Google Play Store
App Store

Derin ve karmaşık katmanıyla birçok farklı sesi birleştiren Olga Tokarzuk, incelikle dokunmuş anlatısıyla toplumsal cinsiyet kategorilerini dayatarak yaşanan her türlü baskıyı önümüze seriyor. Feminist eleştiri barındıran roman evrensel bir varoluş sorgulamasıyla da çok katmanlı bir yapı kuruyor.

Hayaletlerin gücünde saklanan direniş
Olga Tokarczuk

İlke KAMAR

Olga Tokarczuk, Empusyon romanında Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ında olduğu gibi sanatoryuma tedavi görmeye giden bir karakterin hikâyesine odaklanıyor. Ancak Tokarczuk, tahminlerimizin dışında ilerleyen bir kurguyla ele alıyor metnini. Mann'ın romanından ilham alan yazar Büyülü Dağ’daki Hans Castorp’a benzeyen bir karakter yaratmayı seçmiş Empusyon’da. İki roman da Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce geçiyor. Bununla birlikte karakterlerin ikisi de mühendislik eğitimi almış, erken yaşta annelerini yitirmişlerdir. Üstelik Hans Castrop gibi Tokarczuk’un hasta kahramanı, Mieczyslaw Wojnicz de çekingen yapılıdır. Hans Castorp İsviçre yakınlarındaki bir sanatoryumda yedi yılını geçirmişti. Empusyon’da ise Tokarczuk, Wojnicz'i Görbersdorf kasabasındaki bir sağlık merkezine yerleştiriyor. Wojnicz’in hikâyesiyle başlayan roman, toplumsal cinsiyet konusuna yaptığı göndermelerle dikkat çekerken felsefi tartışmaları da metnin odağına yerleştiriyor. Dahası bunları korku unsurlarıyla birleştiren Tokarczuk romanı boyutlandırıyor.

Tüberküloz rahatsızlığı nedeniyle sanatoryuma yerleşen Mieczysław Wojnicz’in daha ilk sayfalardan itibaren misafirhanede ve yakın çevrede garip ve rahatsız edici şeyler gördüğüne tanık oluyoruz. Romanın karakteri ‘Bayan Opitz’in esrarengiz ölümüyle başlayan gerilimli atmosfer yazarın nasıl bir yöntem izleyeceğine dair tahminde bulunmamızı kolaylaştırıyor. Bu yapının hâkimiyetinin tüm roman boyunca korunduğunu görmeye başlıyoruz.

ERİL SİSTEMİN SÖYLEMLERİ

Daha başlangıçta, misafirhane sahibinin istismara uğrayan karısının kendini öldürmesi ve sonrasında hastaların her kasım ayında gizemli bir şekilde yok olmaları, bu gerilimin her daim canlı tutulduğu bir anlatı sunuyor bize.

Korkutucu garip olaylar hikâyeye yön veriyormuş gibi görünse de dünya meseleleri, ölüm ve yaşamla ilgili felsefi tartışmalar anlatıda önemli bir yere sahip. Romanın bir diğer güçlü yanı tüberküloz hastalığını romantik bir unsur olarak kullanmayı seçmemesi yazarın. Hastalığın bireyselliği ve yalnızlığı sembolize etmesini romandaki gizemli yapı daha doğrusu görünmez varlıklar engelliyor demek mümkün. Lukas, Thilo, August, Frommer, Opitz ve Doktor Semperweib romanın öne çıkan diğer kahramanları. Yazar okurlara bu karakterlerin diyalogları aracılığıyla da farklı bakış açıları sunuyor. Tokarsuk’un romanda konuşulanların gücüne yaptığı vurguyu hissediyoruz. Ölüm fikrine kulak verirken eril sistemin söylemleri, kimi zaman gülünçleştirerek tartışmalar şeklinde metne taşınıyor. Wojnicz diğer hastalarla, kadınların doğası hakkında tartışıyor sık sık. Kadın düşmanı söylemler karakterlerin tartışmalarından hiç eksik olmuyor. Bununla birlikte, yazar ünlü düşünürlerin cinsiyetçi ifadelerine de yer veriyor. Charles Darwin, William S.Burroughs, Jack Kerouac, Jean Paul Sartre, Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche gibi düşünürlerin görüşleri ve bunların eleştirisini de içeriyor roman.

“Kadın evrimin geçmiş ve daha düşük bir aşamasını temsil eder, Bay Darwin’in yazdığı şey bu ve burada şunu söylemek istemiştir, kadın…” Lukas doğru sözcüğü arıyordu “…evrimsel olarak uyuşuktur. Erkek çoktan ilerleyip yeni beceriler kazandığında, kadın eski yerinde kaldı ve gelişemedi. Bu yüzden kadınlar genellikle sosyal olarak engellidir. Bir şeyle kendi başlarına başa çıkamazlar ve her zaman erkeklere güvenmek zorundalar. Gülümse manipülasyonu. Mona Lisa’nın gülümsemesi, evrimsel olarak kendiyle başa çıkma stratejisinin sembolüdür. Baştan çıkar ve manipüle et.”

Toplumsal cinsiyet eleştirisinin yanı sıra insanın temel sorunları üzerine yürütülen tartışmalar da varoluşsal konular üzerine düşünme fırsatı sunuyor bize.

YAŞAM VE ÖLÜM İKİLEMLERİ

“Avrupa'daki son durum ne, savaş patlak verecek mi?’ gibi sorular da merak ettikleri konulardan bir diğeri hastaların. Ama en çok kadınların toplumdaki konumu, insanın korkuları, azınlıkların hakları, yaşam ve ölüm ikilemlerine yanıt arayan ve tüm bu kavramların karmaşıklığını tartışan romanla karşılaşıyoruz. Kendine has bir biçimde olay örgüsünde olan bitenler yoluyla ‘görünmez olan’la ilgili önemli ayrıntılar sunuyor yazar. Tüm bunların dışında Empusyon’da kültürel göndermeler de sık sık karşımıza çıkıyor. Romanda neredeyse hiç kadın karakter yok. Anlatıcı gizemli bir işlev görüyor. Öyküyü anlatıcıların gözünden izliyoruz demek yanlış olmayacaktır. Çok geçmeden romanı, bu anlatıcının ya da anlatıcıların bakış açısı yönlendiriyor. Neredeyse hiç ‘konuşan bir kadın karakter’ olmaması Empusyon’un belki de en güçlü tarafı. Yazar kadınların hayali varlığıyla romanı sımsıkı saran bir yapı kurmayı seçiyor. Cadılar, mitolojik anlatılarda adı geçen kadınlarla yani Empusalarla bağlantılar kurarak, bu bağlarla direnç ve direniş alanları açarak bizleri şaşırtmayı başarıyor.

Sanatoryuma yakın ormana musallat olan kadın hayaletleri, ölü kadınların bedenleri, giderek daha çok hâkim oluyor anlatıya:

“Wojnicz sessizce yürüyordu, endişeyle Thilo’ya bakıyor ve dikkatle Frommer’i dinliyordu. Gerçi dikkati ormandan gelen seslere dağılmıyor değildi: Hışırtılar, uzaklardan bir kuşun çığlığı, uzun kayınların gıcırtısı. Veya sadece göz ucuyla görülen bir hayvanın hareketi ya da çıkıntılı bir dalın yırttığı kürk tutamları veya beden parçaları. Hatta belki sadece üzerinde bulunan uzun ağaçların arasından.”

Belki de fikirlerimizin altında gizlenen hayaletleri metaforik, simgesel mitsel ifadeyle sunmayı seçiyor yazar.

Derin ve karmaşık katmanıyla birçok farklı sesi birleştiren Tokarzuk, incelikle dokunmuş anlatısıyla toplumsal cinsiyet kategorilerini dayatarak yaşanan her türlü baskıyı önümüze seriyor. Feminist eleştiri barındıran roman evrensel bir varoluş sorgulamasıyla da çok katmanlı bir yapı kuruyor.