Google Play Store
App Store

“Bu kavram da nedir” dediğinizi duyar gibiyim. İngilizce bir tanımlama var, “moral injury” Türkçe’de “ahlaki yaralanma” olarak kullanılıyor. Bir kişinin ahlaki veya etik kurallarını ihlal eden olayların ardından ortaya çıkabilen güçlü bilişsel ve duygusal tepki olarak tarif ediliyor. İlk olarak çatışma ortamlarında askeri personelde tanımlansa da başka mesleklerde de görülüyor. Sağlık hizmetleri tartışmalarında özellikle COVID-19 salgınından sonra artan biçimde yer alıyor.

Geçtiğimiz hafta saygın tıp dergisi The New England Journal of Medicine’da yayımlanan önemli bir makaleden hareketle bu konuyu ele alacağım. İngiltere, Fransa ve ABD’den bilim insanları, Wendy Dean ve arkadaşlarının yayımladıkları, başlığını “Ahlaki Yaralanma ve Küresel Sağlık İşgücü Krizi-Uluslararası Bir Ortaklıktan Görüşler” olarak çevirebileceğimiz bir çalışma.

SAĞLIK INSAN GÜCÜNÜN “KRİZİ”

Çalışmalar ABD ve Avrupa’da sağlık işgücü üzerindeki baskıları ve sonuçlarını ortaya koyuyor. Beş hekimden biri ve dört hemşireden biri önümüzdeki 3-5 yıl içinde mesleği bırakmayı planlıyor. Bunun altında yatan iki kavram söyleniyor, tükenmişlik ve ahlaki yaralanma. Tükenmişlik ağır iş yükünden kaynaklı bir durum ama ahlaki yaralanma farklı anlamlar taşıyor. Buna göre, başta hekimlik olmak üzere sağlık mesleklerinin temel bir ilkesi olan “bakım sözleşmesi” var ve bunun terk edilmesi değerlere dayalı sıkıntıya neden oluyor. Hekimlikte bu değerler edilen yeminde var ve hasta yararını önceliyor. Sağlık meslek profesyonellerinde, edinilen ilkelere ve değerlere yönelik ihlaller ahlaki yaralanmaya neden oluyor; öfke, hayal kırıklığı, suçluluk ve utanç duygularına yol açıyor.

Peki hekimi duygusal olarak yaralayan ve mesleğine yabancılaştıran faktörler neler? Temel sıkıntıyı yazarlar tarif etmiş: Hekimler ve sağlık çalışanları, kâr odaklı bir yaklaşımla yönlendirilen kararlara, hasta bakımını çeşitli şekillerde tehlikeye atan etik çatışmalara giderek daha fazla maruz kalıyor. Kâr amaçlı kararlar derken, piyasacı sağlık sistemi, daha az personelle ve daha zayıf alt yapıyla işleri yürütme, yetersiz kaynaklar, uygunsuz hizmet modelleri, yetersiz yatak sayısı, artan kalabalıklar ve nihayet kötü klinik sonuçlar anlatılıyor. Bizdeki durumu da ben tarif edeyim. Özel sektörde ciro baskısı, kamuda performans-teşvik sistemi, her yere sirayet eden piyasacı anlayış, hekimlik pratiğini daha çok kâr etme üzerinden şekillendiriyor. Hastaya yeterli zaman ayrılamıyor. Alın size ahlaki yaralanma!

Bir zamanlar erişilebilirliği ve kalitesiyle övünen Fransa ve İngiltere’deki kamusal sağlık sisteminin hasta merkezli model yerine kısıtlanan bütçeler, kötüleşen çalışma ortamları ve yetersiz personel nedeniyle yaşadığı zorluklar, çalışanlar üzerindeki artan yük, sağlıkta özelleştirme uygulamalarının yarattığı eşitsizlikler anlatılıyor. Türkiye’deki kamu sağlık hizmetleri de aynı durumda.

Sadece ekonomik belirleyenler değil kuşkusuz. Sağlık hizmetlerinin popülist bir anlayışla, siyasi çıkar sağlayabilmek için, bilim dışı biçimde verilmeye çalışılması da hekimleri örseliyor. Kamuda birinci basamakta çalışan bir hekimimiz kendisini ahlaki olarak en çok yaralayan şeyin propaganda malzemesi olarak kullanılmak olduğunu bildiriyor. Acil servislerin her hastanın “bakıldığı” yerler olması, gereksiz geçici görevlendirmeler, buraya giden hekimlerin yolda kaza geçirip ölmesi, daha pek çok uygulamayı ekleyebiliriz.

NE YAPILABİLİR?

Sağlık çalışanlarının ahlaki yaralanmaya uğraması onların motivasyonunu bozuyor, ruhsal bozukluklara neden olabiliyor, iyi sağlık hizmeti vermesini engelliyor, mesleğe yabancılaştırıyor. Hekimliğin tarihsel etik değeri olan, hastaların ihtiyaçlarını önceleyen tutumun yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Hekimler mesleğin temel yükümlülükleri ile sağlık kurumlarının yönetim ilkeleri arasına sıkıştırılmamalı. Makale açıkça söyleyemiyor ama ben yazayım, sağlığı temelde kâr amacı güden bir hizmet olmaktan çıkarmak gerekiyor. Kapitalizmin hırsının sınır tanımadığı bir dünyada mümkün mü?

Kurumsal etik çerçevelerin oluşturulması gerekiyor. Liderlik yapabilecek hekimlerin hasta ve hekim yararına tutum geliştirmelerinin önemi üzerinde duruluyor. Etik ilkelere bağlı ve yönetim becerileri olan hekimlerin varlığı çalışanlardaki güveni ve hasta merkezli kararlar almayı destekliyor.

Karar alıcıların sağlığın yapısal belirleyicilerini iyi anlaması, halkın nitelikli sağlık hizmeti alabilmesi için gerekli kaynakları ayırması gerekiyor. Bunun tespiti için katılımcı bir tartışmanın yürütülmesi ve sağlık çalışanlarının karar alma süreçlerinde bulunması önemli. Piyasacı sağlık sisteminin, popülist siyasetin, bozuk dünya düzeninin yarattığı yeni bir kavramdan söz ediyoruz. Çözüm kamusal sağlık hizmetlerinde, demokraside, örgütlenmede, rol model olacak lider hekimlerin daha çok sorumluluk almasında yatıyor.