ChatGPT üretken yapay zekâ aracıyla yazışanlar bilir. Bu araç, eski chatbot’lardan farklı olarak doğası gereği diyalog halinde yazışmaya izin verdiği için iddia ettiği şeyler hakkında yorum yapabiliyorsunuz. Örneğin; bir şey sordunuz ve yanlış cevap verdi. Eğer, cevabının yanlış olduğunu söylerseniz, hemen geri adım atıyor, özür diliyor ve eğer doğrusunu siz söylediyseniz kabul ediyor. Bence yapay zekâyı şu aşamada gerçek insanlardan ayıran en belirgin özelliklerinden biri bu. Yapay zekâdan farklı olarak “bilinç” sahibi olan insan, hatalı olduğunu kabul etmeyi kolay kolay kendine yediremiyor. Bilinci olmayan yapay zekâ ise hatalı olduğunu kabul ederek devam ediyor. Örneğin; Twitter’da isterseniz, birine söylediğinin veya analizinin yanlış olduğunu söylemeyi bir deneyin. İstisnai durumlar haricinde bunu kabul ettirmeniz olası değil. Dışarıdan ve üstten yazdığımı düşünmeyin, kendimi de bundan hariç tutmayacağım durumlar mutlaka olmuştur. Buna karşılık, artık ChatGPT nasıl bir eğitimden geçtiyse, çok fazla uyduruyor ama uydurduğunu söylediğinizde de iddialaşmıyor. Oysa biz insanlar, hatalı olduğunu kabul etme konusunda zaaflıyız.  

BEN DEMİŞTİM ABİ

Şimdi dönelim, geçen haftaki seçimden sonra Twitter’a. Sonuçların beklenilenin aksine çıkmasıyla bir anda “ben demiştim abi” temalı analizler türedi. Seçimden önce muhalif yankı odasında oluşan olumlu beklenti, yerini “şöyle olsaydı, böyle olsaydı, o değil bu aday olsaydı, hep söyledik, dinletemedik” tarzı isyan makamı analizlere bıraktı. Eski tweetler siliniyor mu, yoksa nasılsa kimse bakmaz diye umursanmadan bir kenara mı bırakılıyor ya da bu iki grup ayrı mı tam kestiremiyorum. Aynı kişileri takip ettiğime göre çok da farklı olmadıklarını düşünüyorum. Bu biraz Twitter’ın doğasıyla ilgili. Burada her şey “şimdi” içinde gerçekleşiyor. “Şimdi haklıyım, baksanıza bir sürü etkileşim aldım”a bağlanıveriyor olay. Douglas Rushkoff sosyal medyanın erken döneminde (2013) bunu fark etmiş ve adını koymuştu. Türkçeye “Hemen Şimdi Budalası” (Ufuk Yayınları, 2015) adıyla çevrilen Present Shock: When Everything Happens Now (Penguins Group, 2013) kitabının daha başlarında söyler: Yirminci yüzyılın sonları fütürizmle karakterize edilebiliyorsa, yirmi birinci yüzyıl da presentism / şu ancılık ile tanımlanabilir.

ANLATISAL ÇÖKÜŞ

Seçim örneğini de ortaya koyarak bunu daha iyi anlayabiliriz. Şu anda bir temennimi analiz olarak ortaya koyuyorsam ve çok etkileşim alıyorsa o artık geçerlidir ve yarın her şey değişebilir. Bu bir anlatısal çöküş yaratıyor. Rushkoff bunu kurguya dayanan büyük hikâyelerin yerini reality showların almasıyla anlatıyor. Ben de şunu çocukluğumdan iyi iyi hatırlıyorum. Eskiden “gelecekte dünya nasıl olacak?” temalı gazete ve televizyon haberleri olurdu. Gelecek beklenen bir şeydi. Şu anda ise her şeyin hemen olmasını bekliyoruz. Örneğin; 2 yıl önce her yeri kasıp kavuran Metaverse vizyonunu ele alalım. İki yıl içinde anlatılan gibi gerçekleşmediği için “o bir balonmuş” diye bir kenara attık. Sahiden bir kısmı da balon ve üçkâğıtçılıktı ama anlatılan şeylerin hepsinin teknolojik altyapısı zaten hazır değildi. Bunların hemen olup biteceğine nasıl inandık? İnternet mesela, temelleri 1969’da ARPANET projesiyle atılmış bir vizyondu. O günlerde gelecekte internet böyle bir şey olacak temalı vizyon yazıları yazılıyordu ama bunlar adı üzerinde gelecekle ilgiliydi. Son kullanıcıya ulaşması en az 25 yılı buldu. Eğer bugünkü gibi bir “hemen şimdi dünyası” olsaydı, “İnternet de balon çıktı abi, 1972 yılına geldik tık yok” mu diyecektik?

YAVAŞLIĞA İZİN YOK

Bence seçimden sonra oluşan büyük hayal kırıklığının arkasında da bu “hemen şimdicilik” yatıyor. Seçim sosyal medyanın muhalefet yankı odasında birinci turda bitmiş ya da bitmesi gereken bir şeydi. Tüm analizler o yöndeydi. İkinci tura kalınca bir yanda “ben demiştim abi”ciler öte yanda “hile var, sonuçlar böyle olamaz”cılar türedi. Bu sırada “biraz bekleyelim, verilere daha yakından bakalım, belki de hakikat böyle değil” diyenler ya ufak ufak linç yedi ya da görmezden gelindi. Çünkü onlar “hemen şimdi”nin içinde değillerdi. Durun, biraz yavaşlayın, bir inceleyelim, belki de öyle olmayabilir diyerek gelecek zamanı işaret ediyorlardı. Bu akışta yavaşlamaya izin yoktu. Çünkü yavaşlık, anlatıyı hemen şimdiden çıkarıp geleceğe taşıyordu. Şimdi ikinci tur seçimine bir hafta varken, bir hafta sonra hemen unutulacak yepyeni analizler yapılıyor. Oysa bu seçimin iki turlu bir seçim olduğu ve kuralları gereği ikinci tura kalabileceği en başından biliniyordu. Öyleyse nasıl oldu da seçimin ikinci tura kalması, bir mağlubiyet gibi oldu. 2014 ve 2018 seçimlerindeki “şimdi” anlatısı “hele bir ikinci tura kalsın da o zaman her şey değişir” şeklindeydi örneğin. Belki araştırma şirketlerinin bile yanılmasından, belki 4,5 puan geride bitirmekten, belki de kampanya sürecinin aşırı olumlu atmosferinden ötürü oluşan hayal kırıklığının içinde sosyal medyanın bizi içine sıkıştırdığı “hemen şimdi”ciliğin de olduğunu unutmayalım. Oysa Rushkoff’un da dediği gibi eskinin büyük hikâyeleri bizi ‘kahramanın yolculuğu’na hazırlardı. Önce bir kahramanla özdeşleşir, sonra onun bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu görür ve sonra onun bu açmazdan kurtulmasına tanık olup rahatlardık. “Hemen şimdi”cilik ise bu büyük hikâyelerin tam tersine işliyor. Kahraman tehlikedeyse, izleyiciler de hemen şimdi pes mi edecek? Yoksa aynı inançla sandığa giderek bu yolculuğu tamamlamayı mı tercih edecek? Sonuç ne olursa olsun, büyük hikâyelerden yanaysak, başladığımız işi yarım bırakamayız.