilecek hayır oyları görülebilecekti. Mavi renginin yasaklandığı bir dönemde, gazetelerin “gökyüzü bugün mavi” diyerek kendisini ifade edebildiği bir ortamda referandum gerçekleşti.
Askerlerin kuşattığı sandıkların arasında verilen oyların, nasıl sayıldığı da bir başka muamma olmakla birlikte her tür denetimden yoksun bir sayım sonucunda yüzde 91,37’yle evet çıktığı ilan edildi.
∗∗∗
’82 ANAYASASININ GETİRDİKLERİ
12 Eylül sonrası Türkiye’deki toplumsal ve siyasal düzen, darbenin mantığına uygun bir şekilde toplumu ve siyasal alanı zapturapt altına alan bir mahiyette hazırlandı. Anayasa’da, yürütme gücü yargı ve yasamayı bastıran darbe sonrası kurulan MGK bütün yetkileri elinde toplamıştı. Darbe sonrası dönemin yeni anayasasını oluşturmak üzere Ekim 1981’de bir kurucu meclis oluşturuldu. 160 üyeden oluşan Danışma Meclisi MGK tarafından belirlenmişti. Meclisin bütün kararları MGK’nın onayından geçirilerek veriliyordu. 1982 Anayasası, darbeci mantığın bir ürünü olarak yürütmenin gücünü yasama ve yargı karşısında oldukça güçlendiren bir muhteva içermekteydi.
Cumhurbaşkanlığına önemli yetkiler bahşetmekteydi; kanunları ya da anayasa değişikliğini halkoyuna sunmak, TSK’nın kullanılmasına karar vermek, Yargıtay hariç bütün yüksek mahkemelerin yargıçlarını ve HSYK üyelerini atamak gibi yetkiler, yürütmenin icraatlarının yargı denetiminden muaf olmasını sağladı. Ayrıca 1980’den bugüne genellikle Cumhurbaşkanı’nın yasamada güçlü olan siyasi partinin onayıyla seçilmesi (bugün halk seçse de fazla bir değişiklik olmamış, hatta yürütme yasamayı da aradan çıkararak tek yetkili organ haline gelmiştir) kısacası aynı ideolojik aidiyetle hareket etmelerinden kaynaklı hükümetin de yargı karşısında güçlenmesine neden olmuştur. Bu anayasa ile oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başkanının Adalet Bakanı olarak belirlenmesi yargıyı yürütmenin etkisine doğrudan açık hale getirdi. Kanun Hükmünde Kararname çıkarma ve OHAL yetkisinin yürütmeye verilmesi, yasamanın da çoğu durumda devreden çıkarılabileceğine işaret ediyordu.
Bu dönemde yasalaşan yüzde 10 barajı ile merkez partileri dışında kalan, özellikle sol ve sosyalist partilerin meclise girmesinin engellenmesi de yürütme karşısında yasamanın zayıflatılması anlamına gelmekteydi. Bu dönüşümlerle birlikte kamusal alanda geniş kesimlerinin siyasete katılması engellenerek, siyasal alanın tek adamlar tarafından baskılandığı, demokrasinin de bu aktörler arasında güç mücadelelerine indirildiği bir oyun alanına dönüşmesi sağlanmış oldu. Tüm bu düzenlemeler, yürütmenin tam bir siyasi otorite kurmasının önündeki engelleri ortadan kaldırıyordu.
∗∗∗
CUNTANIN SEÇİMİ VE MUHALEFETİ
12 Eylül cuntası ile birlikte, dönemin siyasilerinden CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a 1982 Anayasası ile birlikte 10 yıllık siyasi yasak getirildi.
1987’de referandumla kalkacak bu yasaklı dönemde, siyasi parti liderleri göz hapsinde tutulup, siyaset yapmaları yasaklandı. 1983 seçimleri öncesinde de bu liderlerin siyasete müdahale girişimleri engellendi, halk buluşmaları yapmak isteyen Bülent Ecevit kısa süreli engellendi.
1983 seçimi öncesinde yeni partilerin kurulmasına izin verildi. Ancak bu partilerin kuruluşu MGK onayına bağlandı. Kurulacak ve seçimlere katılacak partiler, MGK tarafından tayin edilirken, örneğin Bülent Ecevit destekli Demokratik Sol Parti’nin, Süleyman Demirel destekli Doğru Yol Partisi’nin kurulmasına izin verilmedi. Benzer şekilde MHP ve MSP’nin devamı olarak görülen partilerin kurulması da yasaklanırken, sonuçta seçimlere girmesine izin verilen partiler Milliyetçi Demokrasi Partisi, Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi ve CHP içinden (MGK tarafından) seçilmiş eski kadrolara kurdurulmuş Halkçı Parti oldu.

NECDET CALP MUHALEFETİ
Bülent Ecevit etkisinde parti kurulmasını engelleyen MGK, Halkçı Parti’yi de kendi çizgisinde kurdurmayı tercih etmiştir. Devletin çeşitli kademelerinde bürokratlık görevi yapmış olan Necdet Calp, Halkçı Parti genel başkanlığına getirilmiştir. Siyasi veto ve tasfiyelerle, muhalefet adına MGK çizgisinin içinde bir Halkçı Parti çıkarılması, Necdet Calp eliyle gerçekleştirilmiştir.
Bu kurgu ile gerçekleşen seçimlerde, sonuçta seçimlere emekli general Turgut Sunalp’ın başkanlığını yaptığı Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), Necdet Calp önderliğindeki Halkçı Parti (HP) ve Turgut Özal’ın başında olduğu Anavatan Partisi (ANAP) katılmıştır. MDP çoğunlukla MGK’ın partisi olarak anılsa da sunulan üç seçenek de 12 Eylül çizgisinin içindeki hareketler olarak örgütlendirilmiştir.
CUNTANIN SİVİL UZANTISI ANAP
Özellikle de Turgut Özal’ı, MGK partileri dışındaki bir sivil seçenek olarak değerlendiren analizler yapılır. Oysa, Turgut Özal tam da 12 Eylül cuntası eliyle uygulanan 24 Ocak Kararları olarak bilinen liberal dönüşüm programının tam merkezinde yer alan, MGK’nın bir tür adı konulmamış üyelerinden birisidir.
1983 seçimlerinde halkın cuntaya yönelik olası tepkilerinin de kontrol altında tutulması için yapılan tasarım, ANAP’ın yolunu açmıştır. Doğrudan MGK partisi olarak görülen MDP yüzde 20’lerde, yine MGK uzantısı olarak algılanan HP yüzde 30’larda oy alırken, ANAP sivil bir görünüm altında cuntaya karşı oluşan tepki oylarını da toplayarak yüzde 40’ın üzerindeki bir oyla iktidara gelmiştir. ANAP’ın iktidara getirilmesi bu anlamda MGK’nin oluşturduğu yeni siyasi partiler sistemi içinde ve onun doğrudan veto ve müdahalelerle oluşturduğu seçim ortamında gerçekleştirilmiştir.
∗∗∗
BARAJDAN TEK ADAMLIĞA CUNTANIN SİYASAL SİSTEMİ
1983 seçimlerine giderken, siyasi partiler yasasında da önemli değişimler gerçekleştirildi. MGK eliyle yapılan düzenlemenin en önemlilerinden birisi yüzde 10 seçim barajının getirilmesi oldu.
Seçim barajının uygulanmaya başlanması, sola yönelik operasyonun bir parçası olarak gerçekleşti. Baraj sistemi, sonrasındaki uzun yıllar boyunca da sol hareketin siyasetin dışına itilmesinin (ya da başka büyük partilerin gölgesi altına girmesinde) önemli bir baskı aracı olarak işlemeye devam etti.
Siyasi partiler yasasındaki bir başka değişiklik de parti başkanlarının aşırı yetkilerle donatılması oldu. Bu, halkın siyasete katılımının engellenmesine yönelik adımlardan bir tanesi oldu. Başkanlıklar etrafında şekillenen, yüzde barajı ile şekillendirilmiş parlamenter siyasal sistem, bugünkü tek adam rejiminin de temellerini oluşturdu.
∗∗∗
ÜNİVERSİTENİN DÖNÜŞÜM ARACI OLARAK YÖK
Darbe sonrası Türkiye, ideolojik alanda Türk-İslam sentezi çerçevesinde dönüşüme uğratılmaya çalışıldı. 1982 Anayasasının oluşturulmasında, anayasanın ideolojik ve kültürel mahiyetinin şekillendirilmesinde Aydınlar Ocağı bu dönüşümün ana omurgasını oluşturuyordu. Siyasal İslamı yücelten, dinin toplumsal hayattaki rolüne vurgu yapan söylemler öne çıkarılıyor, dinsel inancın toplumsallaşmasına yönelik politikalar Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, TRT, Devlet Tiyatroları ve YÖK tarafından ideolojik anlamda eşgüdümlü bir şekilde Türk-İslam ideolojisi çerçevesinde politikalarla uygulanıyordu.
YÖK’ün kuruluşu bu düzlemde önemli bir momenti işgal etmekteydi. Darbe yönetimi, 1970’lerde toplumsal mücadelelerin yükselmesinin temel sorumlusu olarak üniversiteleri görüyordu. Üniversite özerkliğinin kaldırılarak bilimsel düşüncenin kendi ideolojik muhtevaları çerçevesinde zapturapt altına alınmasını temel önceliklerinden birisi olarak görüyorlardı. 1981 yılında, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kurulan YÖK, akademik ve idari yönden tek çatı altında toplanarak üniversitelerin özerkliğine son veren bir işlev gördü. YÖK, profesörlerin bilimsel yeterliliğinin değerlendirilmesinden, öğretim elemanlarının yetiştirilmesine, öğrenciler hakkında karar almaya kadar her konuda söz sahibi haline geliyordu. 1982 Anayasası ile birlikte daha da ileri gidilerek YÖK Cumhurbaşkanına bağlanıyor, bilimsel eğitim ve araştırma yürütmenin denetimine sokuluyordu. Daha önce üniversite bileşenleri tarafından seçilen idari kadrolar, siyasi otorite tarafından atama yoluyla belirlenmeye başlanıyordu. Kısacası, üniversiteler YÖK aracılığıyla darbe sonrası rejimin ideolojisini yeniden üreten kurumlar olmaya indirgeniyordu.
Bu bağlamda YÖK’ün en çarpıcı icraatlarından biri 1402 sayılı sıkıyönetim kanununu uygulayarak bilimsel bilgiden yana, aydınlanmacı, sol, sosyalist, demokrat öğretim üyelerinin görevlerine son vermek oldu. 1983 yılının başlarında, Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere birçok üniversiteden 148 öğretim üyesinin görevlerine son verildi. Görevine son verilen öğretim üyelerinden bazıları şunlardı: Korkut Boratav, Cem Eroğul, Mümtaz Soysal, Alpaslan Işıklı, Yalçın Küçük. Değerli birçok aydın yıllarca üniversitelerden ayrı kaldı. 1986’da ilk kez Ankara İdari Mahkemesi, 1402’liklerin özlük haklarıyla göreve başlaması gerektiğini belirtti. Ancak bundan 4 yıl sonra, 3 Şubat 1990’da Danıştay kararıyla uzaklaştırılan öğretim üyeleri görevlerine dönebildi.