Her şey bir gösteri miydi?
Bugünün “post-truth” ikliminde bütünsel anlamda manipülasyon altındaki bireyin düzen karşısında konumlanmak yerine, her koşulda kazanan tarafta olup duygusal tatmin elde etmeyi yeğlemesi daha olası. Zira düzen karşıtı olmanın bedeli günümüzde son derece ağır.
Önder KULAK - Kurtul GÜLENÇ
2024 yılının sonlarına doğru Suriye’de yaşananlar hemen herkesi şaşırtmış durumda. Baas Partisi ve müttefikleri, en son İdlib’e sıkıştırdıkları onlarca şeriatçı örgüte karşı Suriye’deki seküler iktidarı korumayı sürdürüyorlardı. Kimsenin aksi bir beklentisi yoktu. Fakat kasım sonu, aralık başı itibarıyla, aynı aktörler sadece bir haftada tüm iktidarı neredeyse hiç çatışmadan terk ettiler. İran ve Rusya’nın bütün bu süreçteki eylemsizliğine ve sonrasında yeni iktidarı karşısına almayan açıklamalarına da kimse bir anlam veremedi. En tuhafı da iktidardan çekildiğini açıklayan Baas Partisi’nin önde gelen pek çok kadrosunun yeni iktidarda da konumlandırılması ancak “muhalif” olarak nitelenen birçok ismin dışarıda bırakılmasıydı. Yoksa her şey bir “gösteri” miydi?
GÖSTERİ
Gösteri, gündelik yaşam, kitle iletişim araçları, endüstriyel kültür ve siyasi propagandanın iç içe geçip bütünsellik oluşturduğu ilişkisel bir yapıdır.1 Bu yapı, Debord’un ifadesiyle, imajlarla varlık bulur. Her imaj, yani alımlama öğesi, semiyotik bir bileşen olarak konumlanır. Böylece farklı alanların katkılarını içeren bir anlatının kurgulanmasına olanak sağlanır. Burada medya, kitle iletişim araçlarını tertip ve montaj dolayımıyla kullanıp sahte-gerçekliği ete kemiğe büründürdüğü haberleri ve sahte-gerçekliği olağan koşullarda uzmanların, olağanüstü koşullarda siyasetçilerin değerlendirmesine sunduğu yorum/tartışma seanslarıyla asli bileşen konumundadır. Medyayı, daha çok propagandadan oluşan yazılı ve sözlü resmi performanslar; dizi, film, roman, şarkı gibi birtakım kültürel üretimler; farklı kitle iletişim araçları kullanılarak yapılan yaygın bilgilendirme ve paylaşımlar takip eder. Bütün bu katkıların gündelik yaşama aktarılıp bilinçler arası çok yönlü dolaşıma sokulmasıyla da anlatı tamamlanır. Derken birey, karşısında sadece seyirci kalabileceği bir monoloğa çekilmeye, bu monologla ikna edilmeye çalışılır.
İmajlar aracılığıyla sahte-gerçekliği yansıtan bir içerik sunması gösterinin sadece bir boyutunu oluşturur. Başka bir deyişle, gösteri imajlar toplamından ibaret değildir. Bunun ötesinde, aslında yansıtıldığı şekilde yaşanmamış olayların verili toplumsal ilişkilere yaşanmış gibi, imajların dolayımıyla eklemlenmesidir. Öyleyse gösteri, farklı kesimler nezdinde farklı sonuçlar yaratan bir dizi ilişkinin toplumsal gerçekliğin bir parçası haline getirildiği bir sürecin tamamıdır. Bu süreçle amaçlanan, tüm toplumun dikkatini aynı noktada toplamak ve kurgusal bir bilgi nesnesi üzerinden kalabalıkları istenen şekilde toplumsal yanılsama örüntülerine eklemlemektir. Böylece tekil bir konuda bireyin itirazsız düzenin yanında saf tutması sağlanırken, bütünsel olarak da bireyin toplumla uyumunun pekiştirilmesine ve negatif bir koşulda uyumun yeniden tesis edilmesine dikkate değer bir katkıda bulunulur.
SURİYE’DE YAŞANANLAR
Debord’un gösteri kavramı Suriye’de yaşananlar için kuramsal bir açıklama sunar. Anlaşılan o ki başlıca aktörleri ABD, Rusya, İran, Türkiye ve eski Baas Partisi’nin bir kısmının olduğu bir masada şu an için içeriğini bilmediğimiz bir pazarlık sonucunda, esasen kimlerden oluştuğu henüz netleşmeyen yeni iktidarın desteklenmesi ya da en azından karşısında tarafsız kalınması kararlaştırılmıştır. Peki bu karar “içeriden” de alınan destekle “makul” bir şekilde uygulanabilecekken, neden bir gösteriye ihtiyaç duyuldu? Çünkü yeni iktidarın bir başarı hikayesi yaratmasına, değişimin halk nezdinde dıştan bir müdahale algısı oluşturmamasına, belli ki yeni iktidarın bir bileşeni olan kimi eski kadroların “ihanet” gibi olumsuz nitelemelerle anılmamasına, azınlıkta kalan ama direnebilecek kimselerin aleyhlerine koşulları görüp büsbütün sinmesine ihtiyaç vardı. Böylece yaklaşık on beş yıllık savaş süreci, ordu ve direniş birliklerinin sihirli bir değnek değmişçesine çatışmasız çekilmesi, Rusya ve İran’ın askerlerine “Ateş Kes!” emri vermesi eşliğinde sona erdi. Bu gösteriyle masadaki her aktör, üstlendiği rolü oynayıp kalabalıklara neler yaşandığını kendi bakış açısından anlatabilme olanağına sahip oldu.
Gösterinin dışında kalan ise, Suriye halkının elinden alınan kaynaklar, daha da kötüleşen yaşam koşulları, azınlıklara yönelik saldırılar, katliamlar ve nicesi…
DEĞİŞEN GÖSTERİ
Suriye örneğinin de gösterdiği üzere, Debord’dan bu yana gösterilerin yapısında da değişiklikler oldu. Örneğin sosyal medyayla beraber, eskiden edilgen olan seyircinin ikna durumunda imaj üretimine katılarak artık görece de olsa etkin olabilme olanağı yakaladığı söylenebilir.
En önemli değişiklik ise, gösteriyi kurgulayanların artık çok daha az inandırıcılık kaygısı duymalarıdır.2 Önceleri gösterinin kusurlu yanlarının teşhiriyle beraber büyüsü bozulur ve gerçeklikten uzak olduğu anlaşıldıkça halk nezdinde kapitalist düzen aleyhine bir karşı-etki ortaya çıkardı. Bugünün “post-truth” ikliminde ise, bütünsel anlamda manipülasyon altındaki bireyin düzen karşısında konumlanmak yerine, her koşulda kazanan tarafta olup duygusal tatmin elde etmeyi yeğlemesi daha olası. Zira düzen karşıtı olmanın bedeli günümüzde son derece ağır. Üstelik Debord’un bireyin en asgari maddi ihtiyaçlarını karşılayamadığı durumda doğrudan en ivedi sorunlarına odaklanmak zorunda kaldığı ve beraberinde düzenin yanılsamaları karşısında direnç kazanarak gösteriyi reddetmeye daha yatkın hale geldiği savunusuna karşın, bugün bu eğilim daha da güçlenmekte. Bunda temel neden, çok açık ki düzenin kadim hasmının zayıflığıdır.
1 Bkz. Önder Kulak, Reconsidering the Spectacle of Capitalism in Politics, Dialektika, 2(5), ss. 2-7.
2 Bkz. a.g.e., ss. 9-13.