Hay ben senin “fıtrat”ına...
Ermenek’te kara kömür sularında boğulan işçilerin acısına yanarken, umudun tükendiği madendeyken gözümüz, Yalvaç’tan elma toplamaya giderken ölen kadın tarım işçilerinin haberi geliyor dün sabah. Ve yazı günü, bir şey yazmak gerek köşeye... Ne yazılır ki? Yazılmadık ne kaldı?
“Ne yazayım, Necmi?” diyorum, siyaset bilimci arkadaşıma. Öyle ya, gazetecinin yazıp çizdiğinden iki satır fazlası varsa, sosyolog bilecek, siyaset bilimci bilecek onu.
“Küfret” diyor Necmi. Bütün söylediği 1, “küfür et” diye yazarsanız da 2 sözcük. İyi de kime? İşçiyi emekçiyi böyle kolay öldüren düzene mi, bu düzenin düzenlerine mi, yoksa bunca ölüme karşın hâlâ işçiden emekçiden yana bir umudu büyütemeyenlere mi?
Geçen gün “fıtrat” diye yazmıştım ya; tam da bakanların makanların “fıtrat”tan vazgeçtikleri, “doğal afet bu” diyen partidaş proflarına hafiften fırça attıkları dönemde ben “fıtrat”a sarıldım.
Bu “kabile devleti” anlayışıyla sürdürülen “ahbap çavuş kapitalizmi”nin; ahlaksız sömürü düzeninin; kimilerinin gözlerinin kâr hırsıyla kör olduğu, kimilerinin de gözünü karartıp bir lokma ekmek için ucunda ölüm olan işlere koştuğu aşağılık sistemin “fıtrat”ında var.
Bu öyle bir “fıtrat” ki, hep işçi için fazla mesai yapıyor Azrail’i. Soma’da gazla boğuyor işçiyi, Ermenek’te suyla... İnşaat işçisini asansörde yakalıyor, tarım işçisini yolda... Kah 45 kişiyi doldurup 30 kişilik midibüse, kah madenciyi indirip sondaj yapılmamış dehlize...
Allah’ın emri falan değil bu ölümler; yumurtaya can veren böyle basit, böyle sıradan, böyle ucuz mu gönderir ölümü?
“Şeyini şey ettiğimin şeyi” diyebiliyorsa birileri, memleketi yönettikleri yerlerden, bu köşeden “fıtratını şey ettiğim” demekte bir mahsur yoktur herhalde.
Bu “fıtratını şey ettiğim” düzende; ruhsatı devlet sırrı 1000 odalı saraylardan 1000 korumayla çıkıp, 18 işçinin gömüldüğü madene giderken yolu 30-40 km öncesinden “güvenliğe” boğunca, sahte umut ahtapot da zar zor ulaşıyor durmadan bozulduğu madene. Yer üstünde çalışsın diye yapılmış bir aleti, yer altına balçıkla karışık su çekmeye gönderince zırt pırt bozulması da işin “fıtrat”ından.
Elma toplamaya giden kadın tarım işçileri, neden en babayiğidi 31+1 kişi için dizayn edilmiş bir midibüse 45 kişi binerler? Daha dün yüzlerce arkadaşlarının öldüğü madenlere, aşağıda zeytin ekmek yiyip pet şişeye işeyerek, ayda bin küsür lira alabilmek için neden iner işçiler? Neden canlarını bir pamuk ipliğine bağlayıp gökleri delen binalara çıkar inşaat işçileri?
Suda boğulduysa madenciler; üç beş basit önlem alınmadığından... Bilmem kaçıncı kez yere çakıldıysa inşaatın bilmem kaçıncı katından işçi indirip çıkaran asansör; doğru dürüst bakılmadığından... Yük fazlalığından freni patlıyor midibüsün, yük fazlalığından! Eski model araba, kaza yerine 1 km kala rampa çıkıp da inişe geçince, şoförün yüklendiği fren 30 kişilik araçta 45 kişi olmasına isyan edip patlıyor işte.
Azrail’in de “fıtrat”ı mı var; ondan mı gidip gelip işçileri buluyor hep? En çok El salvador ve Cezayir’de, sonra da Türkiye’de...
Yılın ilk 9 ayında 1 bin 414 işçi öldü bu memlekette; kayıtlara geçmeyenler var bir de. Son 5 yılda bir ilçe nüfusu kadar işçi ölmüş; tam 6 bin 580 kişi. Her ay, her iş kolundan işçiler üçer beşer, onar yirmişer ölüyorlar. Her yıl ortalama bin, son 10 yılda 11 bin işçi...
Azrail’in “fıtrat”ından olamaz ama; Azrail her yerde aynı Azrail, ölümler bir bizde bir de bizimki gibi düzenlerde bu kadar çok!
İşçileri öldürmek düzenin “fıtrat”ında var! Yürütücülerine saraylar kuran düzen, bir lokma ekmek için ölüme gönderiyor işçileri. Yoksul hayatlarını sürdürebilmek, borç batağında boğulmayıp başı birazcık yukarıda tutabilmek için, bile bile ölüme gidiyor işçiler...
Hay ben senin “fıtrat”ına...