Google Play Store
App Store

İngiliz asıllı ya da değil, Müslüman ya da Hristiyan, yasal ya da düzensiz fark etmeksizin, göçmenler nezdinde yaratılan “hayali düşman”a benzeyen hemen herkes ırkçı saldırıların hedefi olabilir.

'Hayali düşman'lar üzerinden herkes ırkçıların hedefi olabilir

Melek KÜÇÜKKUZUN / Akademisyen - Londra

Jeremy Corbyn dönemindeki 2017 seçimlerine kıyasla yaklaşık 3 milyon oy kaybetmesine rağmen Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi’nin İngiltere’deki son seçimlerde oyların yüzde 33.7’sini alarak 1997’den beri meclisteki en büyük çoğunluğu kazanan parti olması sol adına doğrudan bir kazanım sayılmasa da Avrupa’da yükselen neo-faşizmi belli ölçüde frenleyecek bir gelişme olarak görülmüştü.

Nigel Farage liderliğindeki aşırı sağcı Reform Partisi’nin oylarını yüzde 2’den yüzde 14’e çıkararak meclise girmesine rağmen, İngiltere’de solun yükselişe geçtiğine dair tartışmalar tüm hızıyla sürerken geçen haftadan bu yana ülkenin Liverpool, Manchester, Bristol, Leeds ve Belfast gibi irili ufaklı kentlerinden faşist grupların düzenlediği gösteriler ve saldırılara dair gelen haberler gündemi tamamen değiştirdi. Tamworth ve Rotherdam’da mültecilerin kaldığı otellere yapılan saldırılar hızla diğer kentlere de yayıldı.

IRKÇI KALKIŞMALARIN BENZERLİĞİ

Olayların geçen hafta Southport’taki bir dans kursunda 6, 7 ve 9 yaşlarındaki üç çocuğun 17 yaşındaki bir saldırgan tarafından bıçaklanarak katledilmesi üzerine failin Müslüman bir mülteci olduğuna dair yanlış bilgilerin sosyal medyada yayılmasıyla tetiklendiği düşünülüyor. Türkiye’de son yıllarda Suriyelilere yönelmiş olan saldırılardan da şahit olduğumuz üzere, bu tarz ırkçı kalkışmaların çocuk istismarı gibi toplumun geniş kesimlerini infiale sürükleyebilecek iddialar üzerinden alevlendirilmesi önemli bir nokta. Toplumda “kutsal” ya da “tabu” kabul edilen benzer konuların faşizme rıza yaratmak ve saldırıları bu yolla meşrulaştırıp kitleselleştirmek için kullanılması bir sağ popülizm taktiği.

Öte yandan polis olayları yatıştırma amacıyla 17 yaşındaki saldırganın kimliğini İngiltere’de doğmuş ve büyümüş Ruanda kökenli bir Hristiyan olarak açıklasa da münferit ya da örgütlü saldırıların Müslüman mültecilerden başlayarak hızla diğer ötekileştirilen gruplara yöneldi.

FAŞİST DALGADAN YARARLANMA

Yükselen faşist dalgadan istifade etmek isteyen Farage da zaten bugün yaptığı açıklamada toplumun “kitlesel, kontrol edilmeyen yasal ya da yasadışı göç” nedeniyle bölündüğünü söyleyerek aşırı sağın bu kadarıyla yetinmeyeceğini ve ırkçı nefreti düzensiz göçmenlerle birlikte “yasal” olanlara da yönelteceklerini yani yasaların “bile” göçmenleri korumaya yetmeyeceğini adeta ilan ediyor.

İşçi Partisi’nin en önemli seçim vaatlerinden birisi de açıkça insan haklarını ihlal ederek düzensiz göçmenleri Ruanda’ya geri göndermeyi öngören ve seçimlerden hemen önce meclisten geçen yasayı iptal etmekti. Başbakan Starmer bugün ırkçı saldırılara doğrudan sokakta ya da sosyal medya üzerinden katılan “haydutları buna pişman edeceğini’’ söylese de İşçi Partisi’nin göç politikalarının Muhafazakâr Parti’nin yaklaşımından “daha insaflı’’ olduğu söylenemez. Neticede Starmer sınır kontrollerinin arttırılacağı, net göç oranının azaltılacağı ve “nitelikli göçmenlerin’’ tercih edileceğinin sözünü vererek iktidara geldi.

SORUNLAR DERİNLEŞİYOR

Olayların nereye evrileceğini kestirmek elbette güç ancak başarısız göç politikalarıyla birlikte derinleşen sorunlar halihazırda toplumda ve ana akım siyasette kalıplaşmış yargılar etrafında bu denli pragmatik ve popülist bir şekilde ele alınırken yeni hükümetin esaslı bir “ırkçılık karşıtı’’ rol oynamasını beklemek mümkün değil. Göç kadar sömürgecilik nedeniyle de İngiltere demografik anlamda oldukça çok kültürlü bir ülke ve tüm bu etnik, kültürel, dinsel farklılıklar tüm sorunlara rağmen hayatın birçok alanında olduğu kadar özellikle büyük şehirlerde sokakta da oldukça “görünür.” Bu açıdan “çok kültürlülüğün’’ deyim yerindeyse İngiltere’nin “toplumsal fay hatlarından biri’’ olduğu söylenebilir.

HAYALİ DÜŞMANLAR YARATMAK

Starmer’ın göç konusunda ana akım ezberleri tekrar etmesi tam da bu yüzden oldukça tehlikeli ve sorunlu. “Toplumu sakinleştirmek adına’’ çok kültürlülüğü bir an için mahkeme kararıyla askıya alarak ve kimlik politikalarına sıkışarak katilin aslında “Müslüman’’ değil de “Hristiyan’’ göçmen değil de “buralı’’ olduğunu açıklamak beyhude bir çaba. Hem toplumsal, hem de siyasi anlamda en baştan mutabık kalınmış belli bir ırkçılık söz konusu olduğu sürece, göçmen nefretini örgütlemek için pek çok bahane bulunabilir elbette. İngiliz asıllı ya da değil, Müslüman ya da Hristiyan, yasal ya da düzensiz fark etmeksizin, göçmenler nezdinde yaratılan “hayali düşmana’’ benzeyen hemen herkes ırkçı saldırıların hedefi olabilir.

Son olarak, polisi saymazsak, pazar günü Bristol’de ırkçılık karşıtı göstericilerle faşist gruplar arasında çıkan çatışma dışında henüz sokaklarda faşist dalgaya karşı duracak önemli bir politik aktör görünmüyor. Solun, sendikaların, ilericilerin en azından anti faşist hareketle yan yana gelip bir şeyler yapması zaruri.  Anti-faşist hareketin de hemen örgütlenerek hızlı ve kararlı bir tepki vermesi ve kendini sokaklarda daha görünür kılması politik bir zorunluluk olduğu kadar, birçok göçmen için de hayati bir önem taşıyor.