Hatırlatmalar | Ülkücülüğün kanlı tarihinden bir not: Çorum Katliamı
Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi
Çorum katliamı 12 Eylül’e giden süreçte kitle katliamlarının son halkalardan birini oluşturuyordu. 1979 yılının sonuna gelindiğinde Türkiye’de Amerika’nın, CİA ve Kont-gerilla örgütlerinin yaratmak istediği ortam yaratılmıştı. Bu ortamı yaratmak için uzun süre faşist terör cinayet ve katliamlarla uygulanmış iş savaş politikaları toplumu istenen psikolojik koşullara sürüklemişti.
Çorum katliamı bu manada resmi- sivil faşist güçlerin devlet eliyle yukarıdan organize edildiği en çarpıcı örneklerden biridir. 1980 yılının başlarında Çorum’da sırasıyla emniyet müdürü, Milli Eğitim müdürü ve vali, ya doğrudan MHP’li ya da AP’ye ve MHP’ye yakın isimlerle değiştirilmiş, şehirde görev yapan ve ülkücü çetelerle ilişkisi bulunmayan kırka yakın emniyet mensubu başka şehirlere tayin edilmiştir. Katliamın ne kadar kapsamlı planlandığının en önemli örneklerinden biri, kanlı provokasyondan henüz aylar önce devlet bürokrasisinde, bu türden bir saldırıya yön verecek ve destekleyecek kadroların bu şekilde atanmasıdır.
Bu dönemde, ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğinde görevli Robert Alexander Peck de Çorum, Amasya ve Tokat’ı gezmiş, Çorum’da CHP’li belediye başkanının yanı sıra, vali ve MHP’li il yöneticileriyle görüşmeler gerçekleştirmiştir. Peck’in geçtiği her yerde mezhep çatışması çıkarmaya yönelik provokasyonlar yaşanması, tüm bu düzeneği doğrudan Amerikancı kontrgerillanın planladığını ortaya koymaktadır.
1980’de Türkiye ve MHP’nin gerçekliği genel olarak böyleydi. Geçtiğimiz günlerde bir futbolcunun yaptığı bozkurt işareti bazı kesimler tarafından arkasında bıraktığı kirli tarih temize çekilmeye çalışırcasına ırkçı mitolojik hikayeler üzerinden topluma mal edilmeye, meşrulaştırılmaya, şirinleştirilmeye çalışıldı. Tam tersine 34 yıl öncesinden bugüne Çorum örneğinde de görüldüğü üzere bozkurt işaretinin temsil ettiği gerçeklik; geniş kesimlerin gerçekliğiyle ölümle yaşam arasındaki fark kadar uzlaşmazdır.
∗∗∗
ÇORUM’ DA NE OLDU?
1980 Mayıs ayında, 19 Mayıs gösterilerinde görev alan kız öğrencilerin giyimi üzerinden bir provokasyon denenmiş, İslamcı Gençlik imzası ile halka dağıtılan bildiride cihat çağrısı yapılmıştı:
“Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense, ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ana karnında çocuk çıkaran zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu hadis-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere...”
Ne var ki Maraş’ta “Süngüyle ana karnında çocuk çıkaran” ülkücü katiller, bu provokasyondan istediklerini alamamıştı. Ancak, yalnızca on gün sonra, hükümetteki MHP’li bakan Gün Sazak’ın ölümü bahane edilerek, Çorum’daki provokasyonlar yeni bir motivasyon kazandı.
Sazak’ın öldürülmesinden henüz bir gün sonra, 28 Mayıs 1980’de kalabalık bir faşist grup “Kana kan İntikam”, “Zafer İslam’ın” sloganlarıyla kent merkezinde Alevilere ait iş yerlerini yakmaya girişti. Askerin etkisiz müdahalesi, saldırıları durdurmayınca, çevre illerden faşistler desteğe geldi, yolları kapatarak Çorum’da Alevilere ve devrimcilere saldırılara devam etti. Devrimciler, örgütlü oldukları mahallelerde barikatlar kurarak direnişe geçince, Çorum’un yeni valisi sokağa çıkma yasağı ilan ederek, askerden barikatları kaldırmasını ister. Ancak faşistlerin saldırılarına karşın kurulan barikatları, halk kaldırmamakta direnir. Nitekim bir mahallede barikatı aşan faşistler arabayla daldıkları bütün bir sokağı tararlar.
“BARİKATLARI YARARSANIZ BU İŞ BİTER”
Devrimcilerin örgütlediği mahalle komitelerinin bir ürünü olan barikatlar, Çorum’daki faşist saldırıların Maraş’a benzer bir katliama dönüşmemiş olmasının yegane sebebidir. Nitekim, kentte güvenliği sağlamakla görevlendirilen ve nispeten tarafsız bir tutum izleyen tugay komutanı Şahabettin Esengün, yıllar sonra Nokta dergisine yaptığı bir açıklamada, “Bir sağ partiye mensup milletvekili bana barikatları yararsınız, bertaraf edersiniz, bu iş de burada biter” diyerek devrimcilerin kurduğu barikatları yarması için baskı yaptıklarını açıklamıştır.
Devrimcilerin halkla birlikte kurduğu mahalle komitelerinin aktif direnişi, Mayıs-Haziran aylarında kontrgerillanın planladığı gibi bir katliama izin vermediği gibi, giderek de hükümet tarafında rahatsızlık yaratmaya başlamıştı. İçişleri Bakan Vekili Orhan Eren ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun Çorum’a geldiklerinde, barikatların kaldırılması için tanklarla Alevilerin yoğunlukta olduğu Milönü mahallesine girilmesini teklif etmiş, CHP’li milletvekillerinin araya girilmesi ile konuyu diyalogla çözmeye gidilmişti.
Sonuçta, bir komite oluşturularak Milönü’nde barikat kuran halkla görüşülmüş, can güvenlikleri için güvence verilmesi sonucu barikatlar kaldırılmıştır. Ancak verilen sözler 1 ay bile tutulmamıştır.
Barikatların kaldırılmasının ardından MHP’liler yeniden saldırı hazırlığına girişirler. AP ve CHP’li Çorum İl Başkanları Vali ile görüşerek MHP’lilerin saldırı hazırlıklarına karşı uyarıda bulunur.
Nitekim 1 Temmuz günü faşistler yeniden saldırıya geçer. Silahlı ülkücülerin, CHP’li ve sol görüşlü yurttaşların evlerine yaptıkları saldırılar sonucu 4 yurttaş hayatını kaybeder, çatışmalar yeniden kent geneline yayılır.
Mayıs ayındaki provokasyon ve saldırılardan hazırlıklı olan halk, yeniden barikatları kurar. 2-3 Temmuz günleri saldırmaya devam eden faşistler, 50’den fazla iş yerini tahrip eder ve 8 kişiyi yaralar. Vali sokağa çıkma yasağı ilan eder. Ancak yasak tek taraflı uygulanır, uymayan devrimciler gözaltına alınırken, faşistler serbestçe saldırılarına devam eder. Devlet desteğinin bu kez çok daha açık olduğu saldırıların ilk üç gününde direncin kırılamaması ve bir katliama dönüşememesi sonucunda ise 4 Temmuz’da bilindik provokasyona başvurulacaktı:
“ALEVİLER CAMİ BOMBALADI” YALANI DEVREDE
4 Temmuz Cuma günü valilik, tüm uyarılara karşın sokağa çıkma yasağını kaldırır. Maraş’ta da olayların Cuma namazı üzerine alevlendiğinin bilincindeki belediye başkanı Kılıçoğlu, şehre giren MHP’lilerdeki artıştan ve aralarındaki “Cumayı bekleyin” şifreli konuşmalarını valiye aktarır. Ancak vali bildiğini okur ve adeta katliamın önünde engel kalmaması için sokağa çıkma yasağını kaldırır. Bunun üzerine ülkücüler, Cuma namazı çıkışlarına giderek “Aleviler Alaaddin Camiini bombaladı” yalanıyla halkı galeyana getirmeye çalışır. Böylece önceki günlerden daha büyük bir kalabalık toplayarak halkın direncini kırmak isteyen faşistler ise isteklerine ulaşamaz. Camiye yaklaştıkça herhangi bir yangının olmadığını görüp provokasyonun farkına varan yurttaşlar kalabalıktan dağılır. Ancak Mayıs ayındaki saldırılardan beri çevre illerden de gelen desteklerle şehirde örgütlü oldukları bölgelerde uzun süredir hazırlıktadır. 4 Temmuz günü Çorum’da olan gazeteci Saygı Öztürk; o gün silahlı ülkücü çetelerin katliam hazırlığına dair tanıklığını şu şekilde hatırlıyor:
“Çorum Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi belli bir grubun üssü olarak kullanılıyor. Silahlar buraya sokuluyor, bodrum katında işkenceler yapılıyor.
Çorum’da kanlı olaylardan görüntüler ve çizgiler söyle: SSK Hastanesi güvenlik kuvvetlerince aranacaktı. Asker çevreyi sardı. Personelin dışarı çıkısına izin verilmedi. İçeride büyük bir arama için tüm timler hazırdı. Şanlı Türk askerine ‘Komünist’, Mehmetçik’e ‘Piç’ diye bağıranlar cezasız kalamazdı…
“Geniş bir arama tarama yapıldı. Dolaplar açıldı, bodrum katı arandı. Yatakların altı arandı… Burada çeşitli suçların failleri de bulunuyordu. Ama bunlar ele geçirilemedi, neden mi?
“Askerin arama yapmasından hemen önce hastanede yoğun bir faaliyet başlamıştı. Bazı askerlerin teşhis ettiği kişiler tuvaletlerde bıyıklarını sakallarını kesiyor, saçlarını yanlarındaki kişilere tıraş ettiriyorlardı… Hastanenin bazı personeli yaralıları unutmuş, hastane içine sızanlara ‘görevli’ belgesi çıkartmakla meşguldü. Sonuçta ancak üç militan bu hastanede ele geçirilebildi. Tabii saçına kıyamayan bir hemşire, ‘Komünist asker’ demenin bedelini gözaltına alınmakla görecekti.”
FAŞİST-POLİS EL ELE
Faşistler, barikatları aşamasa da tuttukları sokaklarda buldukları Alevi yurttaşları kaçırarak işkence yapıyor ve öldürüyordu. Apartman çatılarında mevzilenen uzun namlulu silahlarla ev ve iş yerlerine ateş açıyorlardı. Tüm bunlar olurken, polis ise faşistlerle birlikte halka saldırıyor, Alevi yurttaşların evlerini kurşunluyordu.
Bununla da kalmayan polis, faşistlerin kendi başlarına yıkamadığı barikatlara panzerle saldırdı. Bir mahalle barikatını yıkarak giren panzerden açılan ateşle, hamile bir kadın ve bir öğretmen hayatını kaybetmiş, yaşlı bir kadın ise ezilmişti. Polisin faşistlerle açık işbirliğinin en önemli kanıtlarından biri de bu panzerin ateşiyle yaralanan Süleyman Ateş isimli öğrencinin, polis eliyle faşistlerin tuttuğu SSK hastanesine götürülüp burada işkence görmesidir.
Polis-faşist iş birliği ile mahalle komitelerinin kurduğu barikatlara yönelik saldırılar yine de isteneni veremedi. Askerin nispeten tarafsız davranması, mahalle komitelerinde örgütlü halkın direnişi, Çorum’u Maraş’a çeviremedi. Ancak polis ve ülkücü çetelerin açık ortaklığı ile girişilen saldırılar ve cami provokasyonu, devlet eliyle sürdürüldü. TRT, gün boyunca Alaaddin camine saldırı yalanını tekrar tekrar yayınladı. Dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil; “Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir” diyerek olayları çarpıtmaya çalışmıştı. Süleyman Demirel de benzer şekilde “Bu hadiselerin arkasında CHP var” diyerek MHP’nin suçlarını saklamaya girişmişti.
4 Temmuz günü yaşanan saldırıların ardından valilik yeniden sokağa çıkma yasağı ilan ederken, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü ve Jandarma Genel Komutanı helikopterle şehre geldi. Sokağa çıkma yasağının ardından asker hem barikatları hem de faşistlerin tuttukları mevzileri dağıtma yoluna girdi.
Ülkücü çetelerin, polisin panzerlerle verdiği desteğe rağmen halkın direnişini kıramayışı sonucu istenen başarılamamış, ancak yine de olayların sonucunda 57 yurttaş hayatını kaybetmişti.
∗∗∗
ÇORUM MARAŞ OLMADIYSA DİRENİŞ KOMİTELERİ SAYESİNDE
1980 yılının ilk 6 ayında remi-sivil faşist güçlerin saldırıları yurdun dört bir yanında yaygınlaşarak sürdü. Kahramanmaraş katliamından ders çıkaran halk güçleri gecekondularda, kasabalarda, şehirlerde “Direniş Komiteleri” kurarak direnmeye çalıştı. Çorum’da alevi ve sünni halk birlikte komiteler aracılığıyla direnişini sürdü. Çorum’da Mayıs ayında başlayan faşistlerin ilk katliam girişimi halk güçleri tarafından püskürtüldü. Temmuz’da resmi-sivil faşist güçler tarafından tertiplenen ikinci girişimde bu şekilde karşılandı. Çorum’da bilanço Maraş kadar olmadıysa halkın birleşik direnişi sayesindedir. Çorum’da 40 Mahalle komitesi kuruldu ve 3 ana komitede merkezileştirildi. Bu komitelerde solun farklı siyasi yapıları da birlikte tavır aldı. Komiteler barikat nöbetleri, mühimmat ve para sorunları ve halkın diğer sorunlarına çözümler getirmeye çalıştı. Kiralar 2 bin civarında donduruldu, ihtiyacı olanların yiyecek ve para sorunları çözüldü. Faşistlerin mahallesinde yaşayan ve orada direnen evinden olan 40 kadar aileye ev sağlandı. Bir esnaf komitesi kurularak zarar gören dükkanlar el birliğiyle onarılarak açıldı. Kısacası direniş komiteleri barikatlarda savunmadan, temel ihtiyaçlara kadar her meseleye halkın birlikte çözüm bulduğu örgütlenmelerdi.
∗∗∗
“ÇORUM’U BIRAK, FATSA’YA BAK”
Çorum, Maraş’a çok benzer şekilde bir Alevi katliamı planının, halk ve devrimcilerin direnişi ile boşa düşürülmesi olarak tarihe geçti. ABD Türkiye Büyükelçisi Peck, ülkücü çeteler ve onları destekleyen valilik ile emniyet güçleri istediklerini başaramadı. Ancak yaşananların ayan beyan bir faşist saldırı olduğu hızla kamuoyuna yansıdı. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, gazetecilerin ve muhalefet vekillerinin, Çorum’da tezgahlanan saldırılara dair sorularından sıyrılmak için “Çorum’u bırak Fatsa’ya bak” diyecekti.
Bu söz bir yandan Demirel’in başarısız saldırı girişimindeki suçlarından sıyrılmak için “Cambaz’a bak” deme biçimi olsa da öbür yandan egemenlerin dönemin Türkiye’sine bakışını gösteriyordu; onlar açısından ülkedeki asıl risk katliamlar ve iç savaş atmosferi değil, halkın kendi sorunlarını kendisi çözdüğü, doğrudan demokrasi ile kendisini yönettiği Fatsa idi.
∗∗∗
‘YARAYI KANATMAK İSTİYORLARDI’
Çorum olayları sırasında kentin güvenliğinden görevli 15. Tümen Komutanı Tuğgeneral Şahabettin Esengün, ülkücü çetelerin, MHP’li siyasetçilerin ve onlarla iş birliği içerisindeki polislerin katliamı hangi amaçla ve nasıl tezgahladıklarını, yıllar sonra Nokta dergisine verdiği röportajda açıklayacaktı:
Çorum Olayları bir mezhep kavgası değildi. Böyle bir imaj verilmeye çalışılmıştı. Mezhep ayrılığı, aşırı sağ ve aşırı solun çatışması için bir provokasyon olarak kullanılmıştır. (...) Münferit olaylar 1980 yılı içerisinde Amasya’da, Çorum da, Tokat'ta oluyor, zaman zaman ilgili valilerin talebi ile olayları önlemek için kanun gereği askeri birlikleri sevk ediyorduk. Ancak Gün Sazak'ın ölümünden sonra olayı protesto eder nitelikte Çorum il merkezinde ve özellikle alış veriş merkezinde çok yaygın dükkan tahrip etme, yangın çıkartma olaylarının başladığını bana intikal ettirdiler. Hemen Çorum'a gittim. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Tamamen Alevilere ait olduğunu öğrendiğim bir kısım dükkan yakılmış, yıkılmış, tahrip olmuştu. Çoğunluk Alevilerin bulunduğu Milönü kesimine girmenin imkanı yoktu. Tamamen barikatlarla çevrilmiş ve adeta şehir bu görünümü ile ikiye ayrılmıştı. Şaşkınlığımı gizleyemedim ve zamanın Valisine 'bir şehir bir gecede bu hale nasıl gelebilir?' diye sordum. Daha sonra bana bağlı bir kısım birlikleri üst komutanlıktan aldığım emirle Çorum’a sevk ettim.
Valiye 'bir şehir nasıl böyle parçalanır' dediğimi aktarmıştım size. Onun altında çok şeyler yatıyor. 'Emniyet kuvvetleri neredeydi?' diye sordum. 'Bu dükkanlar polis kuvvetlerinin görev yaptığı bir yerde güpegündüz nasıl tahrip edilir ve önlenemez ve bir şehir iki kesime nasıl ayrılır, Doğu ve Batı Berlin gibi?
Bu milletvekilleri devamlı surette yaranın kabuklaşması değil, kanamasını isteyen tiplerdi. İşleri güçleri, Ankara'da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip, karmakarışık etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadı. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizör rol oynamayacaksınız, güvenlik tedbirlerini tam olarak almayacaksınız, bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üstüne saldırıp imha etmek istiyorlardı
BEKLEDİKLERİ MANZARA ORTAYA ÇIKMADI
Zamanın Valisi Yüksel Çavuşoğlu'nun makamında, son olaylar sırasında kendilerine Çorum’da bulunmamalarının daha hayırlı olacağını, güvenlik kuvvetlerinin ve güvenlikten sorumlu bana bağlı birliklerin burada vazifeli olduğunu ve asker oldukça onların beklediği manzaranın ortaya çıkmayacağını kendilerine söyledim.
(4 Temmuz günü) Saat 13 civarında öğlen namazı vakti Jandarma Alay komutanlığından ayrılıp, tabur merkezine gideceğim sırada adeta bir merkezden sinyal almışcasına bir-bir buçuk saat içerisinde sağ kesim sokaklarında hayret verici bir biçimde barikatlar oluşturulmuştu. Şehrin muhtelif kritik ve kilit noktalarına yerleştirdiğim birlik komutanlarından devamlı telsiz raporları alıyordum. Sağ kesimin böyle çok ani barikatlarla donatıldığını, sol kesimde durumun nasıl olduğunu sorduğumda onlarda da aynı yoğunlukta barikatlar kurulduğunu öğrendim.
(Askere karşı) Muazzam bir direniş vardı. Beni örtülü olarak enterne etmeye çalışıyorlardı. Jandarma Alay komutanlığı dahil her tarafı barikatlarla donatmalarının amacı buydu. Ve bunların bir merkezden sevk ve idare edildiğinden kesinlikle kuşkum yoktu. Sivil toplum bu ölçüde bilinçli olamaz. Alaaddin Camii'ni bombalama haberi bu sırada meydana geldi. 'Alaaddin Camii'nin de yakıldığını söylüyorlar, kuvvetler nerede? Var mı böyle bir durum?' dediğimde, orada görevli subayın, 'kesinlikle böyle bir durum yoktur, cami güvenlik altındadır. Çünkü o civarda güvenlik önlemleri var. Ancak biliyorsunuz yer yer yangın çıkartıyorlar, cadde üzerinde barikatlar, alevler var. Demek ki camiyi yakıyorlar imajı vermek için- bu yangınlar çıkartılmış' dedi. Askeri birlikler, çıkarılan bu sahte haberi alınan önlemlerle bir balon gibi söndürdüler. Ancak ne yazık ki, bu mizansene asker dışında bazı kamu görevlileri de inanarak Ankara'ya caminin gerçekten yakıldığını rapor ettiler (...) Maalesef her iki olayda da kesin olarak hatırlamamakla birlikte 50 civarında masum insan, kalleşçe kaçırılarak öldürüldü. Bunları önlemenin imkanı olmadı.
…Emniyet kuvvetlerinden memnun olduğumu söyleyemem. Tabii, o olaylar bu görevlilerin gerçek tutumunu daha ziyade ortaya çıkardı. Öyle hadiseler oldu ki, polis teşkilatı görev duygusu içinde davranmış olsaydı, böyle bir sonuç ortaya çıkmış olmazdı.
DARBEYİ ZORLADILAR
(MHP’nin rolüne dair) Ben bu konudaki değerlendirmemi o zaman yaptım. İlgili makamlara ilettim. Daha doğrusu bağlı olduğum makamlara çok açık bir dille rapor ettim. Ancak bunlar tabii askeri rapor olduğu için, bir on yıl geçmeden açıklanamaz. Neden Çorum’da böylesine kanlı olaylar sahnelendi. Niyetleri neydi? Bu niyetlerini şu anda tam olarak teşhis etmiş değilim. Ne amaç güttüler, neden bu kadar insanı öldürdüler, öldürttüler? Niçin evler; işyerleri yakıldı yıkıldı? Amaçları neydi? Ülke çapında bir iç ayaklanmanın provası mıydı. Yoksa bir askeri darbeyi, askeri ihtilali zorunlu kılacak bir şey mi yaratmak istediler? Bir talan mı yaratmak istediler? Bunu çıkaramıyorum. Ama amaç ne olursa olsun, bu olayları yaratanları ve olaylarda maalesef maşa olarak kullanılanları lanetliyorum."
"Neden Çorum'da böylesine kanlı olaylar sahnelendi? Neden bu kadar çok insan öldürdüler, öldürttüler? Niçin evler, işyerleri yakıldı, yıkıldı? Amaçları neydi? Ülke çapında bir ayaklanmanın provası mıydı? Yoksa bir askeri darbeyi, askeri ihtilali zorunlu kılacak bir şey mi yaratmak istediler? Bir talan mı yaratmak istediler?" (12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, 2009)