Sıcak. Daha da sıcak olacak. Bilim, açık konuşuyor. Türkiye, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri. Küresel ısınma nedeniyle kuraklık, sel, fırtına, orman yangını gibi doğal afetler artık mevsim ‘normali’ sayılacak. Temmuzun, insanlık tarihinde kaydedilen en sıcak ay olduğu açıklandı. Gezegen, hepimizin yüzüne can alan kırmızı ikaz fişekleri fırlatırken AKP iktidarı, gözde sermayesinin azgınca büyümesinin yolunu açıyor.

Yargı kararları, çevre talanına karşı mücadele edenlerin aleyhine çıkarken, iktidarın özel kuvvetleri haline gelen kolluk gücü de bölgesini korumaya çalışan yöre insanları ve çevrecilerin, gazetecilerin gözlerinin içine biber gazı sıkıyor, tazyikli suyla yerlere seriyor, kelepçeleyip tutukluyor. Bugün Türkiye, millilik ve yerlilikte birbiriyle yarışan siyasi partilerin egemenliği altında. Sorsan hepsi memleketin havasına, suyuna, taşına, toprağına bin kere kurban olur. Düzlüğüne, yokuşuna, ırmağının akışına hemen şuracıkta ölüverir. Toprağım, ekmeğim, namusum der ama evet sadece der. Akbelen’de kömür için ağaçların kesilmesine, Kazdağları’nda altın için toprağın zehirlenmesine, Karadeniz’de HES’ler için derelerin kurutulmasına ses etmez. Ölürüm Türkiyem ölmesine de, ranta uzanan elleri de kırmak, halkı isyana teşvik eden nineleri, kesilmesin diye sarıldıkları ağaçlardan kelepçeleyerek uzaklaştırmak gerekir. Siyaseti, halka hizmet işi olarak değil de suyun başını tutmak olarak görmek bugünün meselesi değil elbette ancak çığrından çıkışı şüphesiz bu dönemin ‘destanı’!

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’deki Akbelen ormanında, AKP’nin gözdelerinden ve dünyada en fazla kamu ihalesi alan şirketler listesinde başı çeken Limak ve IC Holding’in ortak iştiraki YK Enerji, kömür maden sahasını genişletmek için, ağır hasara rağmen daha fazla ağaç kesmek istiyor. Yöre halkının direnişine destek olmak için Akbelen’e gidenlerin de karşısına dikilen engel aynı; kamunun değil, iktidarla beraber kol kola büyüyen sermayenin çıkarlarını korumak için görevlendirilmiş devletin jandarması! Direnişçilere uzatılmak istenen bir yudum suya bile izin verilmiyor. Savaşta olsak, savaş hukukuna aykırı, ki savaşta sayılırız, durum onu gösteriyor. Çevre katliamlarına sebep olan bütün ticari hamleler suçtur. Anayasa’ya göre “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.” Dolayısıyla hem Akbelen’de ormanı korumak için mücadele eden, hem Cudi’de başlayan orman yangınını söndürmek isteyen halkın yaptığı iddia edilenin aksine suç değil, aksine zorunluluk. Çünkü Türkiye’nin taşı, toprağı “ölürüm sana” diye şarkı söylemekle korunmuyor, ne de seviliyor. Bunu en iyi bilmesi gerekenler de, kentsel dönüşüm adı altında, ki bölüşümdür onun aslı, betondan şehirlere hapsedilmiş ve 45 derece sıcakta sığınacak bir ağaç gölgesi arayanlar olmalı. Hangi siyasi partiye gönül verdiklerinin bir önemi olmadan.

***

Değil mi ki zaten, ateşi her geçen gün harlanan gezegende aynı güneşin altındayız hepimiz. Bir dakika! Değil miyiz yoksa? Olabilir mi böyle bir şey? Oluyor gibi sanki. Tamam, AKP sermaye işbirliği üç günlük rant için üç yüz yıllık yaşamsal kaynakları talan etmeyi zarar saymıyor, peki ya muhalefet? Neredesiniz ağalar? Dengesini bozduğumuz gezegen bizi kar kürelerinin içindeki simli pullar gibi bir o yana bir bu yana savururken, sizi siyasetin konforlu alanından ne çıkaracak? Akbelen’de doğa katliamına direnen insanların muhalefet partilerine destek çağrısı yapmasında bir gariplik yok mu sizce? Çoktan yerinizi almış olmanız gerekirdi orada. “Bu yok edişe aktif eylemsellik ile dur demeye davet ediyoruz” diyen insanlara gidip parmak sallamak da neyin nesi peki? Memleket nasıl kurtarıldı diye sorulduğunda saatlerce top mermisi sırtlanan Seyit Onbaşı’dan bahsedecek olanlar nerdesiniz? Ormanlar, tarım arazileri, su kaynakları sermaye için birer birer yok edilirken Anayasal hakkını savunan insanların yanında olmaktan, aynı Toma’nın suyunda ıslanmaktan sizi ne alıkoyuyor? Çamlıhemşin’de yaylaların talan edilmesine karşı çıkan ve sopasıyla jandarmanın önüne dikilen Havva Bekar, kendilerine ‘çapulcu’ diyen valiye cevaben ne demişti hatırlayalım, “Vali bize çapulcu diyor. Sen nesin? Sen sandalyede oturmuşsun. Biz buraların hamurunda yoğrulmuşuz. Devlet nedir? Devlet yok halk var. Kimdir devlet? Devlet bizim sayemizde devlettir.” Çanlar çalıyor. Muhalefet ya halkın yanı başında muhalefet etmeyi öğrenecek ya da bunu bilenlerle yer değiştirecek. Bu işin sandık nöbetiyle yürümeyeceği ortada. O nöbet, yaşam nöbetine doğru büyüdü, haberiniz olsun.