Hedonistik dünyanın sosyal eleştirisi
Absürt anlarla bezeli, damağımda ‘Gogol tarzında’ bir sosyal eleştiri tadı bırakan, aynı zamanda dram ve komedi arasında denge kurabilen, göz alıcı prodüksiyonuyla dönemin çılgın atmosferini yaşatan bir yapım.
‘Bonkbuster’ genellikle 1980’ler ve 1990’larda popülerleşen, romantizm, seks, entrika ve dramatik çatışmalarla dolu, geniş kitlelere hitap eden hafif edebi eserler için kullanılan bir terim. Yazar Jilly Cooper bu türün en tanınmış örneklerini vermiş bir isim. Hatta bu edebi akımın şekillenmesinde büyük rol oynamış ve bu türün popülerleşmesine öncülük etmiş. Cooper’ın ‘Rutshire Chronicles’ serisi, türün en belirgin örneklerinden biri olarak, karakter odaklı ve bolca dramatize edilmiş hikâyelerle, hem romantizmi hem de toplumsal sınıflar arasındaki gücün mücadelelerini ele alır. Zaten zaman içerisinde, bu eserlerdeki bolca şehvetli ilişkiler ve abartılı entrikalar, ‘bonkbuster’ türünün tanımını oluşturan unsurlar haline gelmiştir. Entrika ve abartıyla dolu yapısıyla, Jilly Cooper’ın sevilen ‘Rutshire Chronicles’ romanlarından uyarlanan ve izleyiciyi 1980’lerin İngiltere’sine götüren Disney+’ın yeni dizisi ‘Rivals’ doğal olarak ama beklediğimden daha çok keyifli bir yapım olmuş. Dizi bu edebiyat türünün karakteristik unsurlarını korurken, onları daha sofistike bir şekilde sunmayı başarmış. Romanın cazibesini ve kitsch unsurlarını, yüksek prodüksiyonu, dikkat çekici bir sanat yönetimi ve dönemin atmosferine uygun detaylı kostüm tasarımlarıyla yeniden modernize ederek şekillendirmiş. Kısacası, ‘Rivals’ bonkbuster’ın sansasyonel içeriğini olduğu gibi korurken, daha stilize bir sinematografi ve oyunculukla modern izleyici için çekici bir uyarlamaya dönüştürülmüş. Ve bu, dizinin nostaljik bir tadı korumasına rağmen sofistike bir yapım olarak değerlendirilmesini sağlamış.
İzleyiciyi 1980’lerin İngiltere’sine götüren ‘Rivals’ keyifli bir yapım. Dönemin ikonik TV şovları Dallas ve Dynasty gibi dizilerin izini süren dizi, zengin karakterler, görkemli partiler ve dramatik ilişkilerle süslü bir dünya sunan dizi, lüks içinde yaşayan karakterlerin abartılı dünyasını gözler önüne sererken aynı zamanda mizahi bir eleştiri getiriyor. Dizi için kullanılan “hedonistik zaman kapsülü” ifadesine bayıldım. Belirli bir dönemin aşırılıklarını, eğlenceye düşkünlüğünü ve gösterişli yaşam tarzlarını canlı bir biçimde yansıtmayı kafasına koymuş olan bu dizi, yalnızca o dönemin kültürel öğelerini veya estetiğini değil, aynı zamanda dönemin toplumsal değerlerine dair de yoğun bir portre sunuyor. Ana karakterlerden Rupert Campbell-Black (Alex Hassell) ve güçlü TV yöneticisi Lord Tony Baddingham (David Tennant) arasındaki çekişmeyi konu alan hikâye, rekabet, güç oyunları ve ihanetlerle şekilleniyor. Bu iki başarılı oyuncunun yanı sıra, Aidan Turner ve Katherine Parkinson gibi oyuncuların da bulunduğu dizi oldukça geniş bir oyuncu kadrosuna sahip. Rupert’in aşk hayatı, dizinin ‘bonkbuster’ tarzındaki mizahi ve dramatik öğelerini desteklerken, onun karmaşık ve manipülatif kişiliğini de derinleştiriyor. Rupert Campbell-Black, bir ‘bad boy’ karakteri olarak öne çıkıyor ve aşk hayatı da onun karmaşık, gösterişli ve bazen acımasız doğasını yansıtıyor. Rupert’in hem rakipleri hem de romantik partnerleriyle olan ilişkileri, çoğu zaman stratejik ve kişisel çıkarlarla yoğrulmuş durumda. Çoğunlukla manipülasyon ve güç dinamikleriyle şekillenen Rupert’in aşk ilişkileri, aynı zamanda cinsellik, ihanet ve takıntılı tutkuları da sıkça ele alınan temalar arasına sokuyor.
1980’ler, kapitalizmin yükselmesi ve tüketim kültürünün egemen olmasıyla hedonizmle özdeşleşen bir dönem. Neoliberal politikaların etkisiyle bireysel başarı ve haz ön plana çıkarken, pop müzik ve gece hayatı gibi eğlenceler de toplumsal normları şekillendirdi. Uyuşturucu kültürünün yaygınlaşması ve medya aracılığıyla bireysel özgürlüklerin kutlanması, bu dönemde haz ve eğlencenin merkezi bir rol oynamasına neden oldu. Özellikle televizyon ve sinema, bireysel hazları ve özgürlüğü yücelten yapımlarla bu atmosferi pekiştirdi. ‘Rivals’ 1980’ler döneminin lüks içinde süren hayatlarını başarıyla işlerken, derin toplumsal meseleleri ele alışında eksiklikler yok değil. Ancak bu eksiklik bana göre hikâyeye fayda sağlamış çünkü bu durum diziye daha hafif ve eğlenceli bir hava katmış. Yani, ‘Rivals’ın toplumsal eleştirisi, dizinin eğlenceli havasına oldukça zarif bir şekilde entegre edilmiş. Çünkü bana kalırsa, zenginlik, güç ve aşk ilişkileri üzerinden yapılan manipülasyonlar, aslında dönemin hedonistik yaşam tarzının boşluğunu yansıtıyor. Ancak dizi bu eleştirilerini, genellikle mizahi ve abartılı bir şekilde sunuyor, bu da aslında izleyiciyi sıkmadan düşünmeye sevk ediyor. Gösterişli partiler ve çarpıcı karakterler arasındaki oyunlar, toplumsal sınıf farklarını ve bireysel çıkarları sorgulatırken, aynı zamanda dizinin neşeli havasını asla bozmuyor. Özetle, ‘Rivals’, eğlenceli ve renkli yüzeyinin altında aslında düşündüren bir toplumsal eleştiri yapıyor, ama bunu yaparken de izleyiciyi güldürmeyi ihmal etmiyor. Absürt anlarla bezeli, damağımda ‘Gogol tarzında’ bir sosyal eleştiri tadı bırakan, aynı zamanda dram ve komedi arasında denge kurabilen, göz alıcı prodüksiyonuyla dönemin çılgın atmosferini yaşatan bir yapım. Severek önerebileceğim bir dizi.