Fotoğraflarımın izleyicisini sorgulamaya yöneltmesini umut ediyorum. İnsanların aşina oldukları bu kültüre bu fotoğraflar sayesinde daha yakından bakmalarını ve bir çocuk gibi gördüklerini sorgulamalarını çok isterim.

Havva Zorlu ile hayvan foto muhabirliği üzerine
Havva Zorlu

Deniz Tapkan Cengiz

Hayvan foto muhabirliği, aramızda yaşayan ama görmediğimiz hayvanların deneyimlerini yakalayan ve sergileyen bir fotoğrafçılık türüdür. We Animals Media bünyesinde hayvan foto muhabirliği yapan iki vegan fotoğrafçı olarak Havva Zorlu ile kurban üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik:

Sevgili Havva, öncelikle senin kırılma ânını öğrenmek istiyorum. Et yemeyi farklı görmene sebep olan ki bu âna “epiphany experience” deniyor; güçlü bir farkındalık ile aydınlanma ânı. Düşüncenin nasıl evrildiğini merak ediyorum.

Benim için bu konuda ani bir kırılma ânından çok bir birikme sürecinin olduğunu söyleyebilirim. Çocukluğum bahçeli bir evde hayvanlarla bir arada geçti. Ben 10-11 yaşlarındayken pazardan aldığımız bir civciv büyümüş, horoz olmuştu. Bir gün mahalledeki bir çocuğu kovaladığını, çocuğun korkudan bayıldığını öğrendik. Bunun üzerine komşumuz horozumu kesti. O akşam komşumuzun evinde kurulan sofraya büyük bir tabağın içinde horozumun kafası koparılmış bedeninin bir bütün olarak getirildiği ânı çok iyi hatırlıyorum. Bu, kavrayış ânım değildi ama kavrayış sürecimin başladığı an olabilir.

İçinde doğup büyüdüğüm ailede dinî öğretiler çok baskın değildi. Çocukluk dönemimde bir kaç kez kurban kestiklerini hatırlıyorum fakat hiç şahit olmadım. Belki de bilerek beni uzak tuttular. Sadece aklımda kalmış bir görüntü var: Hakkâri’de askerî lojmanda yaşıyoruz. Kesim bitmiş. Ben de evden çıkıp parka oynamaya gidiyorum ve çocuk gözlerimle parkı kan içinde görüyorum. Çünkü yetişkinler kurbanlarını kesmek için “en uygun” yerin çocuk parkı olduğuna karar vermişler. Sende ise çok daha fazla maruz kalma var bunlardan bahseder misin? Çünkü bu ülkede ortak bir çocukluk travmasıdır kurban bayramları, herkesin bir anısı vardır konuya dair. 
Çok doğru, kurban bayramları hepimizin ortak travmalarından biri. Diğer günler et yedikleri halde kurban bayramında kesilen hayvanın etini yiyemeyen birçok yetişkin tanıyorum. Hatta bu anlamda kurban bayramlarının bazı kişilere gerçeği gösterme konusunda yardımcı bir rolünün olduğunu da düşünüyorum. Çünkü senede birkaç gün mezbahalarda yaşananlar görünür oluyor ve bazı insanlar sofralarına gelen etin birine, bir cana ait olduğunu idrak edebiliyor.

İlginçtir ki ben kurban bayramlarıyla ilgili bilinç düzeyinde bir travmamı hatırlamıyorum. Hayvanlarla bir arada yaşadığımız bahçemize kurban bayramlarından birkaç gün önce dana ya da birkaç keçi gelir bayrama kadar misafirimiz olurlardı. Onları besler, birlikte vakit geçirirdik. Bayram günü sabah erken saatlerde, evin erkekleri bayram namazından sonra eve döndüklerinde “kurban” edilen hayvan, bahçemizde kesilip parçalanırdı. Hayvanın bedeninin bir kısmı parçalara ayırılıp dağıtılır, bir kısmı da bayram sofrasında yenirdi. O zamanlarda sorgulamayacak kadar normaldi benim için bu yaşananlar. Bizim dinimize göre yenmesi uygun olan hayvanların bunun için dünyaya geldikleri ve acı çekmedikleri öğretilmişti bana. Başka bir ihtimali hiç düşünmemiştim.

İngiliz belgesel fotoğrafçısı David Hurn’ün görüşüne göre fotoğrafçılık sadece fotoğrafçıyı değil, dünyayı da geliştirmelidir. Bu nedenle kurban bayramı boyunca kaydetmiş olduğun görüntülerin çok değerli olduğunu, insanların bilincinin yükselmesi için önemli birer araç olduğunu düşünüyorum. İnançları gereği hayvanları kestikleri bir ortamda insanların tutumunu, varsa çocukların reaksiyonlarını bize bir hayvan foto muhabiri gözünden anlatır mısın?
Fotoğraflarımın izleyicisini sorgulamaya yöneltmesini umut ediyorum. İnsanların aşina oldukları bu kültüre bu fotoğraflar sayesinde daha yakından bakmalarını ve bir çocuk gibi gördüklerini sorgulamalarını çok isterim. Çocuklar olaylar karşısında hepimizden daha cesur sorular soruyorlar. Sorularından çok etkilendiğim bir çocuğun babası ile arasında geçen diyalogdan bahsetmek isterim. Bayramın ilk günü bir ailenin evine misafir oldum. Kesim zamanı yaklaştığında ailenin 7-8 yaşlarındaki torunu da yanımızdaydı. Çocuğun babasına “İsterseniz çocuğu eve çıkarın kesim ânını görmesin” dedim. Babası “Bir şey olmaz, o da erkek alışsın” dedi. Çocuk şahit olduğu o anları kendisine öğretilenlerin yanı sıra sorularıyla anlamlandırmaya çalışıyordu. İnsanlar tarafından kontrol altına alınmaya çalışan dana kendisini kurtarmak için çırpınırken, “Baba neden size tekme atıyor?” diye sordu. Bir süre sonra kontrol altına alındığında “Seni yemek zorundayız dana,” dedi. Hayvanın kesilip parçalara ayrıldığı anları tamamen izledi. Zaman zaman büyüklerinin onun eline verdiği et parçalarını taşıdı. Kesim işlemi bittikten sonra ve hayvan figürü tamamen ortadan kalktığında babasına, “Dananın mezarını neden yapmıyoruz?” diye sordu. Babası ise gülerek “Dananın mezarı senin miden olacak oğlum,” dedi. Çocuk, dananın eti için kesildiğini bildiği halde dakikalar önce hayatta olan dana ile tabağına gelecek yemek arasında ilişki kuramamıştı. İçine doğduğumuz kültürün doğruları zamanla bu soruları cevapsız bırakarak ortadan kaldırıyor.

Geçtiğimiz kurban bayramında ben de Manisa, Turgutlu bölgesinde hayvan pazarı ve kurban kesimi fotoğraflarını çektim. Çiftlik hayvanlarını fotoğraflarken fark ettiğim şey, meraklı bir şekilde objektife bakmaları oldu. Koyunlarla yapılan bir çalışmada insanları ve diğer koyunları yüzlerinden tanıdıkları, 2 yıldan fazla bir süre 50 koyunun yüzünü hatırlayabildikleri ortaya çıkmış. Merkezî sinir sistemi gelişmiş canlılardan bahsediyoruz. Her yerin kırmızıya bulandığı anlarda, aslında o günün öznesi olan ve bizim daima nesneleştirdiğimiz hayvanlar nasıl davranıyorlardı? Gözlerinde, nefes alışverişlerinde, birbirleriyle olan ilişkilerde, psikolojilerinde nasıl değişimler gözlemledin?
Çekim yaptığım her alanda hayvanların beni ve çevresindeki diğer hayvanları meraklı gözlerle izlediğine şahit oluyorum. Kurban bayramında da korkulu gözlerin beni izlediğini, takip ettiğini her an hissediyordum. Bayram günü öğle saatlerinde çadırlarda, ağıllarda kalan hayvanlar kesim anlarını görmeseler bile birer birer eksildiklerinin farkındalardı. Hızlı hızlı nefes alıp, boyunlarını çekiştirerek iplerini koparmaya çalışıyor, bağırıyorlardı. Birçoğunun burunlarından terler, gözlerinden yaşlar akıyordu. Kesim sırası gelen hayvan kesim alanına gitmemek için direniyor, boyunlarına bağlanmış iplerle çekiştirilerek götürülüyordu. Hayvanların tepkilerini gören tek kişi de ben değildim.

Yazar Jay Prosser Fotoğrafın Krizi: Vahşeti Fotoğraflamak isimli kitabın girişinde, vahşeti fotoğraflamanın her zaman temsile dair etik bir kriz içerdiğini söylüyor ve soruyor “vahşeti fotoğraflamak iyi midir kötü müdür? Bir işe yarıyor mu yoksa daha mı fazla zarar vermektedir?” Ve sonuçta karar kıldığı nokta fotoğraf ve vahşetin çözmemiz gereken bir düğüm olduğu yönünde. İlerleyen cümlelerde vahşet fotoğraflarının bizden cevap beklediği yönünde bir söylem var. Sanırım en fazla katıldığım cümlesi bu. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Vahşetin ortadan kaldırılabilmesi için ilk önce görünür olması gerekiyor. Bu noktada fotoğrafların büyük bir rolü var. Fotoğrafların bizden cevap beklediğine ben de katılıyorum, izleyiciye yaşananlar hakkında sorgulama sorumluluğu yüklediğini düşünüyorum. Tabii zarar verdiği durumlar da olabilir, bu fotoğrafa ve izleyiciye göre değişebilir. Bu noktada vahşet fotoğraflarının nitelikli olmasının gerekliliği öne çıkıyor. Fotoğrafların sadece olayı apaçık göstermesi değil, olayın öznesinin yaşadıklarını hissettirebilmesi gerekiyor. Bakanın başını çeviremeyeceği kadar etkili bir fotoğrafın, değişimi başlatabileceğine inanıyorum.

We Animals Media kurucusu Jo-Anne McArthur’un fotoğrafçı Nick Brandt ile yapmış olduğu röportajda Brandt şöyle diyordu; “Size ve aynı alanda çalışan diğerlerine hayranlık duyuyorum. Savaş fotoğrafçıları gibisiniz, fakat her zaman kaybedeni çekiyorsunuz.” Belki bir gün insan bilinci ve farkındalığı olması gerektiği şekilde ve sayıda yükselir de hayvan sömürüsünden vazgeçen bir toplumda kazanan tarafta oluruz diye ümit ediyorum. Çok ütopik mi geliyor kulağa? 
Ne yazık ki bugün çok ütopik geliyor. Ama bir koyunun başını okşarken tutunabildiğim tek şey de bu ütopya. Bu konuda umudum olmasa hayvanların acılarını görünür kılmak için nasıl çabalayabilirdim bilmiyorum. Çok acı var. Sokakta, fabrikada, mezbahada, laboratuvarda, çiftlikte... Her yerde. Kazanamayacağız belki ama kaybetmemek için uğraşmaya da devam edeceğiz.