Google Play Store
App Store

Geçtiğimiz hafta İngiltere’nin ardından dün de Fransa’da seçim sonuçlarında aşırı sağın geriletilmesi ile haritaların rengi değişti. Kemer sıkma politikaları ve yaşam standartlarındaki çöküşle karşı karşıya her iki ülke de mevcut iktidarlara son verdi. İngiltere 14 yıllık Tory iktidarlığına son verdi. İşçi Partisi parlamentoda çoğunluğu sağladı. Fransa liberal merkez iktidara son verirken aşırı sağın yükselişine dur dedi.

Şüphesiz ki her iki seçim de sol açısından farklı anlamlar taşıyor. Örneğin İngiltere’de sonuçlara hem rakamsal olarak hem de programatik olarak bakıldığında İşçi Partisi liderliğini sol açısından bir başarı olarak nitelemek mümkün değil. Parti yüzde 34 oyla yüzde 65 sandalye kazandı. Oyları, 1930’dan bu yana en düşük seviye olarak karşımıza çıkan önceki seçimlere göre sadece yüzde 1,8’lik bir artış gösterdi. Bu bakımdan seçimler öncelikle İşçi Partisi’ne yönelik bir değişim çağrısının ifadesi oldu. Keir Starmer liderliğinde İşçi Partisi Tory’lere muhalefet etmekten ziyade, Tory’lere alternatif olmaya çalışır durumdaydı.

∗∗∗

Ancak bu seçimlerde her iki kanada da uzak seçmenin yeni arayışları belirleyici rol oynadı. Bağımsız adaylıklarda, özellikle de Filistin yanlısı adaylar başarı kazandı. Yeşil Parti parlamentoda 4 koltuk kazandı. Sağcı Reform Partisi 5 koltuk kazandı. Dolayısıyla alternatif arayışlarının programatik bir bütünlükten yoksun olması sol açısından önemli bir handikap olarak nitelenebilir. Bu, solun eğitim, sağlık, beslenme ve barınma gibi temel hizmetlere ilişkin kamucu taleplerinin bir toplumsallaşma zemini yakalama ihtimali olmadığı anlamını taşımıyor. Nitekim bunlar savaş karşıtlığının yanı sıra seçim sürecinde de öne çıkan başlıklardı. Corbyn’in kampanyasının da merkezindeydi ve ona parlamentoda bir koltuk da kazandırdı.

Fransa’da ise genel seçimlerin ikinci turunda, solun faşist parti karşısındaki en güçlü aday lehine seçimden çekilme önerisi sonuç verdi. Boyun Eğmeyen Fransa, Komünist Parti, Sosyalist Parti ve Yeşillerden oluşan Yeni Halk Cephesi birinci parti konumuna geçti. Sağ ittifak ise üçüncü sıraya düştü. Yeni Halk Cephesi’nin sağı geriletme başarısının ardında yatan programın çiftçilerin, öğrencilerin, sarı yeleklilerin, emekçilerin taleplerini örgütlemesi ve taban hareketleri ve yerellerdeki mücadeleler ile teması gibi koşullar şüphesiz sol için fırsatlar barındırıyor. Bu bağlamda tablonun gösterdiğinin ve yapılması gerekenin neoliberalizmden bir kopuş olduğu açık. Gerek önerilen programın Ukrayna yanlısı tutumu gibi eleştirilere de konu olan yanlarının anti-emperyalist biçimde geliştirilmesi gerekse de toplumun derinleşen yoksulluğuna yönelik adımların veya İsrail’e silah sevkiyatının durdurulması gibi adımların atılması da solun buradaki gücünü kullanıp kullanmayacağına bağlı olarak değişecektir.

∗∗∗

Sonuçta, her iki seçimde de halkın, bizdeki seçimlerin aksine aday profilleri eksenin bir tartışma içine sıkıştırılmaması önemliydi. Toplumu özgeçmiş konuşmaya sıkıştıran bu tür bir politikasızlığın kimi sonuçlarını kendi deneyimimizde görmüştük. Solda programatik bir tartışma zemini oluşturmanın güçlüklerini deneyimlemiştik. Bana kalırsa bu iki seçimden alınacak ders bize konunun bu boyutunun önemini göstermeleri oldu. İktidarların yarattığı tahribatların, bunlara yönelik itirazların ve sol çözüm önerilerinin bir mücadele programı çerçevesinde tartışılması önemliydi.

Son olarak soldan gelen temkinli olma uyarılarına dair şu notu da düşelim. Jean-Luc Mélenchon’un seçimi kazanmasının ardından toplanan kalabalığın fotoğrafını "Her şeyi değiştirebilme gücü!" notuyla paylaşmıştı. Öyle sanıyorum ki vurgulamak istediği politik sistemleri dönüştürebilme gücünün toplumun elinde olmasıydı. Şüphesiz ki eşitlikçi, demokratik, adil bir düzenin kurulabilmesi seçimlerle sınırlı değil ve bu esasen tamamen tabanın gücüne bağlı olacak.