'Hayat budur'

MUALLA UÇMANER

Türkiye’de reklamcılık sektörünün gelişiminde önemli rol üstlenen isimlerden biri olan Şahin Tekgündüz’ün anıları ‘Yaşadım Diyebilmek’ okurların karşısına çıktı. Tekgündüz’ün tek katkı sunduğu alan reklamcılık değil. Yayıncılıktan matbaacılığa, oyunculuktan gazeteciliğe dek uzanan geniş bir alanda emek sarfetmiş. Dolayısıyla Türkiye’nin kültürsanat-edebiyat hayatına unutulmayacak değerler kazandırmış. Şahin Tekgündüz’le anılarının geçtiği dünyasını ve kitabını konuştuk.

Anı zor bir türdür. Kendine çıplak olabilmeyi gerektirir en başta. Belki de tam da bu nedenle önemli bir yer kaplamaz yazınımızda. Sizin sınavınız nasıl oldu anılarınızla? Yazmaya nasıl karar verdiniz ve hangi refleksle yola koyuldunuz?

Evet, anı zor bir türdür, saklamaya çalışsa bile öncelikli kendini ele vermektedir yazar. Bu nedenle anı okurken ilk dikkat edilecek şey anının sahibinin kişiliğidir. Ne denli cesur ve dürüst davranabilmiştir, yazıp söyledikleri ne denli nesneldir; kanıtlara ve tanıklara dayanmakta mıdır? Bütün bunları irdelemeden güvenle okunamaz anılar.

Çok renkli bir dünyanın içinden geçecek anılarınızla birlikte okurlar. Şunu merak ediyorum; o günleri düşündüğünüzde sizde uyanan duygu ne? Hüzün, mutluluk, acı, özlem… Hangisi?

Tek sözcükle özlem… Hele bugünleri yaşarken…

Kendinizle hesaplaştığınız ya da geçmişinizle ödeştiğiniz bölümler de var kitapta. Anıları yazmanın, yazarın kendiyle barışmasında da rolü var mı?

Benim de kendimle küstüğüm dönemler elbette olmuştur ama yaşama gerçekçi bir gözle, geniş açıyla bakıldığı ve soğukkanlılıkla bakıldığı zaman bu tür küslüklerin başlamasıyla bitmesi bir oluyor. Fransızların bir sözü vardır sık sık tekrarladığım: “C’est la vie” (hayat budur) Hayatın gerçeklerini içselleştirebilmiş birisi için öznel dürtülerle küsmek bence ilkelliktir. Ben bu yaşıma geldim, küstüğümü anımsadığım üç kişi ya vardır ya yoktur.

Öncü, girişimci bir yönünüzün olduğunu görüyoruz. O dönem için insanların çok aşina olmadığı iş alanlarına girip önemli girişimlerde bulunuyorsunuz: Yayınevi, matbaa, ajans, fotoğrafçılık, sinemacılık… Merakım şu: Çevrenizden nasıl tepkiler alıyordunuz bu girişimci yönünüzle ilgili?

Bu yanım hem iyi hem kötü sonuçlar vermiştir. İlk örnek şu: Sosyalist görüşe sahip birisi olduğum halde seksenli yıllarda liberal ünlülerin kurduğu ‘Müteşebbisler Derneği’nin genel sekreterliğini ‘Girişim’ adlı bültenlerinin yayınını üstlenmiştim de şimdi anımsadıkça üzülüyorum. Saydığınız özelliklerim bir de sorumluluk ve iş yüklenmeyi (tabii başarılı olmak elde bir) gerektirdiği için hep takdirle karşılanıyordum. Diğer hercailiğimi kitapta anlattım sanırım.

Kültür-sanat-edebiyat dünyasına dair önemli alanların arkasından sizin isminiz çıkıyor. Yayın dünyasında olanlar bilir. Kameranın, objektiflerin önünde bir kişi olur ama arkasında dev bir ordu çalışır. Siz o orduyu yöneten ya da ortaya çıkaran oldunuz hep değil mi? Bu nasıl bir haz verdi size?

Paha biçilmez bir haz, hele bir de başarılı olabilmişseniz, yenilerine kucak açmaktan hiç çekinmezsiniz, onlar da üstünüze üstünüze gelir.

Pek çok meslek dalında da çalışıyorsunuz, gazetecilikten tiyatroculuğa kadar uzanıyor nitelik alanınız. Bu da çevrenizde pek çok ismin bir araya gelmesi demek. O zamanki ilişkilerle şimdikileri bir kefeye koymanızı istesem sizden…

Aaah!.. o zamanki ilişkiler aah!.. Sürekli ele ele, omuz omuza, çıkarcılıktan uzak, dayanışmayla geçen… yetmez mi?

Her kitap okuruna bir şey bırakır. ‘Yaşadım Diyebilmek’ de bu bağlamda çok zengin, okurun kendine alacağı çok malzeme var yaşantınızdan. Ama yazarına da bir şeyler bırakır kitaplar. ‘Yaşadım Diyebilmek’ size ne öğretti?

Kitap yayımlamanın çok zor ve meşakkatli ama aynı zamanda da çok onur verici ve keyifli bir iş olduğunu…