Hekimin işini yaparken hasta yakınının saldırısına uğraması ile müdahale sırasında eline batan iğneden ölümcül bir virüs bulaşması gibi bir ‘iş kazası’ değildir, işin tanımında yoktur. İşyerinde gerçekleşen bir şiddet eylemidir.

Hekimler neye kurban?

Meslektaşımız Dr. Ekrem Karakaya’nın ve çalışma arkadaşının bir hastasının yakını tarafından öldürülmesi sağlık çalışanlarına dönük ve yıllar içinde uzayıp giden şiddet olaylarının sonuncusu ve bardağı taşıran damlası oldu. On iki Eylül Lideri Evren’in hainlikle suçlayarak öncülük ettiği ‘hekim düşmanı’ (düşmanlık hekimlerle sınırlı değildi elbette) söylemi pek şekil değiştirmeden günümüzde hekimlerin iktidar çevreleri ve basını tarafından doğrudan hedef alınması ve hedef gösterilmesiyle sürdü. Buna paralel olarak artan öldürücü şiddet olayları pandeminin ilk birkaç ayındaki alkışlatma gösterileri dışında pek ara vermiyor. Şiddetin toplumun her noktasını sardığı, güçlünün güçsüzü her bulduğu fırsatta ezdiği, ‘orantısız şiddet’ uygulamalarının norm olduğu bir noktadayız. Bu konularda ne zaman yazsam, şiddeti toplumsal ya da psikolojik mekanizmalarla anlamaya ve açıklamaya çalışmanın bu duruma bir bahane ya da gerekçe arıyor hissi yaratmasından endişe duyarım. Bu yazıyı sadece cinayetlerin ve sağlıkta şiddetin önüne nasıl geçileceği, yeni ölümlerin nasıl önleneceğine ilişkin fikir üretme amacıyla yazdım.


***

Bir netleştirme ile başlayayım. Son cinayet sonrasında hekimlerin iş bırakma eylemine karşı çıkanların söylemleri arasında hekimin ölümünü bir tür iş kazası (askerin savaşta ölmesi benzetmesiyle) olarak tanımlayanlar oldu. Hekimin işini yaparken hasta yakınının saldırısına uğraması ile müdahale sırasında eline batan iğneden ölümcül bir virüs bulaşması gibi bir ‘iş kazası’ değildir, işin tanımında yoktur. İşyerinde gerçekleşen bir şiddet eylemidir. Şiddet eylemi için gerekçe aramak ise şiddetin ortağı olmaktır.

Önleme deyince mevcut durumda ilk akla gelen ise işverenin çalışanını korumamış, korumak için gerekenleri yapmamış olduğudur. Katile mazeret icat etmek hekimleri değersizleştirmekle, gözden çıkarılabilir (‘giderse gitsin’) olarak ilan etmekle başlamakta, korunmaya değer görmemekle devam etmektedir. Hedef gösterilene öfkelendiğinizde saldırmanın serbest olduğu sinyalini alan her ‘öfkeli insan’ içindeki şiddet vanasını açıp böyle bir eyleme kalkışmayabilir ancak zorbalığın norm olduğu toplumsal ortamlarda öfkenin şiddet davranışına dönüşmesini frenleyen kontrol mekanizmaları zayıf kalmakta ya da kolayca gevşemektedir.

***

Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın teorik yardımıyla konuyu biraz daha açalım. Şiddete evrilen saldırganlık genellikle başkalarına hükmetme güdüsü ve işler kendi istediği olmadığında öfkelenme ile ilişkili olarak ortaya çıkar. Kişinin kendini kontrol becerisinin çocukluktan başlayarak güçlenmesi ve gelişmesi ile öfke ve saldırganlık, şiddet dışındaki kanallara doğru yönelebilir. Çatışmaların ve anlaşmazlıkların barışçı çözüm yollarını arayıp bulma becerisinin gelişimi içsel kendini kontrol becerisi ile orantılıdır.

Çocuğun genellikle fiziksel ve duygusal şiddet şeklindeki cezalar ve sorgusuz itaat beklentisi ekseninde yetiştirildiği koşullarda dış kontrole bağımlı bir ‘kendini kontrol’ becerisi vardır. Hekimleri (ve başka zamanlarda başka grupları) hedef göstermenin ve şiddeti cezasız bırakmanın mümkün olduğu durumunda olduğu gibi dış kontrol gevşediğinde hükmetme ve öfke şiddete hızla dönüşür. İç kontrol ya da vicdan, ezberle ya da ahlak dersi ile gelişmez. Çocukların iç kontrol geliştirmesinde büyürken tanık oldukları durumlar önemli rol oynar. Özellikle kadınlara dönük şiddetin toplumsal yaygınlığı ve kabul görmesi, çocuklara kötü muamelenin sıradan bir durum sayılması gibi sosyal olayların etkisine dikkat çeken Çiğdem Kağıtçıbaşı, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin ve yoksulluğun bu durumdaki belirleyici etkisini vurgular. Eşitsizlik ve yoksullukla örselenmiş geniş kitlelerin kuşaktan kuşağa aktardıkları etkilerle büyüyen şiddet sarmalını durdurabilecek ‘dış kontrol’ etkeni, kitlenin korku veya hayatta kalma güdüleriyle bağlandığı ve itaat ettiği ister istemez baskıcı bir otoritede cisimleşir.

Toplumda kadına ve çocuğa dönük şiddete olan yaklaşımı zaten otoritenin nitelikleri hakkında net fikir verir. Gerisini siz tayin edin.

Bir başka deyişle, itaat ceza ve korkutma ile sağlandığında ya da itaat oranında varoluşunuza izin verildiğinde, zoraki itaatin bir duygu bedeli olmaması pek mümkün değildir. Genellikle öfkenin en hızlı ve kolayca biriken duygu olduğu bu durumda, kendini kontrolün zayıfladığı ya da denetimsiz kaldığı koşullarda, öfke kendisini doğuran kaynak dışındaki hedeflere dönük bir şiddete dönüşür. Varoluşumuzu tehdit eden salgınlar, iklim krizi, doğal afetler ve savaşlar ve büyüyen bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kaldığımızda hissettiğimiz çaresizlik ve korku şiddeti beslemektedir. Neden hekimler bu dönemin şiddetine kurban edilmekte ya da kurban gitmekteler? Cevabı bu yazının ve psikiyatrinin kapsamını aşıyor.

***

Israrla tekrarlanması gereken şu: Hekimlere dönük şiddeti hekimler yaratmamaktadırlar. Üstelik birçok hekimi sadece ‘hasta yakını şiddeti’ne kurban vermiyoruz; hekimleri canından eden intiharların, kazaların ve kronik hastalıkların, canından bezdiren, yaşama ve çalışma arzusunu zayıflatan ruhsal bozuklukların çoğaldığı, bir şiddet etkisi yarattığı bir zamandayız. Bunu çalışma koşulları, sağlık düzeninin işleyişi gibi yapısal sorunlara, ülkenin içinde olduğu derinleşen sosyal ve ekonomik krize, hekim olana değin geçen zaman diliminde yaşanan zorluklara ve yıpratıcı etkilere, kendilerini geçmiş deneyimlere dayalı beklentilerinden çok farklı bir meslek uygulaması içinde bulmalarına ve daha birçok nedene bağlayabiliriz. Her durumda, hekimlerin içine yakalandıkları anafordan çıkabilmelerine yardımcı olacak, durumu değiştirebilecek düşünce ve bilgi arayışına odaklanabilmeliyiz.

Notlar:

•Hekimler ve tükenme konusundaki eskice bir yazımı tamamlayıcı olarak okuyabilirsiniz. Ey Teşrih, Bittin Ama Beni de Bitirdin. https://www.birgun.net/haber/ey-tesrih-bittin-ama-beni-de-bitirdin-79881
•Hekimin emeğinin dolayısıyla kendisinin değersizleşmesinin altyapısının nasıl örüldüğünü anlamak için Çağla Ünlütürk Ulutaş’ın Türkiye’de Sağlık Emeği Sürecinin Dönüşümü kitabından çok yararlandım. Aynı çerçevede Kendisi ve Murat Sevinç’le katıldığımız bir tartışma programı (Mart 2022) https://www.youtube.com/watch?v=Ubj9n8ZPn_8
•Sağlık alanına ilişkin önemli tartışmaların yer aldığı ForumSağlık2023’ü tarayarak değişik fikir ve açılara erişebilirsiniz.
https://t.co/BP5faxaFh1
•Saygıyla andığım Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın her yazdığı aydınlatıcı, ilk temel kaynak olarak: Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi: Kültürel Psikoloji, Koç Üniversitesi Yayını.