Google Play Store
App Store
Haysiyetli muhalefetin serserisi: Terry Hall
Terry Hall. (Fotoğraf: Depo Photos)

Sessiz sedasız biri göçtü, 2022’ye veda etmeye hazırlanırken. Yeraltı müzik camiamızda kıymetini bilen bir avuç insan dışında, bir haber olarak bile kimselerin dikkatini çekmedi.

Rock müziğinin endüstriyel bir meta haline dönüştüğü günlerde, Rock Against Racism (Irkçılığa Karşı Rock), insanlık namına yürütülen sınıf mücadelesinin müzik cephesinde halen bir umudun varlığına işaret ediyordu. Bu dönemin ardından İngiltere’de yeni bir akım doğmuş, siyah ve beyaz müzisyenlerin arkadaşlığı esasına dayalı, neşeli ve politik müzik yapan topluluklar belirmeye başlamıştı. The Specials bu eğilimin en güzel mükâfatlarındandı.

Seksenli yıllarda ırkçılığa karşı verilen mücadelenin bayrağını taşımış; Punk, Karayip müziği ve Reggae’den oluşan bir formülle Ska tarzında uzmanlaşmıştı. Toplumsal ve politik konuları ve polemik diliyle yazılmış hiciv dolu satırları dans müziğiyle buluşturmuş; iki ruh halinin bir arada bulunabileceğini ispatlamıştı.

Irkçılığın yanı sıra nükleer savaş, kentsel yoksulluk ve insan haklarını konu edinmiş; ülkede düzenlenen her muhalif etkinliğin başını çeken topluluklardan biriydi. Midlands’te 2 Tone adında bir plak firması kurarak, Madness, The Beat gibi topluluklara ev sahipliği yapıyorlardı. The Specials 1981 yılının sıcak yazında, tarihin önemli bir anını özetleyen (envantere kaydeden) nadir şarkılardan birini “Ghost Town”ı (Hayalet Şehir) besteleyince; işsizlik artarken, birçok bölgede isyan bayrakları açılırken, kapanan fabrikalar, mekânlar ve iş yerleri için yazılmış bu ağıt adeta bir umutsuzluk çığlığı; o yıl İngiltere’de en çok satan plak olmuştu.

The Specials topluluğu ve solisti Terry Hall, İngiliz kültürüne en çok ihtiyaç duyduğu anda isyan ruhunu aşılamış; kendinden sonra gelen Blur, Damon Albarn, Billy Bragg, The Libertines, New Order, Badly Drawn Boy gibi isimlere hatırı sayılır bir haysiyet mirası bırakmışlardı.

***

1959’da Coventry’de işçi sınıfına ait bir ailede doğan Hall çalışkan bir öğrenciydi, iyi de futbol oynuyordu. Alkolik babası gençlik yılları boyunca depresyon ilaçları almasına, 14 yaşında okulu bırakmasına neden olmuştu. Sadece beyazların girebildiği kulüpleri gördüğünde bir aydınlanma yaşamış, ırkçılıktan nefret eder hale gelmişti. Hall’u müzisyen olmaya iten albüm David Bowie’nin “Young Americans” oldu. Duvarcı olarak çalışırken, punk topluluğu Squad’a katılmış, kısa bir süre sonra da The Specials’a solist olmuştu.

Hall, seksenlerin başında popun belirleyici seslerinden biri haline gelerek İngiliz sağına karşı bayrak açmıştı. İngiltere’nin yetiştirdiği en iyi şarkı sözü yazarlarından biriydi. Müziği hayatın özünü neşeyi, acıyı, mizahı, adalet mücadelesini ve aşkı kucaklıyordu. Sahnede müziğin gizli gücünü ortaya çıkaran yetenekli bir serseriydi.

Bir müzisyen olduğu halde ırkçılıkla mücadelede dönemin neredeyse tüm siyasetçilerinin pabucunu dama atmıştı. Thatcher’ın kutuplaştırıcı siyasetine müziğiyle direnmişti.

Bir dönem The Specials’tan ayrılıp solo çalışmalarda bulunmuş, Fun Boy Three’yi kurdu. İki binli yıllara iyi girmedi. Alkol tedavisi görmek zorunda kaldı ve bu mücadelede onu yönetmen eşi Lindy Heymann hayatta tuttu. Hall Los Angeles’ta bir Reggae albümü kaydetmeyi planlıyordu. Hatta uçak bileti, otel ve stüdyo rezervasyonu bile hazırdı. Ancak 19 Aralık günü 63 yaşındayken pankreas kanseri nedeniyle vefat etti.