Google Play Store
App Store

Yahya Kemal’in Balkan şehirlerinde geçen çocukluğuna özlemi hiç dinmedi. Yalnız onlara değil Osmanlı’nın yıkılmasıyla yitirilen beldelere de şiir yazdı, “fetih rüyası” da gördü, “Mohaç Türküsü” de söyledi, “Son Divan şairi, ilk modern şair” olmak gibi iki farklılığı da düşüncesinde, yazısında ve şiirinde barındırmayı bildi.

“Hayal Şehir”

Şiir Yahya Kemal’in. Modern şiirimizin iki kurucu şairinden biri, diğeri Ahmet Haşim. Enis Batur, Cumhuriyet dönemi şiirinin ya da modern Türk şiirinin gurbette doğduğunu yazar. Haşim Bağdatlı’dır, Yahya Kemal Üsküplü. Osmanlı’nın doğuda ve batıdaki iki vilayeti. Topraklar, ülkeler, şehirler yitirilince, “gurbet” olur.

Anımsamıyorum, Haşim’de Bağdat özlemi var mıydı, eski harflerle “daüssıla” denilen “yurtsama”ya kapılmış mıydı? Annesine duyduğu özlemi biliyoruz, erkenden yitirdiği anneydi belki de onun “Hayal Şehir”i. Yahya Kemal’inse Balkan şehirlerinde geçen çocukluğuna özlemi hiç dinmedi. Yalnız onlara değil Osmanlı’nın yıkılmasıyla yitirilen beldelere de şiir yazdı, “fetih rüyası” da gördü, “Mohaç Türküsü” de söyledi, “Son Divan şairi, ilk modern şair” olmak gibi iki farklılığı da düşüncesinde, yazısında ve şiirinde barındırmayı bildi. Osmanlı’da doğdu, Cumhuriyet’te şair ve bürokrat oldu. İki kıtayı barıştırmaya, buluşturmaya çalıştı zihin dünyasında.

En güzel şiirlerinden biri hiç kuşkusuz “Hayal Şehir”dir ve Üsküp’te çocukluğunda yaşamayı düşlediği İstanbul’una sonunda kavuşmuştur. Yahya Kemal’in özgün kimliğini oluşturan sadece Osmanlı ve Cumhuriyet’i yaşamış bir şair ve düşünce insanı olması değil, 9 yıl yaşayıp üniversiteden şiire, siyasete eğitim gördüğü Paris şehridir. Şehirler eğitir, yetiştirir, büyütür bizi. Tıpkı şairin Üsküp, Selanik, Paris ve İstanbul gibi dört farklı şehirden beslendiği gibi.

Milletvekili seçildiği zaman “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü sevdiğini” de söyleyen şairin “Hayal Şehir”e duyduğu derin özlemi yansıtan şiirlerinden biri de 1927’de Varşova’da elçiyken yazdığı “Kar Musikileri”dir: “Birdenbire mes’udum işitmek hevesiyle / Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle’’. Ünlü şiirlerinden “Açık Deniz”se “Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; / Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.” diyecek, “Aldım Rakofça kırlarının hür havası’’ dizesiyle de o günlerin sevincini duyuracaktır.

Şehirler çocukluğumuzdur, gençlik rüyalarımızdır. En çok çocuk olduğumuz, çocukluğa doyamadığımız şehirleri hatırlarız, genç olduğumuz, gençliğimizi yaşadığımız şehirleri unutamayız. Ayrılmışsak, orada değilsek bazen acıyla, buruklukla ama her zaman sevgiyle anarız. Ben doğduğum, çocuk olduğum Eskişehir’le, lise ve üniversiteyi okuduğum, genç olduğum, devrimci, yoldaş, âşık ve şair adayı olduğum Ankara’yı unutamam, hiç unutmadım.

Hiçbir şehir için “fetih rüyası” görmem. Nâzım Hikmet’in “Büyük İnsanlık”ta dediği, ekmeğin de, şekerin de, pirincin de herkese yeteceği bir dünyada, şehirler de herkese yeter. Mülkiyetçi bir duyguyla, geçmişte sahip olduğu ya da bir süre onda olan bir şey, bir yer üzerinde onlarca, belki yüz yıl sonra hak iddia etmek, yalnızca oraya, o şehre değil, kendi tarihine de saygısızlık sayılır.

Kendi kullandıkları deyimle “gönülleri fethetmek” dururken, şehirleri fethetmekle övünenlerin, başka şehirlere plakalar dağıtanların tuzu kurulardan olduğuna hiç kuşku yok, ama yanmış yıkılmış şehirlerde ne arayabilir ve ne bulabilirsiniz? Bulunacak ne kalmıştır, yıllardır süren bir savaşın acılarından başka? Yaşamaktan umudu kalmamış bir avuç çaresiz insandan başka!

Çocukluğunun geçmediği, gençliğini yaşamadığın bir şehir, senin şehrin midir? “Hayal Şehir” midir?