Hatırlatmalar | İnceliklerin ve mücadelenin şairi Gülten Akın
Gülten Akın’a göre bir başkaldırıdır şiir. Şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda yaptığı söyleşide: “Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz hem derinlik hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.”
■ Politika Kolektifi
Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı –Deneyin lütfen–
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
9 yıl önce hayata gözlerini yuman Gülten Akın, Türk şiirinin en zengin ve üretken kalemlerinden biri olmanın yanı sıra, her daim ülkenin içerisine girdiği girdaplarda halkın sesi olmuş, özgün bir aydındı. Yaşamını da şiirini de halkın verdiği mücadele içerisinde gören Akın’ın, Seyran’ın kondularından Fatsa’nın kırlarına, Demokrat bürosundan 12 Eylül mahkemelerine, kavganın olduğu her yerde hem her daim gülen yüzü hem şiiri vardır.
Bu Gülten Akın’ın şiir ve mücadeleyle geçen hayatını okurlarımıza yeniden hatırlatıyoruz.
7 yaşında kuraldır, aç gitmek okula
Çürüyen buğdayların yanında Kürklerin ve pırlantaların yanında
Aç gitmek okula. Öğlen, belki bir simit, bir portakalla
1933 yılında Yozgat’ta doğan Gülten Akın, henüz daha çocuk yaşlarında, II. Dünya Savaşının ülkede yarattığı yokluğu en derinlerinden yaşamış, halkın yoksulluğu, ülkenin sorunlarını birinci elden tecrübe etmişti.
“Bunlar olmasa şiir yazamazdım sanırım, şiir yazmasam bunlar böyle süremezdi. Eksik olan bir şeyleri bir şiirle tamamladım.”
Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden
Henüz daha lisede şiire olan yeteneği fark edilen Akın, çok küçük yaşlarından itibaren yazmaya başladı. Lisenin ardından bir yandan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken, diğer yandan da ailesine destek olabilmek için İçişleri Bakanlığında çalıştı. Üniversitede tanıştığı, âşık olduğu Yaşar Cankoçak ile evlenmesinin ardından ise hayatı uzun yıllar Anadolu’nun bir köşesinden diğerine geçti; Şavşat, Alucra, Gevaş, Haymana, Gerze, Saray, Maraş ve yeniden Ankara…
Eşinin halkçı bir kaymakam olması, kendisinin gittikleri her yerde okuma yazma bilmeyen kadınlar için kurslar açıp, aynı zamanda Türkçe öğretmenliği yaptığı okullarda, öğrencilerini okumak için yüreklendiren bir öğretmen olması sebebiyle ’60’lı yılların politik ikliminde uzun yıllar tehdit ve baskılar altında yaşarlar. Mesleğini idealleri doğrultusunda yapmaya çalışan eşi Anadolu’nun her köşesinde sürekli soruşturmalara ve sorgulara uğrar.
Gülten Akın bu dönem için “Biz hem edebiyatı hem de her türlü yaşamı, yaşantıyı, dünyanın gidişini yalnız çevremizden ve kendi ülkemizdeki yayınlardan değil, dışarıdan izleme olanağını ve daha geniş, daha kapsamlı bir biçimde öğrenme fırsatını da bulduk” der.
Giresun Alucra’da yaşarlarken bir gün faşistler tarafından pek çok evin camını kıran bir bomba atılır evlerine. Günlerce yastık altlarında tabancayla uyurlar. Gülten Akın, bütün o göçebe dönemde gittikleri ilçelerde öğretmenlik ve avukatlık yapar.
Kaç Eyüp şaşkına döner sabrımızdan
Dağları tutmuşuz boylarımızla
Ayakta bir halkız
Kentlerde simgemiz kondularımız
Bin duran uygarlık eskittik
“Göçtür göç”ü vuran davulumuz
Eskimemiştir
1972’de Ankara’ya yerleşmesiyle Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalışmaya başlar. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulunur. Bu dönemde İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev alır.
1978 yılında emekli olan Gülten Akın’ın Ankara’da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklanan ve dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirilerek önce müebbet hapse mahkûm edilen fakat cezası Yargıtay tarafından bozulan oğlu Murat Cankoçak’ın ve Gülten Akın’ın cezaevi günleri başlar, bu günler ve yaşadıkları şiirine yansır. 1978-1986 yılları arasındaki yaşamını “(...) Mamak Askeri Cezaevi’yle ilişkim ağırlıklı bir yer tuttu. İçerde yatmış kadar oldum, öteki analarla birlikte” diye anlatır.
Gülten Akın, oğlu Murat’ın hapis döneminde kendisi de her gün mahkeme cezaevleri önlerinde eylemdeydi.
“Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. Bunun sonunda en büyük acıyı da orada gördüm” der şair.
Beş yıldır beş uzun yıldır
Sesin örselenmiş duruşunu tetikte
Bizim için seçilip ayrılmış
İpte kurutulmuş sözcüklerle
Yalnız öyle sözcüklerle
Konuşuruz konuşmak denirse
Ne bir kıvrım ne renk ne sıcak bir hece
–Nasılsın
–İyiyim
Gelir bir gün gelir bir gün
Bir gün silerim patlatırım
“Bilirim
susmayacak kalb -i viranımdaki kuş”
Gülten Akın’a göre bir başkaldırıdır şiir. Şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda yaptığı söyleşide: “Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz hem derinlik hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.”
***
DEMOKRAT YAZARI GÜLTEN AKIN
‘Gülten Akın Demokrat gazetesinde on altı makale bir şiir olmak üzere on yedi yazısı yayınlandı. Gazetenin 2 Ocak 1980 nüshasın da ironik bir dille Demokrat gazetesinin kuruluşunu selamlayan ve gerçek bir “Demokrat” tanımını içeren çarpıcı bir yazı kaleme aldı.’
Gülten Akın toplumsal şiirlerinin yanı sıra Halkın Gazetesi Demokrat gazetesi 12 Eylülcüler tarafından kapatılana kadar sanattan, siyasete birçok konuda makaleler kaleme aldı. Dokuz tanesi sanatın işlevi, nasıl ele alınması gerektiği, burjuva sanatının eleştirisi, sanatın, özellikle de toplumcu sanatın nasıl, ne amaçla yapılması gerektiği üzerinedir. Makalelerden dört tanesi, “Fatsa Olgusu” ana başlığı altında, Fatsa Şenliği üzerinden, Fatsa’daki siyasi örgütlenmeyi, halk mücadelesini, belediyenin çalışmalarını ve şenlik coşkusunu değerlendiren yazılardır. Gülten Akın Demokrat gazetesinde on altı makale bir şiir olmak üzere on yedi yazısı yayınlandı.
Gazetenin 2 Ocak 1980 nüshasında ironik bir dille Demokrat gazetesinin kuruluşunu selamlayan ve gerçek bir “Demokrat” tanımını içeren çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
“DEMOKRAT”
Demokrat kişi sözlük anlamıyla halkın egemenliği temeline dayalı yönetim biçiminden yana olan kişi demektir.
Ülkemizde bu sözlüğün yaygınlaşıp halkça kullanılması 1946 yılında başlar. Anadolu köylüsünün dilinde “Demirgırat” biçimine dönüştürülerek, nesneleştirilmiş, somutlaştırılmış politikacılar elinde yozlaştırılmış içeriği yok edilmiş anlamından uğratılmış bugüne dek sürüp gelmiştir.
O yıllar benim için çocukluk yıllarıydı daha kuyruğun ekmek basma, Amerikan bezinin pirincin sabunun unun karneye bağlandığı yıllar. Kuyruk karne icadolup mertlik değilse de tokluk bozulduydu. Bir avuç mutlu azınlığın dışındakiler, bir koca ülkenin halkın kargışa uğramış gibi yelip yelip aç yatıyordu. Bu demokratlık çıktı ya o günler ulusça doymuş, giyinmiş barışmış kadar olduk, erkeklerimiz “sapına kadar demokrat” olmayla övündüler.
Demokrat sözcüğünün ikinci yaygınlaşması 1970’lerden 12 Martlardan sonraya rastlar. Aydınca ve bürokratça bir kimliğe büründü, bu kez “Demokrat” Sollayarak yoldan çıkmış, evlatlarına anlayışla davranan çaresiz aile babalarına, Anayasa diyen devlet görevlilerine mahkemelerde siyasal sanıklara “Evladım” diyen baba yargıçlara (Sanıkların hepsi Solcuydu o zamanlar) takipsizlik çekiveren savcılara üniversitelerde öğrenciye karşı tutum almayan, çekinerek de olsa, küçük destekler sağlayan hocaya “Demokrat” dedik.
İçlerinde yönetime yüreklice seslenen karşı çıkanlar oldu. Kuşkusuz namuslu kişilerdi onlar… içlerinden bir bölüğü görevlerini yapmış bitirmiş olmanın rahatlığında kendi sessizliklerine gömüldüler. Bir bölüğüyse genellikle bu demokratlığı ucuza kapatmış olanlar tecimence davranıp gün kolladılar. Onların kimilerini 1974’te kimilerini 1978’de Ecevit hükümeti döneminde gördük. Sizler! Tanıdınız mı bilmiyorum ama ben rastladıklarımı tanıyamadım pek. Bir bakanlığın danışma kuruluna üye seçildiğimde, o 1970 demokratıyla karşılaşınca sevindim. Kendisine, aklımda yer etmiş kişiliğini anımsatıp, birlikte çalışmaktan onur duyacağımı söylediğimde, yüzü gölgelendi, sıkıldı. Bana o günlerin geçmişte kaldığını söyledi.
…Dikkat ettim çocuklarımız genç insanlar bu “Demokrat” sözcüğünü nasıl kullanıyorlar? Onların demokratları genç değil bu kesin. Korsan miting filan koyamaz. Ondan övgüyle söz ettiklerinde anlıyorsunuz ki yaşamında namuslu, onurlu davranmış halkın çıkarlarını gözetmiş. Yergiyle söz ettiklerinde anlıyorsunuz ki ürkektir. Kaçak güreşir. Pek o kadar işe yaramaz.
… Bana kalırsa artık demokratlığın gerçek anlamında kullanılasının günü geldi. Geçiyor yel vura ırgalana, gün vura duldalana, bir kendiliğinden demokratlık, iğreti giysi gibi soyunulur elbet. O defterler dürülüp, yepyeni bir defter açmalıyız. Emekle bağını koparmamış, bilginin bilincin gözesinden dolmuş, dirençli halkın çıkarını kendi yaşamına doğrultu yapmış, halktan demokratlar için.
***
DİRENEN ÇOCUKLARI DA UNUTMADI
Gülten Akın şiirlerine çok sevdiği halk kesimlerinin duygularını, sesini taşıyordu. Bunun yanı sıra başka bir dünya için mücadele eden ve egemenler tarafından katledilen çocuklarını da unutmamıştı. ODTÜ Öğrenci Temsilciliği Konseyi Yönetim Kurulu üyesi Ertuğrul Karakaya 8 Haziran 1977 tarihinde, jandarma tarafından kurşunlanarak ve süngülenerek öldürüldü. Ertuğrul, Danıştay kararı ile okula girme hakkını kazanan bazı öğrencilerin yurtlara gitmelerini sağlamak için Nizamiye kapısına geldiğinde jandarmanın tehdidi ile karşılaştı. Bir jandarma eri, Ertuğrul’u kovalamaya başladı ve hemen arkasından elindeki G-3 tüfeği ile ateş etti. Bununla yetinmeyen Jandarma sırtından vurulan Ertuğrul’u bir de hunharca süngüledi. Ertuğrul Karakaya’nın ardından Gülten Akın “Ertuğrul’a Ağıt”ı kaleme aldı.
Ertuğrul’a Ağıt
Gökte bulut yan yan gider
Yaralarından kan gider
Töresi batası dünya
Kahpe kalır şahan gider
Ortadoğunun dumanı
Jandarma bilmez amanı
Ertuğrul’a düğün ettik
Ot biçim, orak zamanı
Ortadoğunun yolları
Gide gide kavuşuyor
Ertuğrulu vuran faşist
Albaylarla konuşuyor
Osman seni Osman seni
Yoz yetirmiş ustan seni
Vururlar mı arkasından
Sizde "arkadaş" diyeni
Halkın bağrından biçtiler
Birer birer hepimizi
Başarmadan ölmek yoktu
Böylem’ettik kavlimizi
Hasına canım hasına
Haber salın babasına
Okulda bir yiğit ölmüş
Kuşlar dönüyor yasına
Yavan yerdi yavan değil
Sabırlıydı söven değil
Hayata tümüyle tutkun
Bir şey seçip seven değil
Kapılara faşist gelmiş
Var mı demiş, sor mu demiş
Ankaranın kanlıları
Ertuğrulu vur mu demiş
Salihliden çağrılıyor
Kazma kürek deriliyor
Düğününe varacakken
Ölüsüne varılıyor
Yumasalar yumasalar
Yol üstüne komasalar
Bilen olur bilmez olur
Garip öldü demeseler
Doğruya yiğit doğruya
Canavar girdi sürüye
Ölür mü yiğit olanlar
ERTUĞRUL benzer diriye.
***
DEVRİMCİ FATSA’YI ANLATIYOR
Fatsa Halk Kültür Şenlikleri’ne katılan aydınlardan birisi de Gülten Akın’dı. Gülten Akın, Halk Kültür Şenlikleri’ne ilişkin gözlemleriyle başladığı yazısını, Fatsa’nın devrimci mücadele tarihine dönük anlatımlarıyla üç serilik bir diziye dönüştürüyor.
06-05-1980, Demokrat
FATSA OLGUSU: “KÜLTÜR MÜCADELESİ HALKIN YAŞAM MÜCADELESİNİN BİR PARÇASIDIR”
Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Belediyenin arkasındaki alanda, damlarda, pencerelerde biri birine kenetlenmiş denecek sıklıkta insan. Üzüm salkımları gibi sarkıyorlar alana doğru. Arı nasıl oğul verir bilir misiniz? Günü yettiğinde kovandan bir bölük genç arı çıkar. Önce dağınıktır. Birkaç kişi ellerine aldıkları taşları birbirine vurarak, o biçim sesler çıkararak "kon, kon kon... " diye bağırarak oğul arıların bir dalda toplanmasını sağlarlar. Üst üste birikip bir üzüm salkımına benzeyen arı topluluğu ordan önce bir sepete, sonra da bir yeni kovana alınır. Dallar da arı gibi oğullarla öylece dolmuştu. Fatsa Belediyesinin başkanı Fikri Sönmez şenliğin açış konuşmasını yapıyordu. Yağmur yağıyordu. Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Yağmur biraz sonra iri taneli doluya dönüştü. Önde kadınlar, çocuklar, yaşlılar. Hiç değilse yaşlılar alandan ayrılır artık, diye bekliyoruz. Küçük gülleler gibi düşen doludan kollarıyla başlarını koruyarak dinliyorlar. Başkan şenliğe çağrılmış konuklara hoş geldiniz diyor:
—Dostlar, şenlik sözü kimseyi yanıltmasın. Amacımız eğlendirerek rahatlatmak, egemen sınıfların kullandığı yoz bir yolu bir kez daha denemek değildir. Kültür yaşamdan ayrı düşünülemez. Kültür mücadelesi de, halkımızın her alanda verdiği yaşam mücadelesinin bir parçasıdır.
Alkışlanıyordu. "'Yaşasın halkın belediyesi" sloganı söyleniyordu.
(...)
Etkinliklerden bir bölüğü köylere götürüldü.
Yağmur yağıyordu. Bazen çisil çisil ama çoğu kez yolda yolakta olanı, tarlada olanı, alanda olanı ıslatarak. Biz büyük kentlerden gelenler doğrusu ilk kez görüyorduk, yağmurun, tipinin, içe işleyen serinliğin, terlemelerin ardından yağmurla, yelle birden soğumaların, sabah yenilen birkaç lokmayla geceyi bulmanın bunca hiçe sayıldığını.
Bu bir eğlence açlığı değil, halkın kendi kültür doğrultusuna bilinçli olarak sahip çıkmasıydı.