“Bence çok mutsuz bir şey hayat. Çünkü acımasız… Hayatı genel olarak değerlendirmeye kalktığınız zaman, dünyanın yapısı öldürmek üzerine kurulu. Var oluş-yok oluş… Bir doğum durumu var ve o doğum başka biri tarafından yenilmek üzerine belki aslında bir yem. Herkes birbirinin yemi...”

Hayko Cepkin, BirGün'e konuştu: Hayat ne kadar dik durabildiğinizle alakalı

Sercan MERİÇ

Hayko Cepkin, 2000’li yıllarda hayatımıza girdi. Önce farklı müzik ve vokal tarzıyla geniş kitlelerin hayranlığını kazandı. Konserlerindeki sahne şovları bir hayli etkileyiciydi. Sınırlarının olmadığını gösteren birçok yeniliğe imza attı.

Konser sahnesine paraşütle atlaması da bunlardan birisiydi. Şimdi dünya klasiklerinden Jekyll&Hyde oyununda tiyatro sahnesinde. Tiyatroda da izleyen herkesi kendisine hayran bırakıyor.

Öyle ki, oyunun prömiyerinde izleyiciler avuçları patlayana kadar onu alkışladı. Biz de hem insanlığı çok iyi bir şekilde ortaya koyan bu klasikten türeyen oyunu hem de hayatı konuştuk…

1886’da Robert Louis Stevenson'ın kaleme aldığı Jekyll&Hyde sahneye uyarlandı ve son dönemin en etkileyici oyunu oldu. Tabii bunda sizin performansınızın çok etkisi var.

Güzel sözler için sağ olun. Prömiyerde mi seyrettiniz?

Evet, ilk seyredenlerden birisiyim…

Prömiyerden itibaren güçlü bir şekilde girmek herkese nasip olacak bir şey değil. Onun için çok kıymetli buluyorum bu yorumu.

Oyundan çıkınca ilk düşündüğüm şey, “Acaba bu rolü Hayko Cepkin dışında kim bu kadar iyi oynayabilirdi?” oldu…

Oyuncu ailesinden oynayabilecek isimler mutlaka ki vardır. Ama tabii orada Jekyll&Hyde’ın ses renklerinin değişmesi, gırtlak vokaline biraz geçiş olması… Dünya tarihine de baktığınız zaman operacıların genel olarak seslendirdiği bir oyun olmuş. Bunun tek bir beden üzerinde canlandırılması tarihte bazı oyuncularda nasip olmuş. Genel olarak da iki kişi oynamış. Teklif geldiği zaman “İkisini de kendim oynamalıyım” dedim. Çünkü final bölümü ikisinin birbirine karıştığı ve düet yaptığı bir sahne. Bunu normalde kendi sahnemde de 26 yıldır yaptığım için beni çok zorlayacağını düşünmedim. Oyuncu olarak oynayacak çok isim vardı ama orada şan eksiği belki devreye girebilir. Onun için iyi bir seçimim. 10 yıllık bir hayalin karşılığı oldum. Benim için de aynı şey geçerli çünkü ben de müzikal ve opera sahnesinde olmayı çok isteyen bir öğrenci olarak sonunda akademik sahneye ulaşmış oldum.

Prömiyerde o alkışı duyduğunuzda ne hissetiniz?

Alkışa ve kalabalık seyirciye alışık olduğum için çok garipseyecek bir durum olmadı. Ama biraz evvel söylediğim gibi akademik kariyerde bu alkışı ve bu nümayişi duymak, bambaşka bir gururdu.

Jekyll&Hyde insanlığın kötü yanında gösteriyor. Performansınızdaki etkileyici unsurlardan birisi içinizde iyi kadar kötü de olduğu için mi acaba?

Tabii ki... Zaten oyunda anlatılan şey de o. Herkesin bir rolü var bu hayatta ve herkes ona uyar. Aslında kötülük medeniyet dediğimiz şeyde içimizde bastırmaya çalıştığımız nokta. Herkesin içinde aslında tutmaya çalıştığı bir kötü var. Bu oyunda da kötüyü dışarıya çıkartma olayı aslında bir iksirle, bir ilaçla oluyor. Aslında o bir betimleme… Çoğu zaman insanoğlu hayatına baktığınız zaman kötünün çıkması için bir iksire ihtiyacı yok. Kendi içinde var olan şeyi zaten dışarıya çıkarıyor, ki şu anda da yaşadığımız süreçte kötüyü tutma ihtiyacı olmayan, bunu hiç düşünmeyen insanlardan oluşmuş bir güruhun içerisinde yaşamaya çalışıyoruz.

Jekyll aslında bilimsel araştırmalar yaparken o dönemin elitleri, bürokratları ona yol vermiyorlar. Hyde’a dönüşürken devrimci bir yönü de var aslında.

Aslında yapmak istediklerini özgürce hayata geçirmeyi isteyen bir adam çıkıyor aslında. Biz önce karakter analizleriyle başladık. Analizler sonucunda çıkan şey aslında o çok efendi gibi gözüken Jekyll’ın gerçekte hasta olan kişiliğinin olduğunu düşündük. Oyunun dünya genelinde oynanmış bütün oyunlardan farkı; duygusal olarak seyirciye baskısı, duygulara manipülasyonu daha ağır. Özellikle final bölümünde iyice zıvanadan çıkartıyorum. Çünkü ilk defa kendisiyle konuşmaya başlıyor. Gerçek hayat gibi sunmaya çalıştık.

Oyunda Jekyll’ın en iyi arkadaşı John Utterson da (Umut Kurt oynuyor) dostluk, dayanışma ve sevgi aracılığıyla kötünün bir şekilde ehlileştirilebileceğini yansıtıyor mu?

Yönetim kurulu toplantısında ret kararı çıkacağını o kadar iyi biliyordu ki dostum. Bana bunu yapmamam gerektiğini oyunda belli ediyor. Sonra da dostluğun verdiği görevle “Sen gerçekten inanıyorsan devam etmen gerekir” diyor. Bakın 1886’lardan bahsediyoruz. O zamanlarda yazılmış insani diyaloğun, günümüzde de hiçbir değişim göstermeden var olduğunu, aslında tarihin de tekerrürden ibaret olduğunu görebiliyoruz.

2000’li yıllarda Türkiye olarak sizi tanıdık. Önce vokal tarzınızla müzikte bir “yeni”yi temsil ettiniz. Sonra paraşütle sahneye atladınız. O da bir ilkti. Bütün sanat hayatınızda yenilikçi olma gibi bir eğilim var. Tiyatro da sizin için bir yenilik…

Aslında ilk başladığım yol bu… Ben tiyatroyla başladım çünkü. Hayatımda hayal ettiğim her şeyi teker teker yaptım. İlk başladığım şey bütün bu hayal serüvenimin içerisinde yerine getiremediğim tek şeydi. Yani tiyatro... En başa döndüm aslında.

Jekyll’a dedikleri gibi size de bu saydıklarımızla ilgili “Yapma” diyen çok kişi çıkmıştır karşınızda…

“Başkaları ne der? Böyle bir şey yaparsan sana ne gözle bakarlar? Böyle bir şey yok ki niye yapıyorsun?” derler... Olmadığı için yapıyorum zaten. Olmayanı yapınca yenilikçi oluyorsunuz zaten. Var olanı tekrar ederseniz aynı tasın içerisinde yuvarlanmaya devam ediyoruz. Ben risk almayı seven bir adamım. Onu sevmeseydim zaten paraşütçü olmazdım veya Türkiye'de bu tür müziği yapmazdım.

Sanat camiasında da yenilikçi olanı engellemeye çalışan çok oluyor değil mi?

Düz kalırsanız çünkü çok göze bakmazsınız, işinizi görürsünüz, paranızı alırsınız. Risk alıp çok ortada gözükmeye başladığınız zaman sivrilmeye başlarsınız, sivrildiğiniz yerde de ufak törpüler hemen devreye girip o ucu törpülemeye kalkar. Sizin buna ne kadar dik durabildiğinizle alakalıdır hayat. Hayat dediğiniz şey zaten istediğinizi yapmak üzerine geldiğiniz bir alan. Başkalarının istediğiyle hareket edeceğiniz bir platform değil. Önce hayatın ne olduğunu sorgulamanız gerekiyor.

Büyük sanatçı Timur Selçuk'un yanında eğitim gördünüz. Çok kıymetli bir sanatçıydı. Bugün o dönemlere baktığınız zaman kariyerinizdeki kırılma anlarını nasıl özetlersiniz?

Sanırım kırılma noktam geçmişte çalıştığım hocalarının varlığıyla başlıyor. Cahit (Berkay) abilerin, Kurtalan Ekspreslerin, Timur Selçukluların, Bülent Ortaçgiller'in yanında büyümemiş olsaydım belki bambaşka bir adam olabilirdim. Orada dostluklarınız, arkadaşlıklarınız hayatınızın gideceği yolları ve yöntemleri çok belirliyor. Benim en büyük şansım sonsuza kadar bu ülkenin topraklarında ekol olarak kalacak isimlerin hocalarım olması… Onların disipliniyle büyüdüm.

Hepsinde aslında o bahsettiğiniz disiplin kadar muziplik de var…

Tabii ki de. İyi ki var. Öbür türlü çok daralırdık kendi içimizde. Çok geniş bir yelpazede bana kendi hayatlarından bir parça sundukları için örneklerim oldular. Ben o örnekleri görüp iyiyle kötü arasındaki farkı, zamanla zamansızlık arasındaki düzeni, başarıyla başarısızlık arasındaki dengesizliği, parlamak ve yok olmak arasındaki süreci tatma şansım oldu. Onun için çok temaşası yüksek, nümayişi harika, alkışı bol ve durmaksızın övgü aldığınız bir şeyin sonunun varlığına inandığım için ona göre hayatımı idame ettirmeye çalışırım. Hiçbir zaman bu sahnenin ve bu alkışın daim olacağına düşünmem. Onlar gibi hep ileriye dönük çalışmayı seviyorum.

Bu noktada özeleştiri de çok kritik bir yerde olsa gerek…

Özeleştiri en önemli noktası. Ekibinizin, birbirini iyi tanıyan insanların eleştirisi çok daha önemli. Özellikle hocalarımın günü geldiği zaman benimle alakadar bir eleştirisi, dünyanın en kıymetli eleştirisi... İlk senfoni konserime çıkmadan önce Timur (Selçuk) Hocam ile telefonla konuşma şansım oldu. Çok uğrayamadığım için özür diledim. “Uzaktan seni izliyorum evladım, gurur duyduğumuz bir öğrencimizsin” dedi. Benim hayatımda duyduğum en önemli laflardan bir tanesiydi.

Sosyal medyada hayvan katliamı üzerine yazdığınız mesajda, “hayattan zevk almanın” önemine de değiniyorsunuz. Toplum olarak da artık hayattan çok zevk alamıyoruz gibi… Siz hayattan zevk alan bir insan mısınız?

Hayattan zevk almaya çalışan bir insanım. Hayat aslında mutlu bir biçim değil. Mutlulukları siz kendiniz üretiyorsunuz. Bunu kimisi duygusal olarak yakalayabiliyor, kimisi de madden. Manen mutluluk en zor kısmı. Eşinizle, ailenizle, çocuklarınızla mutlu olmanız… Şu an dünya stratejisi hayatı o kadar çok ekonomi üzerine oturtmuş durumda ki, ekonomisi kötü olan her insan duygusal olarak da çöküş yaşıyor. Onun için onu yazdım. Hayattan zevk almayı düşünecek kısmı da elimizden aldılar. Ben hayattan zevk almaya çalışıyorum o yüzden. Bence çok mutsuz bir şey hayat. Çünkü acımasız… Hayatı genel olarak değerlendirmeye kalktığınız zaman, dünyanın yapısı öldürmek üzerine kurulu. Var oluş-yok oluş… Bir doğum durumu var ve o doğum başka biri tarafından yenilmek üzerine belki aslında bir yem. Herkes birbirinin yemi... Zaman zaman mutlu olabilecek doneler elimize geçiriyoruz, onu kıymetli olarak hayatımıza yerleştirmemiz gerekiyor. Bu da üst üste kötü gitmeye başlayınca artık tamamen zevk alınmamaya başlanıyor. İnsanlığın geldiği durum bu. Tamamen hayattan koptular. Hiç zevk alabilecek bir şey kalmadı ellerinde.