Google Play Store
App Store

Hiço yer yatağının ucuna oturmuş, sırtını duvara vermiş, sobaya bakıyor. Sobanın üstündeki delikten gelen ışık, bacayı aydınlatıp tavana kadar ulaşıyor, bu ışık hattı boyunca baca eklerinden sızan dumanlar görülüyor. Duman tavan kısmında belirgin ama Hiço’nun olduğu seviyede pek yok. Yerde üç çocuk yatıyor, Hiço’nun oturduğu yatakta da karısı, hepsi uyuyor. Acaba gerçekten uyuyorlar mı? Kalkıp kontrol etse mi? Pencereleri açsa mı?

Hiço eve yeni geldi. Tesisatçı İbo’nun dükkanda sahte rakıya gömüldü bu gece. Herkes rakıya zam geldi fakirler içki içmeyi bıraktı diye biliyor. Bir paket sigara parasına bir bidon rakı yapıyorsun, konunun rakı fiyatıyla ilgisi yok ama fakir zaten içmemeli. Çünkü çok içersen kafan çalışmaz, çok içersen evde huzur kalmaz, sabah erken uyanamazsın. İçki işi, zengin işi.

Ama Hiço içiyor. Her seferinde “Bir bardak alıp gideceğim” diyor ama herkesten de çok içiyor. İbo da pisliğine içiriyor belki, bardakları boş bırakmıyor.

Hiço kendiyle konuşur, kendiyle o kadar çok konuşur ki, başka insanla konuşmaya ihtiyacı olmaz. Şimdi tüten sobanın başında da kendiyle konuşuyor. Diyor ki: “Kafamı yastığa koyup bir temiz uyurum diye eve geldim, karı dırdır etmesin diye özellikle geç geldim, şimdi tam yatağa kıvrılacakken bu tütme işi çıktı. Kalkmam ve bir şey yapmam gerek ama hiç halim yok. Ömrüm sobalı evde uyuyarak geçti, ne olacak ki, bir şey olmaz. Tüter tüter durur en sonunda.

∗∗

Kaç kış geçti böyle? Belki ben horul horul uyurken bu soba her gece tüttü. Haberim oldu mu, olmadı. Bu gece değişen ne? Şu yatağın kenarına oturup tesadüfen bacaya bakmam. Bakmasaydım hiçbir şey olmayacaktı, bir dakika sonra uyumuş olacaktım. Karıma bak, taş taşımış gibi uyuyor. Her yere saçları dökülmüş, bu nedenle kimse onu eve temizliğe istemiyor, hiçbir yerde tutunamıyor, saçı dökülen kadın temizlikçiliğe gidemez. Zaten pasaklının teki, kim ister onu? Haftada üç gün üç vasıta mesafeye gidiyor ama oradan da kovarlar yakında. Kazandığının yarısı yol parası.

Bu kız on iki yaşına bastı ama annesine hiç yararı yok. Bu sene bir değişti zaten, saçlarını tarıyor. Karşı sokaktaki puştun oğlu ile konuşurken görüyorum ikidir. Ne güzel çocuktun, ne yapacağım ben bunu? Kardeşlerine bile hayrı yok. Ben on altı yaşında anasıyla öpüştüm diye hemen evlendirdiler. Ana yok baba yok, amcam bayram etti evden gideceğim diye. Bu daha on iki yaşında be. Bütün gün evde ama uyku denilince herkesten önce uyur. İkizler de arkasına sıralanmış. Biz ikinci çocuğa nasıl bakarız diye düşünürken ikiz doğdular.”

Hiço’nun adı “e hiçbiri”nden geliyor. İlkokulda hınzır bir çocuk takmıştı bu ismi ona. Testlerde olur ya, son seçenek: e hiçbiri. Bu çocuk da buna “e hiçbiri” diyordu, sonra bu isim Hiço’ya dönüştü. Önce sınıf, sonra herkes ona Hiço demeye başladı.

Hiço kısa boylu ama dikkat çekecek kadar da kısa değil, tipsiz ama tipsizliği bile belirgin değil. Bazı tipsizler vardır mesela omuzları geniştir, kimine uzun burun bile yakışır, kimi çok tipsiz olmasına rağmen gözleri güzeldir. Hiço’da bunların hiçbiri yok, düz tipsiz işte, sıradan. Bazı tipsizler de zengindir. Para erkeği güzelleştirir, paralı erkeğe bir hal olur, konuşması değişir. Hiço’da para da yok, hiç olmadı.

∗∗

Geçen yaz toto vurdu, bir arkadaşı araya girdi, restorana bulaşıkçı aldılar. Ama bunu işe alan arkadaşı gece alkol dolabını açıp, orijinal içkileri sahteyle değiştiriyormuş. Hiço’yu da bekçi diye almış. Hiço çok korktu ama arkadaşı buna ek para vermeye başlayınca boşa attı. O ara eli o kadar para gördü ki, evin penceresini pimapen yaptılar. Eskiden çok rüzgar giriyordu ev hiç ısınmıyordu. Sonra patron bunları bastı, epey bi dövdüler, polise verdiler, polis de dövdü. Karakolda biri “İçmesin zengin ibneler, haramdan bir daha haram çıkmaz” deyince Hiço’nun içi rahatladı. O ara üç beş kez camiye bile gitti.

Hiço bunları hatırlayınca birden ürperdi. Geçen yaz pimapen yaptırdıklarından beri İstanbul ilk kez böyle soğumuştu, karısı da dayamış taşlı belediye kömürünü. Ev hava almıyor ki. Belki eskiden o çürük tahta pencereler hayatlarını kurtarıyordu. Kesin kalkmalı ve pencere açmalı. Yoksa hepsi ölecek.

Sonra yine üşendi. Abartmanın lüzumu yoktu. Tahta pencereden ne kadar hava gelir ki? Ömrü geçmiş sobalı evde. Aklı bir saniyede çok saçma bir şeye kaydı: “Biz dünyalıyız ve diğer her şeye uzaylı diyoruz. Dünya da uzayda değil mi? Biz de uzaylı değil miyiz?” Bu düşünce ona çok zekice geldi ve her nasılsa keyiflendi. Okusaydı belki o da mühendis, doktor filan olurdu ama amcası amca değil ki. Amca baba yarısı değil midir? Hoş babası yaşasa ne fark edecekti ki?

“Bu oda benim dünyam” dedi. “Üç evladım ve karım. Benim güzel, vefalı karım. Bu dört duvarın dışı başkalarının dünyası. Ben dünyalıyım, diğer herkes uzaylı.”

∗∗

Soba sanki daha çok tütmeye başladı. Hiço ayağa kalkmaya karar verdi, ayakları tutmuyordu. Duman göz hizasına kadar inmişti ama çocukların üzerinde hala iki karış temiz hava vardı.

“Seçenekleri değerlendireyim” diye düşündü. “A, soba dumanından ölürüz. Yaşasak ne anlamı var? Şu çocuklar yaşasa ne olacak, nasıl bir hayat yaşayacaklar? B, hiçbir şey olmaz, sabah mis gibi uyanırız. Herkesin evinde pimapen var, herkes soba yakıyor, doğalgazı olan bile soba yakıyor. Kim ölüyor ki? C, işi sağlama alıp ben yine de pencereyi açayım. D, biraz daha bekleyeyim. E, hiçbiri.”

Hiço seçenekler arasında kararsız kaldı. Kalemini bir oraya, bir buraya yaklaştırdı. Öğretmeniyle göz göze geldi. Hınzır arkadaşı ona bakıp sırıttı. Hiço kağıdı buruşturup, sınıftan çıktı.