Ve son hafta… Herkesin aklında tek bir soru, kazanan kim olacak? Erdoğan mı? Kılıçdaroğlu mu? 2018’de Erdoğan’ın karşısındaki isimlerden biri Muharrem İnce’ydi. Gezi’nin üzerinden henüz beş yıl geçmiş ve Türkiye’yi ayağa kaldıran protestolar, kimilerine göre siyasetin yönünü beklendiği gibi değiştirememişti. Gezi Parkı Direnişi'nin lidersiz kaldığı ve politik bir raya oturtulamadığı için başarısız olduğunu düşünenler hiç de az değildi. Gözler geçmişin bildik, tandık mücadele yöntemlerini arıyor ama bulamıyordu. Bu yeni bir şeydi. Her şeyden önce artık kimse bağırıp çağıran, parmak sallayıp hakaret eden lider istemiyordu. Hem herkesten farklı hem herkesle birlikte aynı ağacın gölgesinde soluklanabilirdik. Yan yana gel(e)mez denenler olarak oradaydık işte.

***

Toplumun lidere ve liderliğe bakışı, tarifi ve beklentisi değişiyordu. 2015 seçimlerine giderken saz çalıp türkü söyleyen, Erdoğan’dan gelen hakaret ve suçlamalara karşı güçlü ancak nüktedan cevaplar vererek gerilimi azaltan Selahattin Demirtaş’a yönelen ilgi bunun ilk önemli sinyaliydi. Yıllardır iktidar özlemi çeken ana muhalefet partisinin seçmenleri de kendisini imrenerek takip ediyordu. Güler yüzlü, dayanıklı, kararlı… Toplumun Gezi’yle patlayan duygusal birikimi gitgide daha belirgin bir resme dönüşüyordu. Masaya yumruk vurup dünyayı ‘dize getiren’ liderlik beğenilmişti, sahiplenilmişti ama sıradan hayatların yasaklarla sınırlanmaya başlandığı yerde işin rengi değişmeye başlamıştı. 

***

İnce, 2018’de cumhurbaşkanı adayı olduğunda karşısında yorgun ve umudu azalmış seçmenler vardı. 2015 haziranında AKP ilk kez sandıkta kaybetmiş ancak kasım ayında tekrarlanan seçime kadar geçen kanlı ve karanlık süreç toplumun hafızasında unutulmaz yaralar açmıştı. Ardından, mühürsüz zarflarla sonsuza kadar meşruiyeti şüpheli olarak kalacak 2017 referandumu yapılmış ve sadece Erdoğan’a özel olarak dikilmiş başkanlık sistemine geçilmişti. Demirtaş’ın, ülkenin önemli meselesi Kürt-Türk çatışmasındaki birleştirici gücü sebebiyle cezalandırıldığı için hapisten katıldığı 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın karşısındaki bir diğer aday İnce’ydi. Bugüne göre daha ılımlı bir dil kullansa da kampanyasını hırçın bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurmuş olması iktidar seçmenine ulaşmasını engelledi. Seçimi kaybetti çünkü benzeriyle yarıştı, aslı kazandı. Durumun bundan ibaret olduğunu da yıllar sonra kibri ve kiniyle bizzat kendisi kanıtladı. 

***

Kılıçdaroğlu, 2017’de Ankara’dan İstanbul’a adalet için yürüdüğünde bir maraton koşucusu olduğunu göstermişti. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul gibi önemli bir şehirde, kimselerin pek de bilmediği Ekrem İmamoğlu üzerindeki ısrarı büyük bir başarı getirdi. Çokça eleştiriliyor ama başarıları da atlanmıyordu. Grup toplantılarında birkaç kez elini kürsüye vurduysa da, aslında toplumun kendisinden beklediği bu değildi. Ancak insanın bağırıp çağırmadan da kızgın olabileceği, kırıp dökmeden de kararlılıkla yol alabileceği ve en önemlisi şovsuz liderliğin de pekala mümkün olabileceği, bütün bunların tersine inandırılmış yurttaşlar için yeni bir deneyimdi. Biz halktık, biz devletin ta kendisiydik ve kimse bize bağıramazdı. Kendimize layık bulduğumuz liderlik bize ‘sürtük ve çürük’ diye hitab eden olamazdı, olmamalıydı.

***

Yıllardır alttan alta eski bir liderlik algısının değişimine, dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Toplumun büyük kısmı artık koltuğundan aşağıya sarkıp bağıran, tehdit edip hakaretler yağdıran birini istemiyor. 14 Mayıs’ta, ‘yeter’in ‘yetti’ği yerde oy kullanacağız. Değiştirmek istediklerimizin karşısına benzerlerini koymaktan vazgeçtiğimiz için; taa 2013’den beri tarifini yapmaya başladığımız gibi, kendisine saygısı olduğu için yurttaşa da öyle davranan bir liderliği hak ettiğimize inanmaya başladığımız için; depremin en ağır şekilde ortaya çıkardığı maddi manevi çürümüşlüğü içimizden kesip atmakta, hem kayıplarımız hem geleceğimiz adına her zamankinden daha kararlı olduğumuz için; Recep İvedik doğa aktivistine dönüştüğü ve Nursema gibi gerçek mutluluklar yaşayabilmek için yalandan huzurların kaçmasından çekinmeyecek kadar cesur olduğumuz için ve bir masada yan yana oturmayı beceremeyene ayarı çekecek kadar kendimize güvenmeye başladığımızdan beri bu yoz düzeni değiştirme şansımız var. Dünyayı ‘fetheden reisler’ çağını kapatıp, pekala basit ve sıradan hayatlarımızın özgürlüğünü ilan edebiliriz. Kaçınılmaz olanı görüp de seçim yoluyla darbe imalarında bulunanlara bizzat ekip arkadaşları Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın'dan gelsin son uyarı: "Sonuçlar ne olursa olsun saygı duyacağız."