Hayvan hakları şimdi!
Hak temelli yaklaşımda bugünden yarına ara yollar değil gerçekçi olup imkânsızı istemek ve haklardan taviz vermeden toplumsal benimsemenin sesini yükseltmek gerekiyor.
Halis Dokgöz - Prof. Dr., Adli Tıp Uzmanı, Karikatürist
17 maddelik “160 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 2 Ağustos’ta Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Ve daha yayınlanan kanunun mürekkebi kurumdan önce Niğde ve ardından Ankara Altındağ’da toplu köpek katliamları haberleri gelmeye başladı.
İstanbul’da 1910 yılında 80.000’den fazla sokak köpeğinin Sivriada’ya gönderilmesi ve sonrası aç susuz bırakılan köpeklerin açlıktan veya birbirlerini yiyerek ölmesi sonucu “Hayırsız Ada” olarak tarihe geçen olaydan sonra ne yazık ki yaşadığımız dönemde çıkan bu kanun, çok daha kötü hayvan istismar ve ölümlerinin olacağının işaretlerini gösteriyor. Olayın sıcaklığından biraz uzaklaşıp hayvan haklarına tarihsel perspektiften bir bakış atmanın tam da zamanı gibi görünüyor.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre hayvan; duygu ve hareket yeteneği olan, içgüdüleriyle hareket eden canlı yaratık olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca bir hakaret unsuru olarak da kullanılmaktadır. Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat kimse ve kızılan bir kimseye söylenen hakaret sözü olarak yer almaktadır. At, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde(!) kullanılan yaratık olarak da tanımlanmaktadır. Kurumsal bir sözlükte bile hayvan sözcüğünün hakaret unsuru olarak yer alması hayvanlara bakışımızın ne kadar sorunlu olduğu ve kültürel kodlarımıza kadar işlemiş bir sorun olduğunu da gözler önüne seriyor.
Örgütlü hayvan savunuculuğu 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmış olsa da 20. yüzyılda Batıda başlayan hayvan hakları hareketi insan ve hayvan ilişkilerini bir felsefi kuram çerçevesine oturtmayı ve giderek etik ve hukuk sistemi içinde yer almasını sağlamayı amaçlamış ve ancak 21. yüzyılla birlikte hayvanların savunmasızlığına dair farkındalık ana akım haline gelmiştir. Hayvanların sosyal ve ekonomik hayattaki konumu; insanla olan ilişkisinden bağımsız bir varlık olarak ele alınması gerektiğine ilişkin yaklaşımlarla birlikte değişmeye başlamıştır. Bu doğrultuda, hayvanların bir “hukuk” nesnesi mi yoksa “hak” öznesi mi olduğuna dair süregelen söz konusu tartışma, hayvan haklarının nasıl korunması gerektiği meselesinin özünü oluşturmuştur. Yaşadığımız dünyada hayvan haklarını tarihsel süreçte analiz etmek kadar yeni bir perspektifle paradigma değiştirme zamanının da çoktan geldiğini ve geçmekte olduğunu da düşünüyorum.
İnsanların hayvanlarla ilişkisi aralıksız insan lehine bir sömürü üzerinedir. Hayvanların emeklerini kullanırız, sirklerde ve hayvanat bahçelerinde hapsetmekten çekinmeyip gösteri ve oyun nesnesi yaparız, gerekli gereksiz yeriz ve giyeriz. Batıl inançlarımıza hizmet etmeleri için kullanmaktan bilime kurban ederek deney yaparız. Zevk için yabani hayvan avcılığı turizmi bile yaptırır veya ölümüne yarıştırarak bir kumar nesnesi yaparız.
Modern yasama süreci, çeşitli kanunlarla insan dışındaki hayvanlara belirli korumalar sağlamaya başlamıştır. Bu tür hukuksal mevzuatın iki önemli parçası Hayvan Refahı Yasası ve Nesli Tehlike Altındaki Türler Yasası’dır. Teorik olarak bu eylemlerin her ikisi de önemli ilerlemeler gibi görünmektedir.
Hayvanlara yönelik tutum ve davranışlar kişisel, sosyal ve etik gelişimin önemli bir yönüdür. Bunun nedeni kısmen bunların insanların birbirlerine karşı tutum ve davranışlarından farklı olmaması ve hatta tıpatıp bunlarla örtüşmesidir. Hem bireysel hem de kamusal anlamda hayvanlara yaklaşım gelişmişliğin ve tırnak içinde iyi insan olmanın da öğesi olmuştur. Mahatma Gandhi’nin “Bir ulusun büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara nasıl davranıldığıyla değerlendirilebilir” sözü mottomuz olmalı.
Hayvanlarla iletişim ve ilişkimiz çocukluktan başlıyor. Ve çocuklukta kurulabilen iyi ilişki çocuğun sağlıklı bir ergenlik ve yetişkinlik dönemi geçirmesine de katkı sağlıyor. Çocukluğunda hayvan istismarında bulunmanın toplumsal şiddet eğilimini artırdığı bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Ve hatta çocukluğunda hayvanları istismar eden ve şiddet uygulayan bireylerin erişkin olduklarında şiddetin en ağır formları cinayetlere kadar giden suçlar işledikleri görülmektedir.
Hayvanlarla ilişki ve iletişimimizde hayvan sömürü ve istismarına karşı çözüm olarak hayvan refahı ve hayvan hakları konusunda bir yaklaşım getirmemiz gerekiyor. Hayvan refahı yaklaşımında hayvanların insan yararı için kullanılması olağan ve sıradan bir durum olarak öne çıkıyor. Burada belirleyici olan ve öne çıkarılan durum hayvanların bu kullanım sırasında yaşadıkları acı ve zulmün azaltılması ve mümkün olabildiğince ortadan kaldırılmasıdır. Hayvan hakları yaklaşımına göre ise hayvanların kendi değerleri vardır ve doğuştan bazı haklara sahiptir. Ve hayvanların hakları olduğundan insan yararına kullanımı da hak ihlallerine neden olmaktadır. Örneğin hayvan refahının geniş kafesleri, hayvan haklarının ise boş kafesleri hedeflemesi temel farkı çok iyi açıklamaktadır. Bir grup aktivist ise hayvan refahı ile hayvan hakları arasında ara bir yolu tercih etmekte ve hayvan hakları için hayvan refahının yeni alan açma yolunda önemli olduğunu savunuyorlar. Boş kafesler için geniş kafeslerden başlanması gerektiğini savunuyorlar.
Evrensel Hayvan Refahı Bildirgesi (Universal Declaration on Animal Welfare), hayvanların duyarlı olduğunu kabul etmek, zulmü önlemek, acıyı azaltmak ve çiftlik hayvanlarının, evcil hayvanların, bilimsel araştırmalarda kullanılan hayvanların, yük amaçlı kullanılan hayvanların, rekreasyondaki hayvanların ve yaban hayvanları vb refahına ilişkin standartları teşvik etmek için önerilen bir hükumetler arası taslak antlaşma olup Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmesi öneriliyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi onaylanırsa, hayvanların duyarlılığının ve onlara karşı insan sorumluluklarının önemini kabul eden bağlayıcı olmayan bir ilkeler dizisi olacaktır. İlkeler, ulusal hükumetleri hayvanları koruma mevzuatı ve girişimlerini uygulamaya ve geliştirmeye teşvik etmek ve mümkün kılmak için tasarlanmıştır. Ekim 2014 tarihli deklarasyon, prensip olarak 46 ülkenin ve 17 başka ülkeden bakanlıkların desteğini almıştır. Ve burada hayvan hakları değil hayvan refahının öne çıktığı görülmektedir. Ve doğal olarak uluslararası hukuksal norm olarak elimizde hâlâ Hayvan Hakları Bildirgesi (2011) olduğunun altını çizmeliyiz.
Hak temelli yaklaşımda bugünden yarına ara yollar değil gerçekçi olup imkânsızı istemek ve haklardan taviz vermeden hayvan hakları paradigmasını yaygınlaştırmak ve toplumsal benimsemenin sesini yükseltmek gerekiyor. Hayvan hakları için hem bireysel anlamda hem de kamusal anlamda devletlerin evrensel kabul gören düzenlemeleri hayata geçirmeleri zorunlu görünüyor.