Hatırlatmalar | Yenidoğan Çetesi AKP’nin sağlıkta dönüşümünün sonucu
Sağlıkta özelleştirme ve piyasalaşma her ne kadar 24 Ocak kararlarını izleyen neoliberalleşme süreci ile başlamış olsa da esasen 2003’te AKP iktidarında başlayan sağlıkta dönüşüm süreci ile birlikte bugünkü duruma geldik. Sağlık bir kamu hizmeti olmaktan çıkarak kâr odaklı bir sektöre dönüşürken, yurttaşlar hasta yerine müşteri, sağlık emekçileri ise performansa bağlı çalışan hale getirildi.
Politika Kolektifi
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Yenidoğan çetesi skandalı, Türkiye’de sağlık sisteminin geldiği noktayı ortaya koydu. SGK bütçeleri ile ayakta tutulan, devlet hastanelerindeki çözülmeyen sorunlar sebebiyle mecbur edilen ve hiçbir düzgün denetime tabi tutulmayan öze hastanelerin, kâr hırsı için yeni doğmuş bebekleri dahi katledebilecek duruma gelmesi, AKP’nin “Ülkeyi şirket gibi yönetme” stratejisinin bir özeti haline geldi.
Sağlıkta özelleştirme ve piyasalaşma her ne kadar 24 Ocak kararlarını izleyen neoliberalleşme süreci ile başlamış olsa da esasen 2003’te AKP iktidarında başlayan sağlıkta dönüşüm süreci ile birlikte bugünkü duruma geldik. Sağlık bir kamu hizmeti olmaktan çıkarak kâr odaklı bir sektöre dönüşürken, yurttaşlar hasta yerine müşteri, sağlık emekçileri ise performansa bağlı çalışan hale getirildi. Ülkenin kamu yararı odaklı tüm sağlık kurumları ortadan kaldırılarak varlıkları peşkeş çekildi, sağlık yönetimi tarikatlaşmaların kurbanı haline getirildi. AKP’nin sağlık politikaları, aslında 22 yıllık iktidarlarının bir özeti gibi. Sermayenin, tarikatların, Dünya Bankası ve TÜSİAD odaklı Amerikancı neoliberal politikaların odağında yaşanan dönüşümün kazananı AKP ve sermayedarlar olurken, kaybedeni ise hastası ve sağlık emekçisiyle tüm halk ve kamu kurumları oldu.
Sağlıkta dönüşüm sürecinin adım adım nasıl geliştiğini bu hafta Hatırlatmalar sayfamızda okurlarımıza sunuyoruz.
***
• SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM 24 OCAK KARARLARIYLA BAŞLADI
Türkiye’de sağlığın özelleştirilmesi, ancak 12 Eylül darbesi ile gerçekleştirilebilmesi mümkün olan 24 ocak kararlarını takip eden süreçte başlamıştır. İlk olarak 1982 anayasa değişikliği ile Türkiye’de sağlık hizmetleri devletin sunmakla yükümlü olduğu hizmet olmaktan çıkarılarak, planlayıp düzenlemekle yükümlü olduğu hizmet haline dönüştürüldü.
Devletin ekonomideki payını azaltma hedefi doğrultusunda, Özal döneminden itibaren özel hastaneler teşvik edilmiş, doktorlara mesai dışı çalışma imkanı tanınmış ve bu sayede 1961’den itibaren serbest olan özel hastane sayısı 1985’ten 1997’ye kadar geçen sürede rekor hızda artmıştır.
Ancak sağlıkta özelleştirme ve piyasalaştırma sürecinin ilk kritik eşiği, 1989 ve 1990 yıllarında yapılan kanun değişiklikleriyle döner sermayeye geçilerek kamu hizmetleri ilk kez alınıp satılabilir bir meta haline dönüştü. Sağlık emekçilerinin genel bütçeden ödenmesi gereken bir kısmı dahil lütufmuş gibi döner sermayeye devredildi.
• DÖNÜŞÜMDE PUSULA DÜNYA BANKASI VE TÜSİAD
Sağlık sisteminde AKP döneminde başlayan dönüşüm, küresel sistemdeki piyasacı eğilimden farklı değildi. Dünya Bankasının 2000’lerin başından bu yana yayınladığı sağlıkta dönüşüm raporları ve bu reformlara yönelik ayırdığı fonlar, AKP’nin sağlık politikaları açısından rehbere dönüştü. Aile hekimliği sistemi, sağlık sisteminin desantrilizasyonu, finansmanın özerkleştirilmesi, 2000’li yılların başlarında yayınlanan Dünya Bankası önerileri çerçevesinde gerçekleştirildi. Bu raporlara paralel olarak TÜSİAD’ın Sağlık Reformu İçin Öneriler raporu, bu dönemde iktidarın yol haritası oldu. 2004 yılında yayınlanan TÜSİAD raporu, sağlıkta piyasalaşma ve özelleştirmeye yönelik hamleleri adım adım “tavsiye etmekteydi.”
“Kamu sektörü¸ hizmeti sunan değil, hizmetin bedelini ödeyen konumda olmalı.”
“Sosyal güvenlik açısından, sağlık sigortası programlarının (ES, SSK, ve Bağ-Kur) mevcut rolleri, yeşil kart uygulaması ve Sağlık Bakanlığının sağlık finansmanı işlevleri tek bir kamu ödeme kurumu (Genel Sağlık Sigortası) altında toplanmalıdır.”
“Bu dönemde Türkiye’de sağlık sektöründe özelin payı artırılmalıdır. Kamunun sağlığa harcadığı para az, arıtılmalıdır.”
• SSK HASTANELERİNİN DEVRİ
Dünya Bankası ve TÜSİAD raporlarının sunduğu dönüşümü, AKP adım adım hayata geçirdi. 2005 yılında SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ile kamusal sağlık hizmetine en büyük darbelerden biri vuruldu. SSK’nın elindeki hastanelerin bakanlığa devri, sağlığın finansmanı açısından önemli bir değişiklik getirdi. Çünkü SSK sağlık üretimi yaparken toplumsal yararı ilke edinen, bu sebeple de ticarileşmesi ve kar etmesi parasal açıdan zor bir kurumken, hastanelerin bakanlığa geçmesi ile ticarileşme yolu açıldı. SSK’nın Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’na kıyasla çok ucuza karşılayabildiği sağlık hizmeti, hastanelerin bakanlığa geçmesi ile birlikte hastanın müşteri yerine koyulduğu, hastanelerin kar etmeyi amaçladığı yeni bir sisteme geçti. Hastanelerin sağlık bakanlığına devri ile finansman ve hizmet ayrılarak sağlık hizmetinde ticarileşmenin bütünüyle önü açıldı.
Hastanelerin finansmanının merkezine döner sermayenin alınması, sağlık hizmeti ve tedavisinde performansı belirleyici hale getirdi. Böylece hastaların müşteri, sağlık çalışanlarının ise şirket personeli yerine konulduğu bir düzen zamanla oturdu. Bu dönemde tüm sağlık emekçileri de sözleşmeli personel haline getirilmek istendi, bu yasal dönüşüm SES ve TTB başta olmak üzere sendikalar ve toplumsal muhalefetin eylemliliği ile kesintiye uğradı.
• HASTA DEĞİL MÜŞTERİ
AKP’nin sağlıktaki tek dönüşümü SSK hastanelerinin kapatılması olmadı. Bu değişikliğin tamamlayıcısı olarak Genel Sağlık Sigortası yürürlüğe girdi. Böylece hastanelerin finansmanı konusunda bütçenin finansmanından vazgeçildi ve GSS’ye geçildi, böylece yurttaşın cebinden hizmet bedeli olarak karşılanmaya başladı. Genel Sağlık Sigortası ile birlikte sağlık kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak tamamen ücretli hale getirildi. Ücretlerin belirlenmesi için de 2008 yılında Sağlık Uygulama Tebliği yürürlüğe konuldu.
Sağlık Uygulama Tebliği hangi tedavilerin ne kadar ücrete tabi olduğunu belirten bir düzenleme olarak sağlıkta piyasalaşmanın önemli bir adımı oldu. Bu bedelin belirlenmesinin iki sonucu vardı. Birincisi, Genel Sağlık Sigortası sahibi olmayan vatandaşlardan bu bedel karşılığı hizmet alınması oldu. 2012’de yasal olarak zorunlu hale gelen GSS sahibi olmayan vatandaşların ancak bu tebliğim belirlediği ücret karşılığı sağlık hizmeti alabilmesinin önü açıldı.
İkincisi özel hastaneler, SUT bedeline göre fiyatlandırmaya geçti. Başlangıçta bu bedelin yalnızca yüzde 30 fazlasına fiyatlandırma yapılabilirken, şu an bu rakam yasal olarak yüzde 200’e kadar çıktı ancak bunu da denetleyebilmek mümkün değil. Özel hastanelerin bu değişikliklerden en önemli kazançlarından biri ise SSK’nın hastanelerinin elinden alınması, yerine kurulan SGK’nın artık sağlık hizmeti almak için özel hastanelerle anlaşması oldu.
SGK anlaşmalı özel hastaneler modeli bugün yaşanan sağlık skandalının temellerini attı. 2023 yılında SGK’nın özel hastanelere bütçeden ödediği rakam 34 milyar 525 milyon dolar oldu. Sağlık bakanlığı bütçesi içerisinde kamusal sağlığa ayrılan pay ise giderek yükselen hastane kiraları, personel giderlerinin yanında azalmaya devam ediyor. 2023 yılı bütçesinde sağlığa ayrılan 293 milyar liranın büyük kısmı personel giderleri, kiralar, mal ve hizmet giderleri oluşturdu. Koruyucu sağlık hizmetlerinin sağlık bütçesindeki payı yüzde 34’ten yüzde 28’e geriledi.
SSK’nın sağlık üretiminin önüne geçilmesi yalnızca hastanelerin devredilmesi ile yaşanmadı. SSK’nın ilaç fabrikaları kapatıldı, Hıfzı Sıhha’nın aşı üretimi durduruldu. Böylece ilaç ve aşı sektörü tamamen piyasaya bırakıldı. Benzer şekilde SSK’nın fonları, değerleri ve mülklerine el konuldu, peşkeş çekildi.
Sağlıkta dönüşüme karşı sendikalar ve toplumsal muhalefet örgütleri ilk günden itibaren direniş hattı oluşturdu. SES ve TTB’nin örgütlediği eylemlerin yanı sıra Emek Platformu, SSK hastanelerinin devredilmesi ve GSS yasa düzenlemelerine karşı ülkenin tamamında büyük eylemler düzenledi.
Platform, 2005’te SSK hastanelerinin bakanlığa devrine karşı eyleme geçti. İktidara Genel Uyarı Eylemi başlığıyla 81 ilde emek platformu bileşenleri sokağa çıktı.
14 Mart 2008 yılında Genel Sağlık Sigortası yasası görüşülürken platform 2 saatlik iş bırakma eylemine geçti, milyonlarca insan sokağa çıkarak yasayı protesto etti. Hükümet, protestoları dindirebilmek için sigorta ve prim düzenlemesinde küçük çaplı değişikliklere gitmek zorunda kaldı.
• KORUYUCU SAĞLIK BİTİRİLDİ
Sağlıkta özelleşme ve piyasalaşmanın bir diğer ayağı ise sağlık ocaklarının kapatılıp Aile Hekimliği sistemine geçilmesi oldu. 2004 yılında başlatılan aile hekimliği sistemi, 2010’da tüm Türkiye’de yürürlüğe geçti. Koruyucu sağlık hizmetlerinin temeli olan, aşı, koruyucu sağlık, gebe takibi, çevre ve köy sağlığının yanı sıra sevk zincirinin de ortadan kalkması sebebiyle hastanelere yapılan başvuruların üçte ikisi birinci basamakta tedavi edilebilecekken hastanelerde yığılmalara sebep olarak özel hastanelere talebi artırdı. Ayakta tedaviden köylerdeki seferberliklere kadar halk sağlığına dair birçok önemli işlevi yerine getiren sağlık ocaklarının kapatılması, hastanelere yönelik talebi artırdı. Bunun bir sonucu devlet hastanelerindeki yoğunluğun artmasıyken diğer sonucu da buna bağlı olarak özele yönelik talebin artması oldu.
• ŞEHİR HASTANELERİNDE RANT MODELİ
AKP’nin sağlıkta dönüşüm politikalarının önemli bir ayağı da şehir hastanelerinin kurulması oldu. Ülkede farklı alanlarda özelleşen farklı devlet hastaneleri kapatılarak şehir merkezlerinde “AVM modelinde” şehir hastaneleri kuruldu. Bu dönüşüm sürecinde, kapatılan hastanelerin zararları halkın sırtına yük olarak bindi. Dönüşümün gerçekleştiği 2019 yılında, Sağlık Bakanlığı 33 milyon liralık ödenek üstü harcama gerçekleştirdi. Yalnızca devredilen hastanelerin elektrik faturaları 1,6 milyon lirayı buldu.
Yap-İşlet-Devret modeli ile özel sektöre taşere edilen dönüşüm, sermayeyi zengin ederken devleti zarar ettirdi. Bakanlığın, geç ya da eksik temin edilen hiçbir hizmet için ceza kesmediği Sayıştay raporlarına yansıdı. Sağlık Bakanlığını ağır kira bedelleri ile borçlu hale getiren sistemde, kimi şirketler kiradan muafiyet almasına rağmen Sağlık Bakanlığının kira ödemeye devam ettiği ortaya çıktı.
Şirketlere verilen tüm taahhüt ve teşviklere rağmen yap-işlet-devret ve hasta garantili model işlemediği için zarar etti ve vazgeçildi. Devletin düzenleyici durumda olduğu sağlık sistemini bile tamamen özel sektörün üretimine ve rantına bırakan şehir hastaneleri modeli battı, rantı sermayeye borcu halkın üzerine kaldı.
• ÖZEL HASTANELER CENNETİ TÜRKİYE
AKP’nin sağlıkta dönüşüm projesinin en önemli ayaklarından biri ise özel hastanelerin sağlık sisteminin merkezine yerleşmesi oldu. SGK’nın özel hastanelerden hizmet almaya başlaması ile birlikte sağlık sistemi sermaye açısından karlı bir sektör haline geldi. 2003 yılında sağlıkta özelin payı yüzde 5 iken 2022 yılına gelindiğinde bu oran yüzde 37’ye çıktı. Özel hastanelerin sağlık içerisindeki bu yükselişi, AKP’nin ülkeyi yönetme anlayışı ile doğrudan paralel gelişti. Özel hastane sahiplerinin sağlık bakanı yapıldığı, Erdoğan’ın “Ülkeyi şirket gibi yöneteceğiz” dediği ülkede, kamusal sağlık ve devlet hastaneleri çökerken, özel hastane sistemi yükselişe geçti. Mehmet Müezzinoğlu önce sağlık bakanlığı sonra da özel hastanelere ödemeleri yapan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını yaptı. Medipol Hastaneleri sahibi Fahrettin Koca da Sağlık Bakanlığı görevinde bulundu. Hem bütçeden verilen teşvikler, SGK’nın satın aldığı hizmetler ve SUT bedelinin üzerinde ödenen ücretlerle halk özel hastaneleri üç farklı kanaldan besledi. Sağlık ocaklarının kaldırılması, devlet hastanelerinde yaşanan yoğunluk sorunun çözülmemesi sebebiyle de özel hastaneler mecburi hale getirildi. Bugün yaşanan yenidoğan skandalı doğrudan bu politikaların sonucu.
• SAĞLIK TARİKATLAŞMANIN ELİNE GEÇTİ
AKP iktidarında tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanı da hem tarikatlaşmanın hem de gericileşmenin merkezine oturdu. 2002-2013 yılları arasında 11 sene kesintisiz sağlık bakanlığı yapan, Menzil tarikatının ‘Recep Ağası’ Recep Akdağ döneminde, bakanlık kadroları yukarıdan aşağı menzil tarikatının eline geçti. Menzil tarikatının bakanlığın yönetim kademelerinden alt ve ara kademelerine kadar giriştiği örgütlenmeye dair, eski AKP milletvekili Hüseyin Besli 2016 yılında şu sözlerle itiraf etti:
“Misal olarak, ismini palazlandığı şehirden, Adıyaman/Menzil’den alan bir yapının özellikle bir bakanlığımızda neredeyse bütün pozisyonları kendi mensuplarıyla doldurmasına dikkat çekmek istedim.”
Sağlıkta tarikatlaşma, kurumsal düzeyde ilerletildi. 2011 yılında kamu hastaneleri bakanlıktan ayrılarak Kamu Hastaneleri Kurumu adı altında ayrı bir kurum altında özerkleştirildi. Devlet ve özel hastaneleri eşitleme mantalitesi ile kurulan ve her ilde en az bir genel sekreterliği bulunan kurumun tüm kadrolarına Menzilciler yerleştirilirken, Akdağ’ın bakanlıktan ayrılmasından sonra bu kadrolaşmayla baş edilemediği için 2017’de bu kurum kapatılarak yeniden bakanlığa bağlandı.**
Sağlıkta gericileşme yalnızca tarikat kadrolaşması ile de sınırlı kalmadı. Kadın sağlığı, islamcı paradigmaya göre kısıtlanarak dönüştürülmek istendi. Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Roboski’dir” sözüyle akıllara kazınan kürtaj düşmanlığı, aşama aşama kürtajın devlet hastanelerinde zorlaşmasını ve sınırlanmasını beraberinde getirdi. Yenidoğan skandalında ortaya çıkan bebek ölümlerini aylarca saklamaya çalışan Sağlık Bakanlığı, henüz daha geçtiğimiz haftalarda Sezaryen doğum aleyhine kamu spotları yayınlayarak kadınların güvenli ve sağlıklı doğum imkanlarını hedef almıştı. Bunun yanında, psikolog, psikiyatr ve psikolojik danışmanların istihdam edilmesi gereken psiko-sosyal destek programları manevi danışmanlık adı altında diyanet kadroları ile dolduruldu.