Biden yönetiminin Ukrayna çatışmasını, BM Güvenlik Konseyi’nin 2202 sayılı kararıyla onaylı Minsk üzerinden çözmek yerine taammüden savaşı tetikleyerek açtığı cephe, küresel hegemonyası açısından giderek büyüyen bir belaya dönüşüyor. Son bir yılda ortaya çıkan “itaatsizler” cephesi artık görünür halde.

Amerikalı yöneticiler, Nazi işbirlikçisi geçmişlerini açıkça sahiplenen Banderacı bir kliğin esir aldıkları bir halkı kardeşlerine kırdırırken zerre rahatsızlık duymuyorlar. ABD’nin baş diplomatı Antony Blinken’ın 2 Haziran’da Helsinki’de yaptığı konuşma, jeopolitik hedeflerle sürdürdüklerini herkesin gördüğü bir çatışmayı durdurmaya yeltenen, diplomasi ve barış öneren ülkelere açık bir meydan okuma idi. Blinken’ın süslü püslü sözlerini aktarmaya gerek bile yok. Basın ve ifade özgürlüğü diyenlerin kirli çamaşırlarını sergilemenin bedelini “itibarsızlaştırma” kampanyasıyla ödemiş Pulitzer ödüllü ünlü Amerikalı araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’ün, Blinken’in konuşmasına dair yorumunu aktarmak kafi:

“Gerçek mesajı daha açık bir şekilde ifade edilebilir: Ruslardan nefret ediyorum ve bırakın kan aksın.”

Ancak ABD’li ve Avrupalı neocon’lar Rusya Federasyonu’nu hedef tahtasına koymakla yetinmeyip Çin’i biteviye kaşıyarak Asya’nın sularını da ısıtırken, dünyanın kalanındaki hoşnutsuzluk artıyor. Amerikan yetkililerinin kibirli “hür” dünyaları, eşitsiz ekonomik ve paylaşım modellerini yüceltirken bitmeyen “sosyal mühendislikleri” ile çifte standartlı “değerlerinden” bezmişlerin yol ayrımına gelmekle kalmayıp başka eşiklerden adım attıkları bile iddia edilebilir.

ABD’YE KAŞLAR KALKIYOR

Nereye varır, insanlığa katkısı ne olur, ne gibi gelişmeleri tetikler, bilmiyoruz. Ama bugün artık ülkelerin kalkınması, ticari ilişkileri geliştirmesinden söz ederken BRICS grubu, Yeni Kalkınma Bankası ve hepsinin üzerindeki konsept olan “Küresel Güney”i anmadan olmuyor.

Son 30 yılda nereye el attıysa kan çıkaran ABD/NATO, 11 Temmuz’da Vilnius Zirvesi’ne hazırlanırken BRICS grubu da genişleme ve ortak para birimi gündemiyle ağustos ayında Cape Town’da toplanacak. Geçen hafta dışişleri bakanları hazırlıkları yaptı. Resmi ve gayrıresmi düzeyde 19 ülke, grubun kapısını çalmakta. Suudi Arabistan da var, Venezuela da, Meksika da… ABD yapımı kaosların boyutlarından bakıp, “kurallara dayalı düzen” denilen şeyin dünyanın üçte birinin tepesinde esasen halkları vuran varlıklara el konulması ve yaptırım sopasına dönüşmesinden ürkenler ve “dolar soğukluğuna” tutulanlar, gıda güvenliği sorunu yaşayanlar arayış içerisindeler.

Dünyanın pek çok ülkesinde ABD’ye kaşlar kalkıyor. Ancak Biden yönetimi en büyük golü “eski iyi müttefik” Ortadoğu’dan yiyor. Biden yönetimi herkese Rusya ültimatomu çekmekle geçen bir yılın sonunda Ortadoğu’da Çin’i ve Rusya’yı buluverdi. Körfez ülkeleri OPEC+ kararlarıyla çalım atarken Çin geçen mart ayında petro-dolar krallığı Suudi Arabistan ile İran’ın yedi yıldır kopuk ilişkilerini “onarıverdi”. İki ülke şu günlerde karşılıklı büyükelçilik açıyorlar.

Suudiler ve BAE 19 Mayıs’taki zirvelerinde ABD’nin hoşnutsuz nazarları altında Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünü sağladı. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad zirvede yerini aldı.

Geçen hafta bir başka sürpriz geldi. Önce BAE’nin resmi bildirim yapmadan mart ayında Körfez’de ABD 5. Filosu’nun öncülüğündeki Birleşik Deniz Kuvvetleri’ne katılımını durdurduğu medyaya yansıdı. Ardından Çin’in koordinasyonunda İran, Suudi Arabistan, BAE ve Umman'ın çekirdeğini oluşturacağı bir deniz koalisyonunun haberi geldi. ABD’nin denizlerde İran tankerlerini “esir aldığı” bir ortamda bu koalisyonun “stratejik deniz ticaret yollarında seyrüsefer güvenliğini güçlendirme” hedefi gerçekten ilginç. Çin Dışişleri gelişmeyi doğrularken, bölge ülkelerinin barış ve istikrarı korumanın yanı sıra enerji arzını istikrarlı tutma hedefine atıf yaptı. İran yıllardır Körfez sularında Amerikan varlığı yerine bölgesel bir koalisyon önerirken, bu gelişme daha da önem taşıyor.

Biden geçen ay Suudilere Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ı yollamıştı. Şimdi de Dışişleri Bakanı Blinken gitti. Veliaht Prens Muhammed bin Salman’a İsrail ile normalleşme, nükleer sivil program ve OPEC baskısı yapması muhtemel. Sonuç alması kolay değil.

Biden geçen yıl temmuzda Kaşıkçı cinayeti yüzünden “parya” yapma vaadini çöpe atıp MbS’ın ayağına gittiğinde ABD’nin bölgeyi Çin, Rusya ve İran’a bırakmayacağını açıkça söylemişti. Fakat olan tam da bu.

YAPILANLAR UNUTULMADI

Ortadoğu’daki müttefiklere Rusya’ya yönelik yaptırımlara uyulmazsa ABD ve G7’nin gazabına uğrayacakları tehdidi savruluyor. Körfez, petrol üretimini artırmayı reddediyor. OPEC+’da yeni kesinti üzerinde anlaşma sağlandı. MbS, ABD’ye Zelenski’yi Arap Birliği Zirvesi’ne davet ederek jest yaparken Arap liderleri Ukrayna liderinin sevimsizliğine bizzat tanıklık etme fırsatı buldu. Ötesinde bir sonuç vermedi. 

Blinken, geçen ay "Çin karşı karşıya olduğumuz en önemli jeopolitik meydan okumayı temsil ediyor” demişti. Bu Körfez’in derdi değil. Ama ABD için artık Körfez petrolüne ihtiyaç olmasa da Çin’i enerji kaynaklarını kesmek önemli.

Blinken son olarak bu hafta AIPAC toplantısında İran’a nükleer rest çekerken İran, Riyad’da büyükelçilik açıyordu.

Mesele salt MbS de değil. BAE de Çin ile yakın ilişkiler geliştirdi, İran, Rusya ve Hindistan ile yakınlaştı. Ortadoğu, küresel angajmanını çeşitlendirmiş durumda. Ve bu bölgesel bir olgu. Bölgenin 2000’lerin başlarında Çin ile 15 milyar dolarlarda olan ticari ilişkileri bugün 280 milyar doların üzerinde ifade ediliyor. Ortadoğulular BRICS grubunun kapısındalar.

Trump döneminin İbrahim-Abraham anlaşmalarının başarısı artık kâfi gelmiyor. Ve kimse Kiev’deki Banderacıların ideolojisini dünyaya cilalayarak aktaran ABD’nin Irak’ta ve Suriye’de yasadışı müdahalelerini, Afganistan’daki rezilliklerini unutmuş değil.