Hepinizi öpüyorum! (İmza: Pikaçu)
'Ada', ne güzel bir sözcük...
Bu sözcüğü duyan/okuyan herkesin aklında farklı bir ada canlanır; üzerinde tek bir palmiye ağacı ve yarı çıplak bir kazazede bulunan bir karikatür adası, kuşbakışı gördüğümüz yemyeşil bir ada, Cihangir'de bir terastan bakıldığında görülen haliyle Prens Adaları, gürül gürül akan bir nehrin ortasındaki bir adacık, vd. En az, şu koca yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar çok ve farklı ada imgesi!
Ada, sözlük tanımıyla olduğu gibi kalır elbet; bir ada daima 'her yanı suyla çevrili kara parçası'dır. Ama algı evrenimizdeki sinema perdesinde beliren ada imgesi sürekli değişir. Çünkü zihnimizde 'ada' ismiyle kaydedilmiş, sanki bilgisayardaki bir fotoğraf dosyası gibi her açtığımızda aynı halde bulacağımız bir dosya mevcut değildir. Yaşadığımız her deneyim, imgelemimizdeki adada bir şeyleri değiştirir. Gördüğümüz bir fotoğraf, okuduğumuz birkaç satır, yaptığımız bir deniz yolculuğu, ada yaşamıyla ilgili bir konuşma, beynimizdeki ada kavramının imgesel karşılığının sabit kalmasına izin vermez. Bunu dağarcığımızdaki her sözcük ve kavramla deneyebiliriz. Karşılaşacağımız şey, algılarımızın dünyaya açıklığıyla doğru orantılı olarak, müthiş bir zenginlik ve renklilik olacaktır.
Sadece bir dakika arayla, 'elma' dendiğinde aklımızda canlanan görüntü değişebilir örneğin... İlk 'elma'da aklımıza parlak ve kırmızı bir elma gelirken, tatlarla ilgili bazı konuşmalar duyduğumuz ya da resimler gördüğümüz 60 saniyelik sürenin ardından aklımızda yeşil ve mayhoş bir elma imgesi belirebilir. Havva'nın elindeki elma, kötü kalpli kraliçenin Pamuk Prenses'e verdiği elma, Guillam Tell'in oğlunun başındaki elma, manavın kasasında duran elmalar, ağaç dalındaki elmalar, ağaçtan düşmüş elmalar, bir sepetteki elmalar, meyve tabağındaki elmalar, bir natürmort tablodaki elmalar, annemizin dilimleyip uzattığı elmalar vs. sadece yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar değil, bir de onların her an tazelenen deneyimlerinin sayısı kadar farklı elma imgesi!
***
Bu her zaman böyle değildi tabii; insanlığın ilkel komünal dönemden başlayarak içinden geçtiği çağlar ve üretim biçimleri, imge evrenimizin darlığı ya da genişliğini belirleyen temel unsur oldu. Sömürü ilişkileri ne denli güçlüyse, aklımızdaki imgeler o denli azdı. Romalı bir kölenin mecbur bırakıldığı yaşam deneyiminden ne kadar farklı elma umabiliriz ki?!
Avrupa sanat tarihinde, Rönesans'a dek yapılan resimlerin birbirine çok benzemesi de bu yüzdendi. Feodalizmin dinsel kurumlarla kurduğu iktidar ilişkileri, aynı kitaptan (İncil) aynı öykülerin ve aynı karakterlerin anlatılmasına yol açıyordu. Keşifler Çağı ve merkantilizm büyük Avrupa feodalizmini dağıtırken insan aklı da Rönesans'tan Aydınlanma'ya doğru ilerledi. 1789 Fransız Devrimi'nden sonra, artık adalar ve elmaların çeşitliliği üzerine kitap bile yazabileceğiniz bir dönem başladı.
Şimdi de tarihin çok ilginç bir dönüm noktasındayız. Kapitalizm, kendi yarattığı krizlerle boğuşurken sömürgeciliğin yeni versiyonları üstünde çalışıyor. Dünyanın dört bir yanında oligarkların mülkiyetine dayalı, 'neo-feodal' denebilecek iktidar yapılanmaları var artık; Putin ve oligarkları, Trump ve oligarkları, Orban ve oligarkları, RTE ve oligarkları, kapitalizmi tazelemek, gençlik çağına döndürmek için uğraşıyor.
***
Ama altyapı-üstyapı ilişkisi öyle ilginç bir karakter kazandı ki, internet çağı denilen yeni zamanların onların istediği gibi biçimlenebilmesi için, neo-faşist bir döneme uygun kurum ve yasalar devreye sokuldu.
Türkiye versiyonu İletişim Başkanlığı, RTÜK, Dezenformasyon Yasası ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nde somutlaşan bu iktidar aygıtları, bugün 'ada' dendiğinde herkesin aklında tek ve aynı adanın canlanması için uğraşıyor. Bunun için farklı sesleri susturmaya, farklı renkleri soldurmaya, muhalif basın-yayın organlarının yaşam kaynaklarını kurutmaya, bu coğrafyanın zaten kısıtlı ve yaralı olan aydınlanma birikimini yok etmeye ant içmiş bir kitle var karşımızda... Hiç utanmadan, hiçbir yargı denetiminden korkmadan diplomaları iptal edebilir, Gürcistan görüntülerini bizzat 'başgan'larının ağzından “Saraçhane görüntüsü” diye yayımlayabilir (Kabataş yalanları, Vol. 2), uluslararası düzeyde üniversite olmaktan çoktan çıkardıkları kampüsleri 'polis toplanma merkezleri'ne çevirebilir, bu ülkenin pırıl pırıl gençlerini cop ve gazla, taciz ve işkenceyle yıldırarak imgelemlerindeki güzel adaları yok etmeye çalışabilirler.
Ama, kendilerini 'Pikaçu' hakkında bile karşı-propaganda üretmek zorunda hisseden bu neo-faşist aklın çabalarının artık ters tepeceği bir aşamadayız: O gençler birlikte düşledikleri adalarda, muhteşem çeşitlilikteki elmaları toplarken, akıllarında 'tektip'leşmeye başlayan tek şey diktatörlerin suretleri olacak bundan böyle...
O zaman, zıplayın! Zıplayın! Zıplamayan faşisttir!