Seksenli yıllarda dilden dile dolaşan ‘banal’ bir köyden kente göç fıkrası vardı. Anadolu’da bir köyden ilk kez biri İstanbul’a gider. Bir zaman sonra köyüne döndüğünde İstanbul’u anlatır. Boğaz,...

Seksenli yıllarda dilden dile dolaşan ‘banal’ bir köyden kente göç fıkrası vardı. Anadolu’da bir köyden ilk kez biri İstanbul’a gider. Bir zaman sonra köyüne döndüğünde İstanbul’u anlatır. Boğaz, vapurlar, yollar, apartmanlar vs vs, gördüklerini anlatırken erkeklerden biri “peki karıları nasıl?” diye sorar. Adam da “Valla hepsi hazır, herhangi bir evin kapısını çalıyorsun, seni hemen içeri alıyor karı ve istediğini yapıyorsun!” Fıkranın devamında bu sözleri duyan köyden başka birinin hemen İstanbul’a gidip önüne çıkan ilk evin zilini çalıp, kapıyı açan ve kim olduğunu soran kadına “hiiiç bir kere yapim dedim de” dediği anlatılırdı.

Fıkra banal olmasına banal ve komik de değildir ama gerçekçidir. Tıpkı pornografi gibi bu tip fıkralar da insanların bir süreci, durumu nasıl değerlendirdiklerini gösterir. Pornografi, nasıl sıradan insanın cinsellik konusundaki zayıflıklarına, korkularına, gizil isteklerine gerçekçilik katar ve olabilirlik sağlarsa, köyden kente göçle ilgili bu tip fıkralar da aynı işlevi görür. Köyden kenti görme biçiminin bu abartılı karikatürize örneği içinde hem isteğin hem de öfkenin olduğu ikizli duyguların boşalımını sağlar.

Bu ilişkide kadının ve ona sahip olmanın temel boyut olması, erkek egemenliğinin ve sınırsız hükmediliciliğinin yeniden üretilmesinden başka bir anlam içermez. Kentin o korkutan yapısı karşısında köyden gelen erkeğin kendini tek güçlü hissedebileceği yer, kentte ona kendini koşulsuzca vermeye hazır, kendi erkeği tarafından doyurulamayan, aç kadın imgesidir.

Bu süreci göçle kente gelen ailelerdeki kadınların köydekinden daha çok baskı altında tutulmaları da gösterir. Aynı şekilde Avrupa’ya işçi olarak giden ailelerde neredeyse evden çıkmadan, tek kelime Almanca öğrenmeden yıllarca yaşayan kadınlar olmuştur. Erkek bir yandan karşısındaki, devasa kent ormanında hayatta kalma ve para kazanma uğraşısı verirken diğer yandan kendisinin ve özellikle de karısının kent tarafından ‘kirletilmemesine’ çabalar. Göçle kentlileşen ama geldikleri kentte onları özümseyecek, kabullenecek ve dönüştürecek altyapı, konut, okul, sağlık, sosyal ve kültürel ilişkiler ağı bulamayanların, kırdakinden daha da muhafazakâr bir hayat tarzına tutunmaları bu yüzdendir.

Ama fıkranın arzu boyutundaki karikatürize imge daha da önemlidir. Buna göre kentte yaşayanlar en temel iki ‘ihtiyacı’ beslenme ve cinselliği, koşulsuzca ve istediklerince elde edebilmiş kişilerdir. Bir yandan korkulup öte yandan istenen bir durumdur bu. Korku gerileyip, kendini yalıtıp, muhafazakârlaşmaya, ama istek aileden sadece erkeğin kentin içerisine daha da çok girme çabasına neden olur. Fıkralar da bu yüzden erkeğin gücü özellikle de cinsel gücü üzerinden kurulur. Bu fıkralar bir çeşit sanal mastürbasyon işlevi görür.

Ben de onlardan biriyim, ben de onlar gibiyim. İşte bu ruh halinin yansıması onlar gibi olmak istenenler de görülen her ne ise onun daha da abartılı bir taklidine yol açar. Bir çeşit maskeli balo gibi onlar gibi olmak istenenlerin, en çok sahip oldukları düşünülen, en arzulanan yanları ‘abartılır’. Bu abartı ‘olmak istenenlerce’ hemen görgüsüzlük olarak damgalanır. Görgüsüzlük damgası da ikili bir anlam taşır. Bir yandan kendi ayrıcalığı olarak gördüğü bir ‘yaşam tarzının’ ele geçirilmesine duyulan kızgınlık ama daha önemlisi abartılanla kendi tarzı arasındaki tek farkın niceliksel olduğunu görmenin kaygısı. Görgüsüzler aslında köklerini gösterdikleri görgülülerce sevilmez ve dışlanır.

Bursa’daki helikopterli sünnet düğünü yazının başındaki fıkranın günümüzdeki karşılığıdır. Adamcağızın tek oğlunun sünnet düğününü yapma biçimi, onun günümüzün muktedirleri ve hayat tarzları hakkındaki fikrinin bir ifadesidir. Olasılıkla vergi kaçırarak, türban takarak, dev ziyafet sofraları kurarak, helikopterle şehir turundan sonra tören alanına gelerek, şarkıcılı, dansözlü bir şölen. Ama asıl vurucu istek, onlar gibi olursa onlardan biri olacağını düşündüğü istek, “ilk sıradan koyarlarsa milletvekili olurum”  sözünde saflaşmıştır. Onlar gibi olmadan milletin aldığı aslında özü itibarıyla bundan başka bir şey değildir. Zamanımızın fıkraları bu olaydan türetilecektir.