Hatırlatmalar | Yalansız yaşamış söz gerillası: Devrimci Can Baba
‘Can Yücel kendine has diliyle, rengiyle bu toprakların şairi. 12 Eylül şafağında da kanserin son safhasında da kalemini halkın mücadelesine tercüman olmaya harcamış, “yalansız yaşamış” bir halk aydını. Kendi deyişiyle “Söz Gerillası”.
Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi
Can Yücel 1926 yılında İstanbul’da doğdu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı yapan ve Türkiye aydınlanmasına önemli katkılar sunan Hasan Ali Yücel’in oğludur. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Fakültesinde ve Cambridge üniversitesinde Latince ve Yunanca okudu.
BBC’de spikerlik yaptı. 1950’den 1999’a kadar bir çok eser kaleme aldı. Şiirin yanı sıra Brecht, Lorca, Shakespeare gibi dünyaca ünlü birçok tiyatrocunun oyunu çevirerek Türkçeye kazandırdı. 1945-1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Ant, Papirüs vb birçok dergide şiirleri ve çevirileri yayınlandı.
Can Yücel yapıtlarını özellikle mizah ve taşlama sanatını kullanarak iktidarlara karşı halkın, toplumun sesi bir sanatçı aynı zamanda tüm hayatı boyunca toplumsal devrimci mücadelenin bir parçası oldu. 1965’te TİP üyesi olan Can Yücel, 70’lerde Fatsa Fikri’nin yanında, Halk Kültür Şenliği’nde ve Demokrat gazetesinde; 12 Eylül cuntasının karanlığından çıkışta önce Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) kuruculuğundan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne uzanacak bir mücadelenin parçası, o mücadelenin sözcülerinden birisi.
1965, TİP adına seçim konuşması: “Dış Politikası NATO’ya muhtaç Ekonomisi kapkaç”
“Bu güzelim topraklar üstünde gülüp oynamaya doğmuş körpecik çocukların ticaret metaı haline gelmesine göz yumanlar, toprak altındaki madenlerimizi, petrollerimizi yabancılara haydi haydi peşkeş çekeceklerdir. Dış politikası NATO’ya araç, ahlakı vurkaç, ekonomisi kapkaç olan partilerin, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmeyen devlet adamlarının yurdun yarını, ulusumuzun geleceği olan çocuklarla ne ilgisi olabilir ki?” Yücel 1965'te TİP seçim konuşmasını gerçekleştirirken bu cümleleri kuruyordu.
Yücel, Mao Zedong ve Che Guevara’nın yazılarının olduğu Gerilla Harbi kitabını çevirdi. Kitap çevirisinden dolayı 1971’ de yargılanarak 15 yıla mahkum edildi.
Mahkûm olduktan sonra, 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ın idam edilmesi üzerine, “Mare Nostrum” (Bizim Denizimiz) şiirini yazdı:
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim
O onun en güzel yüz metresini koştu…
Can Yücel cezaevinden 1974 affıyla çıktı. Çıktıktan sonra mahpusta kaldığı süre zarfında yazdığı şiirlerinden oluşan Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayınladı. 1974’ten sonrada çeşitli gazete ve dergilerde iktidara karşı siyasi yazılar yazmaya devam etti. Ülkede iç savaşın derinleştiği, aydınların, öğrencilerin sokaklarda katledildiği, Maraş’ta Çorum’da faşistler tarafından kitle katliamlarının tertip edildiği bir dönemde Demokrat gazetesinde köşe yazıları yazmaya başlar. Demokrat gazetesi yayın hayatına 26 Aralık 1979’da başlamış, 12 Eylül 1980’de darbeciler tarafından kapatılmıştır. Can Yücel başlangıcından kapatılmasına kadar yazmaya devam etti.
12 Eylül sonrasında da yazılarıyla ve pratiğiyle işçi sınıfının emekçi halkın mücadelesine omuz vermeye devam etti. Can Yücel muktedirlerle muktedirlerde Can Yücel ile uğraşmaktan vazgeçmedi. 1980’den sonra kaleme aldığı Rengâhenk kitabı müstehcen olduğu gerekçesiyle toplatıldı. Taşlamalarında söz oyunlarında argoyu kullanmayı severdi. ODTÜ’de yaptığı söyleşide soru cevap kısmında öğrencilerden biri “sizin düşüncelerinizi ve şiirlerinizi çok seviyoruz saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfre ve argoya yer veriyorsunuz küfürlü konuşmasanız olmaz mı?” diye sorar. Can Yücel kürsüden doğrulur “Küfür burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur. Küfür işçi sınıfının ağzında bir çiçektir” cevabını verir. Bu cevap üzerine salondan müthiş bir alkış kopar. 1998 yılında şiirinde kullandığı argo imalar bahane edilerek Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaret ettiği gerekçesiyle yargılanan Yücel bir yıl iki ay hapis cezası alır.
1998, ÖDP ÜYELİK BAŞVURUSU: “DAYANDIM DAYANIŞMA KAPINIZA”
1989 yılında eşi Güler Yücel ile birlikte çok sevdiği Datça’ya yerleşti. Gırtlak kanserine yakalanmıştı. Hastalıkla uğraşırken de kavgacı yanını hiç bırakmadı. Aklı fikri sosyalist mücadeledeydi. Hastalığını bir tarafa bırakıp 10 Ocak 1999’da ÖDP’ye katıldı. Üstelik başvuru formunda üyeliğini bir şiirle taçlandırdı:
Ölüm tarafından
Asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak
Dayandım Dayanışma Kapınıza
Yaşasın Özgürlük
Diye Bastırarak
Aynı zamanda 1992 yılında Rıfat Ilgaz, Korkut Boratav ve Halit Çelenk gibi aydınlarla birlikte Toplumsal Araştırmalar ve Kültür Sanat için Vakfın da kurucularından olan Yücel 1999’da ömrünün son günlerinde partisi ÖDP’den İzmir 1. Sıra Milletvekili adayı oldu.
Hürriyet gazetesinde Can Yücel’le yapılan söyleşide “ÖDP nasıl bir seçim çalışması yürütecek” sorusuna verdiği cevapla partiye yüklediği umut dolu misyonu ifade eder: “ÖDP'nin amacı, işi, görevi şu baştakilerin Âdem-i'lerin iktidarına özenmek değil. Bir parti olduğu kadar, geniş bir hareket olarak bu düzenin, bu kanserli bünyenin acısını çeken yüzde 80'i hak istemeye, kendi alın yazılarına sahip çıkmaya çağırmaktır. Bu düzenden şikâyetçi kim varsa, dayanışma partisiyle birlikte, birbiriyle dayanışarak ve kendi kaderine sahip çıkmanın sevinci, neşesi, türküsü, marşıyla gerçek özgürlüğe doğru yürüyecek. Kadınlarımızla birlikte, işçimiz, çiftçimiz, memurumuz, yeşilcimiz, cinsel tercihleri yüzünden toplum dışı kılınanlar, bıkkınlık getirmiş oy vermemeye kararlı seçmenler ve artık kararlı olmaları gereken kararsızlarla birlikte bu memleketin yüreği yeniden gümlemeye, çarpmaya başlayacak”.
Yücel, partisinin siyasetini, yine en net ve sade şekilde dizeleriyle ortaya koyuyordu:
Kardeş, öyle bir Özgürlük,
Öyle bir Dayanışma
ortaya koyacaksın ki,
Özgürlük, ama Eşitlik
bozulmadan,
Eşitlik, ama Özgürlük
ezilmeden,
İşte sana Eşitlik,
İşte sana Kardeşlik,
İşte sana Dayanışma!
Can Yücel 12 Ağustos 1999’da hayata gözlerini yumdu. Çok sevdiği Datça’da yol arkadaşları ve sevenleri tarafından günebakan çiçekleriyle yıldızlara uğurlandı. Şiirinde öfke, argo, mizah bir aradaydı ancak hiçbir zaman umutsuz olmadı her zaman umuda kapıyı açık tuttu. Çünkü Can Yücel ezilen emekçi halkın şairi aydını olmaya çalıştı ve her daim durduğu bu yeri ifade etmekten de çekinmedi. Öz geçmişini şu şekilde ifade ediyordu:
Ben ömrümü muhalif yaşadım
Devletçe de menfi bir tip
sayıldım
Onun İçin kan grubum
RH Negatif.
***
FATSA’DA CAN YÜCEL: DEVRİM YOLDA OLACAK
Bir zamanlar pek ateşli bir tartışma vardı devrimciler arasında. Devrim kırdan kente mi, kentten kıra doğru mu olacak diye. Ben de “Yolda olacak” diye seçeneği üçlerdim aklımca.
Fatsa’da devrimcilerin belediye başkan adayı Fikri Sönmez’in seçimleri kazanmasının ardından 8-14 Nisan 1980 tarihleri arasında belediye, devrimciler ve halkın ortak iradesiyle “Fatsa Halk Kültür Şenliği” düzenlenir. Şenliğe birçok aydın, sanatçı ile birlikte Can Yücel de davet edilir. Can Yücel, şenlik sonrası Demokrat gazetesindeki köşesinde şenliğe ve Fatsa’ya dair gözlemlerini paylaşır:
Bana sorsalar “Nerde yaşamak isterdin?” diye, “Fatsa’da” derdim, Fatsa gibi bir yerde derdim. Çok mu güzel yer Fatsa? Yooo Dünyanın güzeli bir doğaya deniziyle daim yeşil engebeleriyle çevrelenmiş bir Türkiye köşeciğine, yine o dört bir yanında olduğu gibi oturtmuşlar sakil mi sakil çimento dörtgenlerini, ne Pontus’u kalmış, ne taş mimarisi ne de tarihi… Ama yeminle söylüyorum Fatsa’da eğleştiğim üç gün süresince bir an içime yer etmedi bu yüreğimi kemiren, nereye gitsem gönlümü karartan, yurdumuzu bunkerlere benzer çirkin yığınlarla kuşatan maginot hatlarına çevirmiş kent menazırı… Çünkü uykuda bile gözümü ayırmadım insanı deli eden insan manzaralarından…
Murat’la karısıyla otelden erkenceğiz çıktık denize doğru gidelim diye. Bir arkadaş yanaştı yamacımıza daha biz sormadan başladı anlatmaya… Neden genel seçimleri boykot kararı vermişken, Belediye Başkanlığı seçimlerine katılmışlar? Onu anlattı. Doğruda anlattı. Halk istemiş, “Bizi karaborsacıların elinden kurtardınız, yağ ampul gaz ekmek darlığı göstertmediniz size güvenimiz var geçin şu belediyenin de başına” demişler. Deyiş o deyiş oyların yüzde atmışını da vermişler türlü tertibe karşın kurşunlara Başkan adayı Fikri’nin ikisi gül bedenine giren yetmiş kurşuna karşın…
Terzi Fikri Sönmez yuniformalıların haylidir ziyaret edemediği sokak üstündeki dükkânında diyor ki: Ben Demokrat Partiliydim baktım olmadı, TİP’e girdim çalıştım. O da olmadı. Adam oldum bende… Fatsa bir Devrim ve Devrim tarihi 1964’teki Kültür Derneğinden başlayarak Fındık örgütlenmesinden Kızıldere’ye dek büyük bir Kirizma,sosyal sınıfsal mücadele Alt-üst söz konusu Fatsa’da. Ölen ölür kalan SOLLAR BİZİMDİR.” (Kendini Kurtarmış Bir Yer-1, Demokrat, 4 Mayıs 1980)
“DEVRİM YOLDA OLACAK”
4 Mayıs’ta yazdığı ilk yazıda genel olarak gözlemlerini aktarır. 5 Mayıs’ta yazdığı ikinci yazısında ise Fatsa deneyimi üzerinden bir sosyalizm tahayalünü ortaya koyar. Fatsa Halk Kültür Şenliğinin anlamını buradan kurar:
“Bir zamanlar pek ateşli bir tartışma vardı devrimciler arasında. Devrim kırdan kente mi, kentten kıra doğru mu olacak diye. Ben de “Yolda olacak” diye seçeneği üçlerdim aklımca. Benim bu kestirmeci buluşum, Yol'un önemini küçültmez elbet... Nitekim Fatsa'da köylü, devrimci, işçi ve esnaf arasındaki birlik böylesi bir birlik… toplumun devrim doğrultusunda değişmesinden yararlanan ve yararlanacak olan halkın, böyle bir değişmeden zarar göreceklerin, yani sömürücülerin karşısındaki birliği Fatsa'da yeni bir yaşama örneği oluşuyor, yeni bir üretim biçimine doğru ve buna paralel yeni bir kültür, yeni bir ekin elbet. Fatsa Kültür Şenliği'nin anlamı buydu. Ha, onu da unutmadan söyleyeyim, Fatsa'da hır-gür, vur-kır yok. Düzeni düzen olan yerde dirlik-düzenlik de oluyor....Bizim sağır sultanlara bu duyurulur mu acaba? Sanmam!” (Kendini Kurtarmış Bir Yer-2, Demokrat, 5 Mayıs 1980)
***
NOKTA OPERASYONU VE CAN YÜCEL
Yalnız, Fikri Sönmez'in terzi oluşu başka bir bakımdan da önemli Andersen'in ünlü masalındaki terzi gibi, Fikri de devlete ve devletlilere "sade akıllıların görebileceği bir elbise" galiba, böylece Fatsa halkı ve Türkiye'nin tüm aklı başında olanları devletin varlığını ve niteliğini bütün çıplaklığıyla görebildiler. Onun için FİKRİ SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA.”
11 Temmuz 1980’de egemenler 12 Eylül’ün provasını Fatsa’da Nokta operasyonuyla yaparlar. Can Yücel’in yaşamak istediği düşler ülkesinin siyasal ve kültürel etkisi muktedirleri korkutmuştur. Bu yüzden Fatsa yok edilmesi gereken bir deneyimdir. Can Yücel 17 Temmuz’da Fikri Sönmez ve Nokta Operasyonu üzerine şunları söyler:
“İçişleri Bakanı beyan ediyor, ‘Devleti tanımayan Belediye Başkanı Devleti tanıdı’ diyor. Nasıl mı tanımış, onu da öğreniyoruz. …Yalnız, Fikri Sönmez'in terzi oluşu başka bir bakımdan da önemli Andersen'in ünlü masalındaki terzi gibi, Fikri de devlete ve devletlilere "sade akıllıların görebileceği bir elbise" galiba, böylece Fatsa halkı ve Türkiye'nin tüm aklı başında olanları devletin varlığını ve niteliğini bütün çıplaklığıyla görebildiler. Onun için FİKRİ SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA”
(Ünye Fatsa Arası, Demokrat, 17 Temmuz 1980)
Can Yücel 1985’de Fikri Sönmez’in ölümünün ardından koca çınara ve çok sevdiği Fatsa’ya muktedirlerin sonsuza dek yok edemeyeceklerini ima eden bir selam gönderir:
Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak
Çıplaklığını
***
DEMOKRAT YAZARI CAN YÜCEL
Can Yücel 26 Aralık 1979’de yayın hayatına başlayan Halkın Gazetesi Demokrat’ta yazmaya başlar. 12 Eylülcüler kapatana kadar geçen 8 aylık sürede ülkeyi iç savaşa sürükleyen iktidarları, muktedirlerin emperyalizmle girdikleri ilişkileri ve faşizmi hedef alan yazılar kaleme alır. Ölmeden önce verdiği son röportajda “Neden ana akımda yazmadınız?” sorusuna, “Onlar düşüncelerimden dolayı bana yazdırmazlardı o yüzden ben Dev-Yol’un Demokrat gazetesinde yazdım” der.
Can Yücel Demokrat gazetesindeki ilk yazısında amacının halkın mücadelesine, ülkenin yangınına ışık tutmak olduğunu kendi diliyle anlatır:
‘Yangın vaaaar’ diye bağırıyoruz, bağıralım, bağıralım ama bu bozuk düzenin kundakladığı yangının ışığı altında, ya da üstünde gerçekleri görelim! Yangınların bile bir fazileti, meziyeti, erdemi vardır.
Ve vuralım yaradana sığınıp gerçeğin gözüne! Sınıfsal gerçeğe! İnsanlar bizimdir. Düşmanımız, gerçeğin yükselmesine, aydınlığa çıkmasına engel yuvalardır… İnsan taslaklarından kurulmuş bile olsa.
Vuralım yaradana sığınıp gerçeğin gözüne!
(Yangın Var, 27 Aralık 1979, Demokrat gazetesi)
12 Eylül darbesinden bir hafta önce yayınlanan yazısında ise gazetenin gördüğü tehditlere karşı, “Biz söz GERİLLASI YAPIYORUZ…” sözleriyle meydan okur:
Biz insanlık adına yazıya başladık… Öyle Demirel Bey gibi, Bülent Bey gibi değil… Biz, Ortaokulun İkinci sınıfında sınıf değiştirmeye karar verdik… Ma son – Mon – ton- son-u, sonu çıkmayacağını gördüğümüzden reddettik
Bu memleketi seviyorum…
Bu memleketin insanlarını, seviyorum…
Onun için yazıyorum…
Onun için düşünüyorum…
Düşündüğüm için yazıyorum…
Onun için de ölene dek beni kimse durduramaz…
Yazı benim yazgım yani kaderim…
Beni tehdit etme yanlış!..
Çünki ben bu DÜZEN denen ana YANLIŞ’ı ortadan kaldırmaya kalkmışım…
Beni ortadan kaldırmakla, benim YANLIŞ’ı ortadan kaldırma kararımı, günümüzde, milyonlarla paylaştığım kararı Temyiz’e yollayamazsınız…
Biz Söz GERİLLASI YAPIYORUZ…
SIKIYSA DURDURUN!...
(Başladık ve Bitirdik, 5 Eylül 1980, Demokrat gazetesi)
***
SİYASAL OLMAYAN ŞİİR OLUR MU?
Şiir olmayan söz öbeklerinin altına Can Yücel yazmak son zamanlarda moda oldu. Oysa bir şiirin Can Yücel’e ait olmadığını anlamak zor değil. Yücel’in şiirlerinde dilin düz anlamını parçalayan bir imgelem, farklı söyleyiş arayışları, yoğun bir ironi, zekâ ve kuşkusuz siyasallık vardır. Bunların olmadığı aforizmatik metinler Yücel’e ait değildir.
Can Yücel, şiirdeki anlamın gündelik konuşmalardakinden farklı olduğu düşüncesiyle şiirdeki anlamı, çağrışımlarla, imgelerle zenginleştirir. Ona göre şiir, başka şeyleri de çağrıştırma yetisine sahiptir. Şiirde duyuların incelmiş bir akılla yan yana olması gerektiğini düşünür. Akıl ve bilinçten vazgeçmez. Politika ile şiirin bağını Enver Ercan’a verdiği söyleşide şu şekilde açıklar. “Ama siyasal olmayan şiir yazamazsın. Kaçınılmaz bir şeydir bu. Çünkü dünya siyasallaşmıştır. Depolitizasyon denilen şey gayri siyasallaşma, insanın gayri insanîleşmesi demektir… şiirde depolitizasyon olamaz. O deşiirleşme olur. Siyasal olmayan şiir olur mu? Politika kaderdir. Burada da bir açmaz görüyorum.”
Yücel, “deşiirleşmenin” karşısında halka, işçi sınıfına, devrimcilere en güzel dizelerini nakşetti.
Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak
Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak
(İşçi Marşı)
Şiirin gürültüden müziğe geçmek olduğunu düşünen Yücel, şairin görevinin ise bu musikiyi kurmak olduğunu söyler. Jale Gülgen Börklü’nün doktora çalışmasına göre, “Can Yücel’in şiiirleriyle ilgili olarak yapılan inceleme ve değerlendirmelerdeki ortak kanaat, bu şiirin gücünü zekâ, ironi, samimiyet ve duygusallıktan alıyor olmasıdır.”
Can Yücel kendine has diliyle, rengiyle bu toprakların şairi. 12 Eylül şafağında da kanserin son safhasında da kalemini halkın mücadelesine tercüman olmaya harcamış, “yalansız yaşamış” bir halk aydını. Kendi deyişiyle “Söz Gerillası”.
Fatsa’nın kırında, Demokrat’ın sayfasında, sonra 70’inde üzerinde parti önlüğü, “Yolda gelecek devrime” dize kuran bir halk şairi… 25 yıldır her ölüm yıl dönümünde yoldaşlık ettiği tüm şarabi eşkıyalarla birlikte anılmaya devam ediyor.
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca rüzgâr
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?
(Yaprak Dökümü)