Ezilen ve sömürülenlerin mücadele ürünleri sadece haklar değil kavramlar da. Hadi seçim kritik, ama bu düzeni kökünden değiştirmek istemiyor muyuz, hiç mi kutuplaşmayacağız ya da başka yerden bakalım hiç bu kadar iki kutuplu bir seçim gördük mü?

Hiç mi kutuplaşılmayacak?

Handan Koç

1990’lardan itibaren düşünce dünyasında hâkimiyet kurmaya başlayan postmodernizmin özelliklerinden biri tanımlanmasının zorluğuydu. Kolay tanımlanabilir olan yönü ise karşı olduğu düşünce akımlarıydı. Postmodern eleştirinin özellikle sanat ve kültür alanında pek çok yeni düşünce kapıları açtığı reddedilemez.

Öte yandan bu akım o güne kadar toplumları anlamak ve değiştirmek kaygısı ile üretilmiş pek çok politik kavramı, hele devrimci olanlarını, modernite eleştirisi diyebileceğimiz çok geniş bir kapsamda reddetti.

Yeni akademik dünyanın, yeni sosyal bilimler kürsülerinde yeni bir jargon yarattı. Eh bu da egemenlerin işine geldi. Bazı kavramlar hele hele zıtlık içeren ikilikler adeta yasak hale getirildi. Misal: emek-sermaye, idealizm-materyalizm, biçim-içerik, sağ-sol. HDP vekili Oya Ersoy bir meclis konuşmasında AKP’lilere “gericisiniz” dedi. Parti arkadaşı Hüda Kaya’dan eleştiri, meclisten linç yedi. İlerici-gerici sadece seçimle yatıp kalkan Türkiye için değil tüm dünya ezilenleri için önemli olduğunu düşündüğüm kavram çifti.

 Bazı kitaplar kitabın içerdiği bilgilerden ziyade, içermediği bilgiler, yayınlandığı dönemdeki tanıtımı, önsözü, arka sözü ile ve hakkında yapılan ideolojik sunumla, ona adeta yüklenen rolle, kritik bir politik-düşünsel işleve sahip olabiliyor. Bence buna çok iyi ve acı bir örnek Ruşen Çakır ın Ayet ve Slogan – Türkiye’de İslami Oluşumlar isimli kitabıdır. Kitaplığımda 1991’deki dördüncü baskısı var. Birinci baskısı 1990 yılında yapılmış olan kitap Türkiye’deki İslami oluşumlar (tarikatlar, partiler, ekoller ve çevreler) hakkında bilgiler içeriyor. Anlatılan çevrelerin hepsi egemen mezhepten. 

 Kitap ve önsöz değişik açılardan ele alınabilir. Beni ilk okuduğumda kitaba yabancılaştıran yazarın sözü gerekli gereksiz solcuların hatalarına getirmesi ve eski bir solcu olarak artık nasıl düşünmediğini laf arasında bize ilan eden tutumu idi. Bu yönü elendiğinde kitap bize ele alınan ve bugün de varlıklarını sürdüren dinsel gruplarla ilgili işe yarayacak bilgiler veriyordu. 32 yıl kütüphanemde durdu. Hangi tarikatın kurucu şeyhi kimdi, hangi şehirlerde, bölgelerde etkilidirler, faaliyetleri yürüten kişiler, siyasi partilerle olan ilişkiler, yayınları, aralarındaki rekabetler, ayrılıklar gibi bilgiler için açıp bakmışlığım oldu. Kitabı geçtiğimiz aylarda yeniden okuyunca fark ettim ki kitapta egemen İslamcı düşünceyi anlamak konusunda çok kritik bir yayın türü olan İlmihallerden hiç bahis edilmemiş. İslama uygun hayat nasıl olmalı konusuna ki buna hatalı bir şekilde yaşam tarzı deniyor hiç girilmemiş. 
 Oysa yetkili âlimlerin kaleminden çıkan, topluma ev ev yayılmak üzere İslami yasaları aktaran bu yayınlar çok açık, anlaşılır bir dile sahiptir. Haramlar-Helaller, yiyecek, içecek, sanat, spor, cinsel hayat, günlük hayat, öldürme, kan davası, gasp, hırsızlık, evlenme, velayet, denklik, evlenme engelleri, mehir, nafaka, boşanma şartları, doğum, nesep, evlat edinme, miras hukuku, Hz. Peygamberin siyasi liderliği, Hıristiyan Batıda din ve siyaset, Müslüman Doğuda din ve siyaset, yargı, hilafet, kadın hakları, işçi-işveren ilişkileri, Ticaret hayatı başlığı altında borç, takas, faiz, enflasyon, Takva, Hilmi, Hikmet tevazu, eşler arası görevler, çocukların görevleri, komşuluk görevleri gibi saymakla bitiremeyeceğimiz başlıklarda ayrıntılı yasalar bu yayınlarda dillendirilir. Bu öğütler elbette laik-seküler yasalarla uyumsuzdur, eşitlikçi değildir, piramidal bir ezme ve sömürme sistemini meşrulaştıran kurallar bütün egemen Hanefi yayınlarda 10. yüzyıldan beri tekrar edilmektedir. İslam ideoloji siyasal, politik, ahlaki önermeleri sağlam ve köklü olan bir toplum düzeni önerisine sahip. Çıkışı itibari ile -Şerif Mardin’den de referans yapabiliriz isteyenlere- hep politik-siyasal bir din olagelmiş zaten. 

 Genç gazeteci Ruşen Çakır kitabın önsözünde Mehmet Metiner’den bu çalışmasında ona çok yardımcı olan bir kişi olarak bahseder ve onun Yeni Bir Dünyaya Uyanmak isimli kitabından bir paragraf alıntılar: “Halkı küçümseyen, halkın kültürünü gelenek ve göreneklerini kaale dahi almayan ve onları eğitmesi gereken sürüler olarak gören kimseler ekonomik durumları ne olursa olsun elittisttirler. Çünkü elitistler en kestirme deyimle ‘herzeyi en iyi biz biliriz’ ve ‘her şeyin en iyisi bizdedir’ anlayışında olan kimselerdir. Dayatmacı ve zorba olmaları bu anlayışlarından dolayıdır. Çünkü onlar kendi duygu ve düşüncelerini kabul ettirmekle –zorla dahi olsa– halkın yararına bir şey yaptıklarının mutluluğu içindedirler. Halkı hizaya getirmek elitistlerin baş arzusudur. Dayatmacı ve zorba olan elitistlerin halktan korkmaları da bu yüzdendir işte. Halkın öz değerlerine sahip çıkması elitistler için korkunun asıl kaynağını oluşturur. Bu yüzden halk gerici olarak nitelenir, mürteci olarak itham edilir.”
 Alıntının devamında Ruşen Çakır “Metiner’in bu sözlerine katılıyorum. Dinsel planda olup biten her şeyi ‘ilericilik/gericilik’ ikileminden hareketle anlamaya çalışmak hiçbir zaman mümkün olmadı, günümüzde ise iyice imkânsız” diye yazmış. 

Gerçekten de dinsel planda olan biten her şeyi ilericilik/gericilik ikileminden hareketle anlayamayız. Ama ilericilik/gericilik ikilemi ile pek çok şeyi anlayabiliriz bence. Her kavramın bir geçmişi var, o siyasal geçmişi reddetmek kavramın bir analiz aracı olarak, olguları açıklama yeteneğini ortadan kaldırmıyor. Halkın gelenek ve görenekleri olarak Mehmet Metiner’in neleri kastettiğini ilmihallerden anlayabiliyoruz. Egemen İslami düşünce ile patriarkal ideoloji, kadınların karşısına örf, âdet, töre olarak doğumdan ölüme o kadar çok dikilir ki herhangi bir halkın öz değerleri savunusu feministler için imkânsız. Halk ve elitler ikileminde “Her şeyin en iyisini biliriz” diyen, halkı eğitilmesi gereken sürüler olarak gören topluluklar devrinin ilericileri, cumhuriyetçiler, komünistleri, sosyalistlerinden başka kim olabilir? Peki, Metiner tarafının yani İslamcıların “her şeyi biz bilir”izcileri yok mu? Kadılar, mollalar, müftüler devirlerinin eliti değil miydiler. Neden Tarikat ve Cemaatler toplumu Allah korkusu ile kendi istedikleri yönde hizaya getirmeye çalışınca demokrat, Solcularsa eşitlikçi, bilimsel paylaşmacı bir kültürle düzeni değiştirmek isteyince zorba oluyor olsun ki? 

Kitabın arka sözündeki Yayınevi notunda şöyle deniyor. İslami hareket içindeki ideolojik, politik örgütsel görüş ve sorunları, Sol’un tek kıstası sanılan “ilericilik-gericilik ikilemine rağbet etmeden “gelenek ile modernlik” arasındaki ilişkiler bağlamında irdeliyor. Burada da tipik bir ’90’lara özgü sol kavram kovma ifadesi var. İlerici ve gerici zıtlığı İlahi güçleri temsil ettiği iddiasına sahip kralların, padişahların, imparatorların, çarların düzenini yıkmaya yönelik 19. yüzyıl devrimci düşünce akımlarıyla, gelenekler ellenmemeli, değişecekse de tedricen olmalı diyen muhafazakârlar arasındaki, Metiner’in ifadesi ile “halkın öz değerleri” arasındaki gerilimden doğmuş. Reaksiyonerler gericiler oluyor. Bu ikilemin bu kadar kolay devre dışı bırakılmasının Türkiyeli gericilerinin işine yaradığını düşünüyorum. Kitabın yayınlanışından bugüne Mehmet Metiner’in dayandığı ve dayattığı egemen İslami-İslamcı düşünce ki kökü Ayet ve Slogan’da anlatılan çevrelere dayanıyor, hiç değişmedi sadece güçlendi. 

Seçim arifesinde muhalefet “aman kutuplaşmayalım” telaşının dozunu artırdı. Seçimler geçecek. Bizler geleceğimizi yaratmak için aman çatışmayalım mı demeliyiz, yoksa çatışacak fikir gücünü toplayalım mı? Ezilen ve sömürülenlerin mücadele ürünleri sadece haklar değil kavramlar da. Hadi seçim kritik, ama bu düzeni kökünden değiştirmek istemiyor muyuz, hiç mi kutuplaşmayacağız ya da başka yerden bakalım hiç bu kadar iki kutuplu bir seçim gördük mü?