Hatırlatmalar | İktidar krizinden muhalefet krizine 2024: Kırılmalar, açılımlar ve mücadeleler

■ Politika Kolektifi
2024, Mayıs’23 seçimlerinin bakiyesi ile başladı. AKP-MHP ittifakının genişletilmiş faşist blokla (türlü hileler ve muhalefetin inanılmaz yanlışlarına karşın)ancak bıçak sırtında kazanabildiği 2023 seçimleri, bir Pirus zaferi olarak gerçekleşmişti. Mayıs şokunun ardından toplumun Cumhuriyet’in yüzüncü yılı vesilesiyle ülkenin her yerinde kendiliğinden ayağa kalkışıyla başlayan toplumsal tepkiler ve ekonomik-sosyal krize karşı eylemler de bunun göstergesi olmuştu.
2024’ün en önemli kırılma noktalarından birisi kuşkusuz ki yerel seçimlerde, AKP’nin tarihinde ilk kez birinci parti olma konumunu kaybederek azınlığa düşmesi oldu. Biriken toplumsal tepkilerin yöneldiği CHP’nin birinci parti olarak seçimlerden çıkmış olması, siyasal İslamcı rejimin sona ermesi için açılan yeni bir kapı oldu. Mart seçimleri ardından moral üstünlüğünün de muhalefete geçmesinin yarattığı ivme toplumsal muhalefetin yükselişinde de kendini gösterdi. Seçimlerin hemen ardından Van’a kayyum atama girişiminin ortak bir muhalefet tutumu ve toplumsal dirençle püskürtülmesi bu anlamdaki ilk reaksiyondu.
Her tür eşitsizliğin, adaletsizliğin hüküm sürdüğü tek adam rejimine karşı tepkiler giderek toplumun tüm kesimlerine yayıldı. Geçen yıl boyunca süren ve hâlâ görmeye devam ettiğimiz köylü eylemleri, emekli ve öğretmenlerin karşı çıkışları, işçilerin şimdi grevlerle sürdürülen direnişleri adım adım yükselmeye devam etti.
Mart seçimlerinden birinci çıkmanın özgüvenini de arkasına alan Özgür Özel başkanlığındaki CHP de ilk dönem bu muhalif yükselişin parçası olarak etkinliğini tırmandırdı. Ancak bu dönemin en önemli kırılma noktası kuşkusuz ki normalleşme-yumuşama diye başlatılan siyasal yönelimin devreye sokulması oldu. Bu şekilde azınlığa düşmüş, yönetme meşruiyetini kaybetmiş tek adam rejimine bir cansuyu verilirken, CHP de hızla parlamenter düzen siyasetinin sınırlarına çekilerek etkinliğini kaybetmeye başladı. Dış politikada “beka” ipine sarılarak AKP’nin hizasına çekilmek, ekonomide IMF ve uluslararası sermayenin programıyla uyumlulaşmak CHP’nin alternatif bir iktidar odağı olabilme kapasitesini tümüyle ortadan kaldırarak, Mart seçimlerindeki desteklerini adım adım yitirmesinin yolunu açtı.
2025’e devreden en önemli gelişme ise kuşkusuz ki, normalleşme-yumuşama adı altında toparlanan AKP ve MHP’nin Meclis açılışından itibaren başlattıkları Öcalan açılımı oldu. Bu da AKP ve MHP’nin de açık biçimde ortaya koyduğu üzere rejimi kalıcılaştırmak üzere Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunun açılmasına yönelik yeni bir iktidar oyunu olarak gündeme geldi. Suriye’de ABD-İsrail planı doğrultusunda Esad’ın devrilerek cihatçı HTŞ’nin hâkim hale gelmesiyle birlikte, merkezinde Suriye’nin olduğu bir ittifak modeli olarak şekillendi. Emperyalizmin Ortadoğu politikalarının parçası olarak gerçekleştirilen fetihçi ve mezhepçi bir dış politika harekâtıyla, Suriye üzerinden Kürtlerle kurulacak bir ittifak rejimin yeni kurgusu olarak öne çıkıyor. Bu eksende kurulacak bir milli mutabakata dayanılarak yürütülecek bir sürecin sonunda gerçekleşen bir anayasa değişikliği marifetiyle tek adam rejimi sürdürülmeye çalışılacak.
Kuşkusuz ki bu hesaplar yapılsa da toplumun her kesiminden yükselen tepkiler, bunun bahsedildiği kadar kolay olmadığını göstermeye devam ediyor. Amerikan güdümlü fetihçilik eksenindeki bir konumlanma üzerinden rejimin tahkim edilmesine yönelmiş politikaların toplumun geniş muhalif, ilerici, emekçi kesimlerine kabul ettirilmesi hiç de kolay olmayacaktır. 2024’ün en önemli bakiyesi toplumun her kesiminden yükselen hak mücadeleleri olurken, 2025’e devrettiği çağrısı da bütün bu dinamiklerin rejime son verecek bir güç oluşturmak üzere birleştirilmesi oldu.
***
31 MART SEÇİMLERİ:
31 Mart yerel seçimlerinde AKP ile birlikte iktidar ortağı MHP ciddi bir erimeyle karşı karşıya kaldı. CHP 47 yıl sonra yüzde 38’lik oy oranıyla birinci parti oldu.
Yerel seçimlerden önce gerçekleşen Mayıs seçimleri de aslında iktidar blokunun ekonomik, siyasi çoklu bir kriz içine sürüklendiği bir konjonktürde gerçekleşmişti. Diğer yandan NAS adı verdiği ekonomi politikalarıyla geniş kesimler sefalete mahkûm edildi. Bu çoklu kriz dinamikleri içerisinde rejimin toplumsal tabanın erimesine rağmen tüm devlet kurumlarının sefer edilmesi ve emperyalizmin zimmi desteği ve rızası sonucu iktidarı güçbela kazanabilmişti.
İktidar, ABD ve Batının istekleri çerçevesinde ekonomide Mehmet Şimşek eliyle IMF’siz IMF politikalarına yönelirken dış politikada da ABD-NATO’nun planı içinde kendine yer açma çabasına girişti.
Mayıstan marta giden kısa süre içerisinde özellikle uygulanan kemer sıkma politikaları emekliler başta olmak üzere emekçi halk kesimlerinin yoksulluk ve yoksunluğunu gittikçe derinleştirdi. Diğer yandan yukarıdan tökezleyen rejimi tahakküm etmek için İslamcılık çerçevesinde yapılan müdahaleler toplumda rejim karşıtı tepkinin yükselmesine de neden oldu. AKP’nin İsrail’in Filistin’i işgal etmesi karşısında aldığı ikircikli tutum kendi mahallesinden de kopmalara neden oldu. Yeniden Refah Partisinin yüzde 6 oy alması bu durumun bir sonucu oldu. 31 Mart seçimleri bu çoklu kriz koşullarında bir anlamda geç kalınmış bir başarı olarak ortaya çıktı.
31 Mart seçimleri son kertede 22 yıldır rejime karşı her kritik kertede inatla direnmeye devam eden başta gençler ve kadınlar olmak üzere emekçi halk kesimlerin mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
***
YUMUŞAMA-NORMALLEŞME TARTIŞMALARI:
31 Mart Seçimlerinde ağır bir darbe alan Saray’ın sarsılan meşruiyetini yeniden tahsis etmek için yaptığı çağrıya Özgür Özel’in cevap vermesiyle rejime karşı muhalefetin yerini normalleşme-yumuşama siyaseti aldı.
Erdoğan Özel arasındaki normalleşme görüşmelerinin ikincisi 11 Haziran’da Erdoğan’ın CHP Genel merkezine gelmesiyle yaşandı. Erdoğan CHP Genel merkezinde cumhurbaşkanlığı forsuyla karşılandı. Anayasaya aykırı bir şekilde Başkan seçilen Tayip Erdoğan’ın forsla karşılanması aynı zamanda bu gayrimeşru ucube rejimin tanınması anlamına da geliyordu. Normalleşme süreci Özel ile de sınırlı kalmadı. CHP yönetimi içerisinde oluşturulan bölge kabile bakanlarla görüşmeler yürütmeye başladı. Kemer sıkma politikalarıyla yoksullaşan ve her gün bir yerde direniş ve grevlerle bu politikalarla mücadele eden kesimlerin mücadelesinin bir parçası olmak yerine onların taleplerini yine bu politikalardan sorumlu olan M. Şimşek’e iletmeyi yeğledi.
Geçtiğimiz seçimlerde hukuksuz şekilde aday olan ve son derece şaibeli geçen bir seçimin ardından yeniden cumhurbaşkanı olan -ve yeniden aday olması teklif bile edilemeyecek- Erdoğan’a Özel "bir daha aday ol" çağrısı yaptı.
1 Ekim Meclis açılışında Özel Erdoğan geldiğinde tüm milletvekillerinden ayağa kalkmasını istedi, bu davranışı hem kendi partisi içinde hem de değişim isteyen kesimler nezdinde tepkiyle karşılandı. CHP muhalefet yerine iktidarın kurduğu normalleşme siyasetine teşne olarak iktidarını sürdürme noktasında zorlanan tek adam rejimine hem zaman kazandırdı hem de cansuyu taşıdı.
İktidar yeniden kazandığı üstünlükle muhalefetin kazandığı yerel yönetimleri kayyum siyasetiyle gaspetmeye yöneldi. 3 Kasım’da DEM partili Hakkâri belediyesine, 1 Kasım’da CHP’li Esenyurt belediyesine kayyum atandı. Meclis’te Bahçeli’nin Öcalan çağrısının ardından ise DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti, 22 Kasım’da ise Dersim ve CHP’li Ovacık belediyesine kayyum atandı.
***
EKİMDEN OCAĞA AÇILIM
2024 yılının önemli kırılma noktalarından biri de Bahçeli’nin “Öcalan mecliste konuşsun” çağrısı oldu.
1 Ekim’de Meclis’te Bahçeli eliyle başlatılan yeni açılım, yılın son günlerinde gerçekleşen Öcalan görüşmesiyle yeni bir evreye girdi. Ekimden bugüne kadar ve özellikle Öcalan’ın mektubu sonrasında da farklı siyasal çevrelerin yaklaşımlarını özetleyerek hatırlatıyoruz.
DEVLET BAHÇELİ: “KÜRT SORUNU YOKTUR”
Öcalan görüşmesinin sonrasında, DEM heyeti ilk ziyaretini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye yaptı. Görüşmenin ardından açıklama yapılmasa da “yüzlerin gülmesi” başlıbaşına mesaj sayılırken, Ahmet Türk de Bahçeli’nin “samimiyetini” teyit etti.
Bu süreç, 1 Ekim 2024’te Meclis açılışında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM grubu sıralarına giderek, DEM Eş Başkanları ve milletvekillerinin elini sıkmasıyla başladı.
Bahçeli, bunun ardından harekete geçmesinin tesadüfi ya da sembolik bir jest olmadığını, Erdoğan’ın Meclis’te yaptığı konuşmada “İsrail tehlikesine” işaret ederek “iç cephede tahkimat” siyasetinin bir gereği olduğunun altını çizdi. Bölgemizde barış derken içerde barış aramamak olmaz diyen Bahçeli’nin çıkışı sonrasında adım adım sürdürüldü.
PKK’nın silah bırakmasını ve Kandil’dekilerin teslim olmasını ön şart olarak ileri süren Bahçeli, “terörü son erdirme” adını koyduğu bu adımları atma iradesi olduğu takdirde Öcalan’ın umut hakkını kullanabileceğini hatta, Meclis’te DEM grubuna katılarak konuşma yapabileceğini söyledi. Sansasyonel bir çağrı ile tartışmaları köpürten Bahçeli, 5 Kasım tarihli grup konuşmasında bu sürece ilişkin hedeflerini açık biçimde ortaya koydu.
ŞÜPHESİ OLAN KALMASIN ELBETTE ERDOĞAN’I SEÇECEĞİZ
Bahçeli, “Aklında şüphe olan varsa son tahlilde diyeceğim şudur” sözleriyle hedeflerinin Erdoğan’ı bir kez daha seçtirmek olduğunu açık biçimde ortaya koyarak, şunları söyledi: “Diyorlar ki, yeni anayasa hazırlık süreci için tahkimat yapıyormuşuz. Diyorlar ki, Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha seçtirmek için yol arıyormuşuz. Bizim evvela hedefimiz yeni yüzyılda terör kamburundan kurtulmaktır.
Huzurlu ve mutlu bir millet varlığını temin etmektir. (…) Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa, Eğer enflasyon canavarına kesin bir darbe indirilirse, Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir?”
UZATILAN EL SIKILMAZSA
Bahçeli, aynı konuşmasında yeni sürecin bir Kürt sorununun çözüm süreci olmadığını “Türkiye’de Kürt sorunu yoktur” sözleriyle ifade etti.
Kürt sorununu “hain ve kanlı eylemlerin kılıfı” ve “kanlı emperyalistlerin tuzağı” olarak tanımlayan Bahçeli, “anadil, özerklik, federasyon” türündeki tüm önerilerin “bölücülük” anlamına geleceğini ifade etti.
Devlet Bahçeli, DEM’e ve Kürt hareketine yönelik çağrılarında da uzatılan el sıkılmazsa şimdiye kadar yaşananlardan çok daha büyük ve sistematik bir şiddetin başlayacağını da hemen her konuşmada bir biçimde ifade etmeye devam etti.
***
TAYYİP ERDOĞAN: ÖMRÜM VEFA ETTİĞİNCE
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, süreç boyunca Bahçeli’nin bir adım gerisinde durdu. Bu tavır zaman zaman bir çelişki olarak da tartışılsa da ikili arasında bir görev paylaşımından ibaret olduğu görülüyor.
Bahçeli’nin çıkışları sonrasında Erdoğan, kasım başında yaptığı konuşmada “Devlet Bey tavır, konuşma, söylem ve siyasetiyle, feraset ve tecrübesiyle, cesur çıkışlarıyla, akıl dolu cümleleriyle daima tarihe not düşen, tarihe istikamet çizen bir liderdir” diyen Erdoğan, yeni süreci “Türkiye’yi kardeşlik ekseninde büyütmek” sözleriyle tanımladı.
UFKUMUZU 782 BİN KİLOMETREYLE SINIRLAYAMAYIZ
Erdoğan bu konuşmasında, “inşallah önümüzdeki dönemde milletimize hem boydan boya tüm güney sınırlarımızın güvenliğini, hem insanımızın can ve mal emniyetini garanti altına alacak yeni müjdelerimiz olacaktır” sözleriyle Suriye’yi de işaret etti. Bu konuşmanın birkaç hafta sonrasında HTŞ’nin Şam’a uzanacak yürüyüşünün başlaması oyunun Suriye üzerinden kurulduğunun da bir göstergesi. Suriye’de Esad’ın yıkılmasının ardından da Erdoğan, “Türkiye Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareye sıkıştıramayız” sözleriyle de bu hedefi daha açık biçimde ortaya koydu.
Bütün bunları tartışırken, Bahçeli’nin “elbette Erdoğan’ı seçeceğiz” sözlerinin kendisine sorulmasının ardından Erdoğan’ın “ömrüm vefa ettiğince hizmet etmek isterim” sözleri akılda tutulmalı.
KANDİL: ÇÖZÜM SÜRECİ BARIŞ SÜRECİ SÖZ KONUSU DEĞİL
Açılımın başından itibaren muhatap olarak Öcalan’ı işaret eden Kandil, bunun yanı sıra tereddütlerini de ifade ediyor. Heyet görüşmesinin ardından da yapılan değerlendirmelerde bu tereddüt sürüyor. KCK Yürütme Konseyi sıfatıyla açıklama yapan Bese Hozat’ın konuşmasından bazı bölümleri paylaşıyoruz.
“Devlet Bahçeli'nin söylemleri, çıkış olarak 1 Ekim'le birlikte ifade edilen süreç, bunun üzerinde açıklamalar, yürütülen tartışmalar var. Anladığımız kadarıyla Önderliğimiz de halen durumu anlamaya çalışıyor. Gerçekten bu açıklamalar, bu yaklaşımlar bir taktik midir? Bir özel savaş mıdır? Yoksa mevcut tehlikeyi Devlet Bahçeli de biraz fark ediyor, ön almaya mı çalışıyor? Bu anlamda Önderliğimizin ifadesiyle; AKP-MHP iktidarı-hükümeti yeni bir paradigma mı geliştirdi? Bunun üzerinden mi bu söylemler gelişiyor? Bu tehlikeli planı, bölge üzerinde yürütülen bu konsepti, hegemonik uluslararası güçlerin bu konseptini, planını fark etme temelinde geliştirdikleri yeni bir paradigma mıdır? Bu söylem biraz buna mı dayanıyor? Yoksa tam tersi, yani bu durumdan böyle çok büyük yaralar almadan iktidarın esas olarak çıkması için tekrardan böyle bir özel savaş konsepti midir? Psikolojik özel savaş mıdır? Bir taktik midir? Çünkü bu geçmişte çok denendi. Bu mudur? Elbette bunun çok iyi anlaşılması gerekir.
Dolayısıyla biz bu görüşmeyle birlikte de halen bir süreçten bahsedemeyiz. Öyle bazı kesimlerin tartıştığı gibi bir çözüm süreci, bir barış süreci söz konusu değildir. Yani bu görüşmeden yola çıkarak bir çözüm sürecinden, bir barış sürecinden söz etmek çok mümkün değil. Bunun gerçekten turnusol kâğıdı İmralı'ya yaklaşımdır, Önder Apo'ya yaklaşımdır. İmralı'da halen tecrit ve işkence koşulları devam ediyor. Önder Apo'nun sağlık, güvenlik ve özgür yaşam çalışma koşulları sağlanmış değildir.
Kürt halkı üzerindeki soykırım saldırıları durmuş değildir. (…) Bu süreç geçmişte olduğu gibi tekrardan bir özel savaş sürecine mi dönüştürülecek? İktidar böyle rantçı yaklaşarak, Önder Apo'nun durumunu araçsallaştırarak, Kürt sorununu araçsallaştırarak kendisini ayakta tutma, iktidarını sürdürme sürecine mi dönüştürecek? (…) Fakat şu anda yaşananlardan bizim gördüğümüz, anladığımız ve değerlendirdiğimiz bir durum ve gerçeklik var. O da bu iktidarın tekrardan yeni bir özel savaş oyununa başvurduğudur. Tekrar yeni bir taktik geliştirdiğidir.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ: HAZIRIM
Bahçeli’nin Öcalan çağrısına Selahattin Demirtaş’ın ilk tepkisi cezaevinde Kürt Sorunu konuşmayacağı oldu: “Süreci desteklemeye hazırım. Beni ziyarete gelen bazı avukatlara da söyledim. Ben cezaevinde olduğum sürece sizinle Kürt sorunu üzerine konuşmayacağım. Ben tutuklu biriyim. Eğer benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım.”
Daha sonraki günlerde ise sürece katkı vermeye hazır olduğunu ifade etti: “Sorunlarımızın konuşarak, diyalogla, siyaset yoluyla çözülmesi arayışlarını kanla kesmeye çalışan anlayış bilmeli ki eğer Öcalan bir inisiyatif alır ve siyasetin önünü açmak isterse tüm gücümüzle arkasında olacağız.” “Demokratik siyaseti ve barış arayışlarını itibarsızlaştırmaya, iradesiz kılmaya yönelik hiçbir yaklaşımı kabul etmeyeceğiz. Herkes hesabını kitabını buna göre yapmalıdır. Barış isteyenlerin sesinin, kimden gelirse gelsin bu defa bastırılmasına asla izin vermeyeceğiz.”
İYİP VE ZAFER’İN İP ATMA YARIŞI
Devlet Bahçeli ve MHP’nin sürecin merkezinde olması İYİP ve Zafer Partisi için milliyetçi bir muhalefet imkânının açılması olarak görülüyor. Zafer Partisi, göçmen karşıtlığı üzerinden körüklediği ırkçı milliyetçiliği, şimdi bu eksende sürdürmeye çalışıyor. Kan kaybetmeye devam eden İYİP ise, bu alanı kendi konsolidasyonu için de bir fırsat olarak görüyor. Meral Akşener’in Saray görüşmesi sonrasında hızlanan çözülme süreci, son olarak İYİP sözcüsü Kürşat Zorlu’nun istifası ve onu takiben istifaların devam ederek AKP’ye geçileceği iddiaları ile sürülüyor.
İYİP Başkanı Musavvat Dervişoğlu, İmralı heyetinin görüşme talebine kapılarını kapattı. Daha önce Bahçeli’ye kürsüden atılan iple başlayan muhalefet, daha sertleşerek sürdürüleceğini ortaya koyuyor.
BİR DE ERTUĞRUL KÜRKÇÜ MEALİ!
Öcalan’ın (…) DEM Parti’ye, ülkeye ve dünyaya verdiği ilk mesaj, olanca yalınlığına karşın kurgusu ve kelimelendirmesiyle birlikte, (…)1970’lerden bu yana toplumsal tarihimizde derin izler bırakan sosyal ve siyasal mücadelelerin; çöken, çökertilen 2013-15 “çözüm ve müzakere” sürecinin; onu izleyen darbeler ve son on yıldır aralıksızca süregiden çöktürme harekâtı ve onun siyasi ifadesi olan diktatörlük inşası süreçlerinin ve nihayet bölge ve yerküredeki çatışmalar, savaşlar, ekolojik ve ekonomik krizler ve dağılan II. Dünya Savaşı sonrası statükosunun doğurduğu güç kaymalarının eseri olan yeni sosyopolitik denklemi ve uygarlık krizini dikkatlice değerlendirdiğini işaret ediyor.
(…) Öcalan, öncelikle sorumlu ve kendisine ve halkına güvenen bir halk önderi olarak Türkiye’yi yönetenlerin “barış”ı telaffuz eden yeni söylemlerinin içerdiği, Kürt halkının Türkiye’de -ve kaçınılmazca dört parça Kürdistan’da da- çatışmaların tarafı olmaktan çıkarak kuruluş süreçlerinin eşit haklı ortağı olabileceğine dönük imalarını kuvveden fiile çıkarmalarının önünü açıyor.
(…) Öcalan’ın “taraf” olarak, iktidarın bu görüşme sürecini açarken kurduğu söylemin içermediği bir nihai hedefe kilitlenmiş olmasıdır: “Demokratik bir dönüşüm” hedefi ve “Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devri” açıldığı tespiti, Öcalan’ın mesajını bir yanıyla ulusal bencillik ve partikülarizmin ötesine ulaştırırken öte yanıyla gerçekleşmesinin müzmin otoriterliğin son bulmasını ön gerektiren mantığıyla yoksulların ve ezilenlerin genel kaderine bağlayan ana halka olarak, esasen 2013’teki mesajını tekrar etmekle kalmıyor, onu bu kez dönüşüm zincirinin merkezine yerleştiriyor.
(Yeni Yaşam’daki yazısından özetlenmiştir)
***
TRUMP YENİDEN: “TÜRKİYE SURİYE’YE ÇÖKTÜ”
ABD’de kasım ayında gerçekleşen genel seçimleri Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump kazandı. 2016-20 arasındaki ilk başkanlık döneminin ardından bu kez K. Harris’e karşı ezici bir farkla seçimi kazanan Trump, henüz resmî olarak Beyaz Saraya geçmeden ABD emperyalizminin okyanus ötesi stratejilerinde belirgin olmaya başladı.
Trump, 7 Ekim’den bu yana Gazze’den Lübnan’a, İran’a kadar uzanan İsrail saldırganlığının en coşkun destekçisi. Her ne kadar “sonsuz savaşları bitireceğim” sloganını şiar edinse de ABD’nin Trump döneminde Ortadoğu stratejisinin barışçıl bir yere evrilmeyeceği, daha koltuğa oturmadan belli oldu. ABD’de yaşanan belirsizlik sürecini bir fırsat olarak gören bölgesel aktörler, başta Netanyahu olmak üzere, Ortadoğu’da hızlı hamlelere girişti. İsrail savaşı Lübnan, Suriye ve İran’a taşıdı. İran’ın kendi direniş ekseninde yaşanan sıkışma Suriye’deki etkisini kırdı. Bunun yanı sıra Biden’in Zelenski’ye Rusya içlerini hedef alacak uzun menzilli füzeleri kullanma yetkisi vermesi, Rusya’yı Ukrayna batağına daha fazla sıkıştırdı. Karşıt güçlerin içine girdiği bu batak, Suriye’ye yönelik önemli bir fırsat yarattı.
Bu fırsatı değerlendiren HTŞ, kimsenin beklemediği bir hızla İdlib’den çıkarak günler içerisinde Şam’ı ele geçirdi. Bu süreçte sarayın bölgesel anlamda esas siyasi vekili SMO olsa da Astana süreçlerinden beri İdlib’de garantörlük ettiği, TSK’nın mevcut bulunduğu cihatçı bölgesinde hem Şam’a yönelik hazırlığın hem de cihatçıların elini kolunu sallayarak çıkabilmesindeki etkisi tartışılmaz. Ukraynalı subayların Drone eğitimi verdiği, müthiş bir silah ve finansman desteğinin sağlandığı cihatçı örgütlere Türkiye’nin hamilik yaptığı gerçeği uluslararası planda da çokça konuşuluyor.
Keza Suriye’de hükümetin devrilmesinin ardından yeni seçilen Başkan Trump da konuşmasında aslan payını Erdoğan’a verdi. HTŞ operasyonundan henüz birkaç gün önce “Suriye’de ne işimiz var?” diyen Trump, Esad’ın düşüşü ardından ise “Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin arkasında Türkiye var. Erdoğan çok zeki biri. Bunu binlerce yıldır istiyordu ve başardı. Kimse gerçekten kazananın kim olduğunu bilmiyor ama bence Türkiye kazandı. Erdoğan çok zeki ve sert bir adam. Türkiye çok fazla can kaybı olmadan, dostane olmayan bir şekilde kontrolü ele geçirdi” dedi.
Bir yandan Erdoğan için Suriye’ye “çöktü” ifadesi kullanan Trump’ın diğer yandan Erdoğan’ı övgülere mahzar etmesi kuşkusuz sarayın 13 senedir Suriye’de sürdürdüğü taşeronluğa karşılık bir prestij kazandırmıştır. Ancak satır aralarında ortaya çıkan gerçek, 2016’dan beri Suriye için “bataklık, bitmeyen savaş” ifadesi kullanan Trump’ın bundan sonraki süreçte de ihaleyi büyük oranda Türkiye’ye itelediğinin itirafı. Özellikle soluk soluğa Emevi Camisinin yolunu tutan iktidar bürokratları, bundan sonraki süreçte Suriye’de ikinci bir Afganistan rezaletinden çekinen Amerikalıları müsterih edebilmek için daha büyük bir yükün altına girecektir. İsrail’in Suriye içerisindeki yerleşimci ilerleyişiyle Türkiye’ye komşu hale gelmesi de cabası.
Ancak Trump’ın ihaleyi müttefiklere bırakan yaklaşımı, en genel anlamda Ortadoğu stratejisini açıklamıyor. Bir önceki döneminde de İran ile ABD arasındaki nükleer anlaşmayı bozmakla övünen Trump, yeni dönemde de İsrail ile işbirliği içerisinde İran’ı sıkıştırmaya devam edecektir. Geçtiğimiz günlerde Biden’ın İran’ı vurma konusundaki seçenekleri değerlendirdiğinin ortaya çıkması, ABD’nin İran konusundaki genel tavrına dair bir ipucu sunuyor. Keza Netanyahu da daha iyi ilişkiler kurduğu Trump’ı hem iç hem dış politikasının eksenine oturan İran’a yönelik saldırganlık konusunda daha cesur hamlelere sürükleyebilir. Burada AKP iktidarının Suriye düşer düşmez içeride giriştiği “Siyasal Alevilik” gibi mezhepçi söylemleri de böyle bir sürece ne kadar angaje olduklarının bir başka göstergesi.