Google Play Store
App Store

Olguları birbirlerine ekleyip anlatılar örebiliyorsanız, serüven yaşamanıza hiç gerek yok. Gün içinde başınıza gelen birbirinden kopuk sıradan olayları anlamlı serüvenlere dönüştürebilirsiniz. Aksi takdirde anlamsızlığa düşmeniz an meselesi. Bulantı’nın kahramanı Roquentin’in dediği gibi: “En bayağı olayın bir serüven haline gelmesi için onu anlatmaya koyulmanız yeterlidir. İnsanları aldatan da budur” (Sartre). Hayat ve sanat nedir ki? Bir aldanma. Hiçliğe düşmemek için aldanışlar icat ediyoruz. Anlam ağlarımızı aldanışlarla örüyoruz. Nietzsche haklıydı: “Olgular yoktur, yorumlar vardır”. Olgular, sürekli tekrar eden sıradan olaylar; olay olma niteliklerini yitirmiş ve birer anlatı malzemesine dönüşmüş gibi-olaylar. Öngörülebilir bir evren olgulara dayanır, alışkanlıklar da öyle. İnsan, bir alışkanlıklar yumağıdır, toplumlar alışkanlıklarla kurulur. Hayata dair planlarımızı olgular sayesinde yaparız. Olgulardan yola çıkar, genellemelere varırız. Genellemelerle hayat ancak bir genelleme olarak yaşanır. Böyle bir hayatta biricik, tekil olana yer yoktur. Anlatılarımız olgulara dayandığı için dışlayıcıdır. Tekrar etmeyen ya da varlığıyla alışkanlıklarımıza bir tehdit oluşturan bir şeyi genelleyemeyiz, dışlamak zorundayız. “Biz” anlatılarla inşa edilir ve ötekiler dışlanır. “Biz”, olgu-bedenlere dayalı bir genellemedir. En uç hayallerimiz, fantezilerimiz bile olgu-bedenlere dayanır.

Bir olgu olarak insanı hayalinizde yine bir başka olguyla, diyelim ki boğayla birleştirdiğinizde melez bir varlık elde edersiniz. Mitolojik hayal gücü sıradan olgularla inşa edilir. Bu hayali varlığa Minotauros adını verebilir ve bir labirentin içine yerleştirebilirsiniz. Birleşmeleri çoğaltabilir ve melez varlıklardan oluşan tamamen hayal mahsulü, mitik bir evren yaratabilirsiniz. Birleşmelerle ortaya çıkan melez varlıkların doğası elbette bileşenlerinden farklı olacaktır. Melez varlıkları istediğiniz gibi kurmaca niteliklerle donatabilirsiniz. Fakat tahayyülünüzde insan insan olarak, boğa da boğa olarak değişmeden kalacaktır. Olgulara dayalı bir yaşam, olgulara dayalı anlatılar üretmek zorundadır. Hayal gücümüz bile yoksul, ancak olguları birleştirmeye yarıyor. Hayatta kalmamız, tıpkı Şehrazat gibi, olguları hikâyeleştirme yeteneğimize bağlı. Yoksa hiçliğe düşersiniz. Ve hikâyeleştirebilme yeteneğinizi yeniden kazanana dek hiçlikte kalabilirsiniz. Dediklerine göre, sizi hiçliğin çukurundan ancak psikolojik ya da psikiyatrik bir destek kurtarabilir.

Merak etmeyin, yeniden hikâye anlatmaya başladığınızda hayata kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Üzülmeyin, hiçbir şey kaçırmamışsınızdır. Hayat bildiğiniz gibi, hep aynı olanın geri döndüğü kısır bir döngü. Yedi Uyurlar gibi asırlarca uyuyabilir ve uyandığınızda hiçbir şey olmamış gibi hayatınızı sürdürebilirsiniz. Kozmos kurulduğundan beri olguların düzeni hiç değişmeden devam ediyor ve aynı olan sürekli geri dönüyor. Hiçlikle korkutulanlar, basmakalıp anlatılara sığınıyor. Oysa hiçliğe düşmek, başınıza gelebilecek en güzel olaydır. Olgu, hep aynı olanın tekrar ettiği bir karabasanı ima ediyorsa, olay kâbustan kurtulmaktır. Hiçliğe düşmek, evrenin başlangıç koşullarına geri dönmektir. Hiçliğe düşen geri dönmeyebilir, fakat geri döndüğünde hiçlikten mevcut düzeni bozacak şeyleri de beraberinde getirecektir. Ve hiçlikten çıkan, artık eskisi gibi değildir, değişmiştir; bir zamanlar alışkın olduğu olgusal dünyanın yabancısıdır. Güneşin doğuşunu bile bir olgu olarak değil, bir olay olarak yaşayacaktır. Sistemin hiçliğe düşenleri geri döndürme mekanizmaları, mevcut olguların hikâyeleştirilmesine dayanır. Hiçlik, anlatıldığı gibi bir boşluk değildir, henüz gerçekleşmemiş, gerçekleşmeleriyle birlikte olgusal düzeni yerle bir edecek olaylarla doludur. Hiçlikten yüzeye ancak bir olay olarak çıkılır. Hiçlikten çıkan olay-bedenler artık öyküler anlatmazlar, eylem halindeki kuvvetlerdir.

Olay, daima fazla olandır; olgu-bedenlerin kabından taşmasıyla gerçekleşir. “Fazladan gerçekleşen olay yüzünden gerçekliğin bir anda kabından taşıvermesi. Her yana uzanan duyargalar… karanlık oyuklar… sapmalar… anaforlar” (Gombrowitcz, Kosmos). Olay-bedenler hiçlikten gelirler ve örgütlendiklerinde evren asla eskisi gibi olmayacak.